Çocuk yaşta propagandasına maruz kaldığımız kompozit ambalaj malzemelerinin geri dönüşümü yalanı o yaşlarda bize tüketirken umursamamayı öğretmişti. Çünkü nasıl olsa bunlar öylece kalmayacak, tekrar tekrar kullanılacak, dolayısıyla yeryüzünde kirlilik meydana gelmeyecekti. Hatta hayal gücü dâhilinde eğer herkes geri dönüşüme katkı sunsa artık yeni ambalaj üretmeye gerek bile kalmayabilir kurgusu bile mümkündü. Ne de olsa bu ambalajların üreticisi şirketler bu kutuların nasıl düzgünce katlanarak istifleneceğini, nereye nasıl atılacağını özenle tarif ediyordu. Ancak ısrarla anlatmadıkları bir şey vardı: Aslında bu dönüşümün imkânsızlığı.
Meyve suyu ve kutu sütlerin standart ambalaj malzemesi polietilen, karton ve alüminyum folyo içeren çeşitli katmanlardan oluşur. Bu şekilde kompozit halde bulunan malzemenin içeriklerinin ayrıştırılması imkânsızdır. Bu atıkların toplandığı tesisler de zaten bunları ayrıştırmakla uğraşmaz. Hepsini ince ince parçalayıp bir hamur haline getirirler. Bu hamura eklenen kimyasallarla hamur sertleşir ve şekil verilerek çatı kaplamalarında kullanılan oluklu malzemeye, ondüline dönüştürülür. Sonuç olarak atıklar geri dönüştürülmemiş; atıklardan bir daha başka bir malzemeye dönüşemeyecek bir ürün elde edilmiştir. Keza bu ürün de 10 yıllık ömrü sonunda muhtemelen moloz olarak dökülecektir.
Ofisler ve okullar başta olmak üzere kâğıtla içli dışlı olunan her yerde geri dönüşüm kutuları üzerinde yazanları bize okutur. Öyle bir algı yaratırlar ki sanki o bembeyaz A4 kağıdı çöpe değil o kutuya atınca ağaçları kesilmekten kurtaran bir kahraman olacağımızı sanırız. Aslında o kutularda geri dönüşüm serüvenine atılan kâğıdın yeni kesilecek ağaçla hiçbir ilgisi yoktur. Geri dönüştürülen birinci hamur kâğıt ilk seferde koli kartonuna, en iyi ihtimalle ikinci seferde de yumurta kolisine dönüşür. Sonrasında ise selüloz lifleri yeniden kullanılamayacak kadar çok hasar gördüklerinden çöpe giderler. Sonuç olarak tüketimi sorgulamaya gerek bırakmayan geri dönüşüm tatmini yeni ağaçların kesilmesine engel olmamıştır.
Pillerin geri dönüşümü eczaneler, marketler, okullar, işyerleri, metro durakları ve hatta elektik direklerinde dahi başlayabilir halde. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bir yandan, çevreci STK’lar bir yandan geri dönüşüm masalları anlatadursunlar, biz bunun nasıl yapılacağına bir bakalım. İçeriğindeki zehirli maddeleri gündem etmek, aslında pek çok soruyu sormaya fırsat bırakmıyor. Örneğin bu pillerin hangi tesiste geri dönüştürüldüğü gibi. Türkiye’de atık pilleri toplamaya yetkili tek kurum olan “Taşınabilir Pil Üreticileri Ve İthalatçıları Derneği” kendi internet sitesinde Türkiye’de herhangi bir pil geri dönüşüm tesisinin bulunmadığını ifade etmiş. Neyse ki Türkiye’ye en yakın mesafedeki atık pilleri dönüşüm tesisinin bulunduğu yeri tarif etmekten geri kalmamış; İsviçre’yi. Türkiye’de topladıkları pilleri eğer şehir çöplüğünde bir yerlere gömüvermiyorlarsa buraya gönderiyor olsalar gerek. İşsizlik maaşının dahi yaklaşık 5.600 TL olduğu bir ülkenin kıymetli işçileri, Türkiye’de kullanılan pillerin atıklarını ayrıştırmak üzere hazır bekliyor olacaklar. Tabii, oldukça ağır olan bu malzemenin en mümkün haliyle, karayoluyla, tırlara yüklenip İsviçre’ye nakliyatının sağlanmasından sonra.
Kullanıldıktan sonra geri dönüştüğü iddia edilen ürünlerin, aslen geri dönüşmediği, başka amaçlarla kullanılmak üzere ise en fazla 2 hamle daha dönüşebildiği ve geri dönüşü olmayan bir kirlilikle kazançtan fazla zarara sebep olduğu bir tüketim toplumunda ne yenilenebilir, ne sürdürülebilir, ne de geri dönüşü olabilecek bir üretim biçiminden söz edilebilir.
Sistemin insanın sürekli artan ihtiyaçlarının ve tüketiminin doğada yarattığı tahribata karşı duyarlı yanlarını törpülemek ve tüketimini meşrulaştırmak için kullandığı en başarılı alanlardan biri olan bu ‘geri dönüşüm sektörü’, örgütlenmeye çalışılan bencilliğin bir ayağıdır.
Geri dönüşüm kutusunda rahatlayan vicdanlar yeniden tüketmeye hazırdırlar. Duyarlılığı karşılık bulanlar artık daha fazla sorgulamak zorunda değillerdir. Çünkü üzerlerine düşeni yapmışlarıdır. Hâlihazırda pet şişelerin ivedilikle ortadan kaldırılması suretiyle çevresini temiz tutulanların ne suların kapaklanmasına, ne de bir yudum su için bu kadar plastiğin üretilmesine laf edecek fırsatı kalmıyor. Gözden uzak olan pet şişeler vicdanlara da dokunmuyor. Ha, bir de vicdanları bir kez daha rahatlatan mavi kapaklar var ki, onlar da içimizde kalan son gazı alan başka bir supap.
Patika Dergisi 1. Sayı