Ekoloji mücadelesi yaşamın mücadelesiyse, içerisinde canlı-cansız tüm varlıkları barındırıyorsa, bunların birbiriyle uyuma dayalı bir ilişki içerisinde kendilerini var etmelerine odaklanıyorsa ekoloji mücadelesinin sınırlarını çizebilmek zordur. Bu zorluk, ekoloji mücadelesini “çevreciliğin sınırlı sınırları”ndan çıkartabilmiş, dünyanın farklı yerlerinde yansımalarını gerek politik, gerek ekonomik yaşamsallıklar örerek kendini gerçekleyebilmesine olanak vermiştir. Bu sınırların zorlandığı tarihsel deneyimler, bu deneyimlerin ortaya çıkardığı yeni düşünsel çabalar, bu “sınırlanamaz doğayı” görmek açısından çok önemli.
Ekoloji mücadelesindeki bu durum, anarşizm ideolojisinin kökenleri itibariyle ekolojiyle ilişkisine dayanır. Kropotkin’den Reclus’ye “insan merkezcil bakış açısı”na yönelik eleştiriler, anarşist düşüncenin ve toplumsal devrimin en önemli noktasında durur. Yine Kropotkin ve Bakunin’in endüstriyelizm eleştirileri, üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin doğayla uyumlu bir şekilde örgütlenmeleri vurgusu, merkezi planlama eleştirileri, (bir grup radikal ekoloji teorisyeni bu durumu ısrarla görmezden gelmeye, yok saymaya çalışsa da) klasik anarşizm ve radikal ekoloji arasındaki kökensel birlikteliği ortaya koyar.
Yaşamın sadece insanı temel alacak şekilde değil, tüm varlıklarla uyumlu olacak bir şekilde örgütlenmesi gerekliliği, anarşist ideolojinin kökenini oluşturan metinlerden kolaylıkla bulunabilse de anarşistler ekoloji meselesine ilişkin güncel düşünsel ve eylemsel katkılardan geri kalmadılar. Özellikle “yeşil sendikalizm” ya da “sendikal ekoloji” tartışmaları bu katkılardan önemli bir tanesidir.
Yeşil Sendikalizm/Sendikal Ekoloji
Ekoloji ve sendika kavramlarını yan yana getirmek birbiriyle ilgisi olmayan iki kavramı beraber düşünmek gibi görünse de özellikle anarko-sendikalizm ve radikal ekoloji arasındaki benzerlikleri görmeye olanak sağlar. Desantralizasyon ve merkeziyet eleştirileri, yerellik, doğrudan eylem, özyönetim, federalizm vb. meselelere ortak bakış açısının yanı sıra Avrupa ve Kuzey Amerika’daki bazı sendikaların ekoloji hareketleri içerisindeki pozisyonu, ekoloji ve sendikalizm arasındaki bağı kuvvetlendiren etmenlerdir.
Sendikalizm derken kastedilen doğaldır ki mevcut sistem içerisinde ufak kazanımlara odaklanan, uzun erimde toplumsal devrim iddiası olmayan, “iyi kapitalizm olabilir” mantığıyla işletilen sarı sendika, bürokratik sendika gibi isimlerle adlandırılan sendikal mücadele tarzı değildir. Yeni üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin şimdi, şu anda oluşturulmasını esas alan, merkeziyetçi, otoriter, hiyerarşik olmayan; özyönetimi esas alan bir hareketin ideolojisi olan anarko-sendikalizmdir. Yeşil sendikalizmin, IWW (Dünya Endüstri İşçileri Birliği) tarafından 1990’lı yıllarla beraber kavramsallaştırılması bu açıdan önemlidir. Bu, anarko-sendikalist düşüncenin içerisinde, sadece ekoloji meselesine dair bir açılım değildir. Bütüncül bir mücadele hattında düşünmenin, toplumsal devrimin pratiğe nasıl geçirilmesi gerektiğinin bir uzantısıdır. Mevcut süreç içerisinde sanki iki farklı mücadele alanı gibi görünen şeyin aslında kaçınılamaz birlikteliğidir. Toplumsal hareketler arasında böyle birliktelikler kaçınılmaz gerekliliktedir. İktidar mekanizmaları ve iktidarlı ilişki biçimlerini nasıl birbirinden ayıramıyorsak bunlara karşı mücadelelerde de bütüncül bir mücadeleyi hedeflemek rastlantı olamaz.
Anarşist Sendikalar ve Ekoloji Mücadelesi
Yeşil sendikalizm, ilk kez söylemsel düzeyde 1990’larda Fransa CNT’sinde (Confédération Nationale du Travail) belirginleşti. “İnsanın olduğu gibi doğanın da sömürülmediği bir gelecek” için mücadele, ekolojiyi sendikal mücadele içerisinde bir yere konumlandırıyordu. 2001 yılında CGT’nin organize ettiği uluslararası bir toplantı gerçekleşti. Aralarında CNT ve SAC’ın (İsveç İşçi Örgütü) da olduğu onlarca sendika ve örgüt bu toplantıya katıldı. Toplantıda Uluslararası Özgürlükçü Dayanışma (LIS) koordinasyonu kuruldu. “21.Yüzyılda Nasıl Bir Anarşizm?” sorusuna cevap aramak için yola çıkan LIS, ekoloji mücadelesinde ekonomik ve politik dayanışma, kooperatifler vb. birçok alanı kendine konu eden bir koordinasyondu.
90’lı yılların başında, anarşist ekoloji dergisi/hareketi Earth First! ve IWW (Dünya Endüstri İşçileri Birliği) Kuzey California ormanlarının savunulması için bir araya geldi. Bu noktada IWW’nin örgütlenme ve saha deneyimlerinden yararlanıldı. Radikal ekoloji hareketinin anarko-sendikalizmin deneyimleriyle harmanlanmasının nasıl olumlu sonuçlar doğurabileceğine odaklanıldı. Bunu yapmak, özellikle işçi kıyımlarının yoğun olduğu kereste sektöründe çalışan işçiler ile orman katliamlarına karşı olan doğa savunucularını şirketlere karşı bir araya getirebildi. İşçiler ve doğa savunucularını karşı karşıya getirmek, şirketlerin kullandığı en önemli yöntemlerden biriydi. Earth First ve IWW, Kuzey California’daki Headwaters Ormanı’nda gerçekleştirilmesi planlanan katliamı engellemişti.
Judi Bari
IWW ve Earth First! örgütlerinin yakınlaşması, eylem birlikteliği ve yeşil sendikalizm deneyimlerinin arkasındaki önemli isimlerden birisi Judi Bari’dir. IWW ve Earth First!’ün beraber gerçekleştirdikleri eylemlerin ilham verici eylem gücünü örgütleyenlerden birisiydi. Özellikle Kuzey California’da orman katliamı yapan şirketlere karşı gerçekleştirdikleri yaşam mücadelesi ve bu şirketlerin işçilerinin örgütlenme mücadelesi, coğrafyanın farklı bölümlerine mücadelenin yayılmasını sağladı. 1990 Mayısı’nda Judi Bari ve diğer bir yaşam savunucusu Darryl Cherney’nin araçlarında uğradığı bombalı suikast, bir dizi şirket ve FBI yöneticisinin kirli birlikteliğini ortaya koydu.
1991’de IWW, 1908’den beri kullandığı tüzüğü değiştirmeye karar verdi. Tüzük artık şöyle başlıyordu; “İşçi sınıfı ve patronların hiçbir ortak noktası yoktur. Milyonlarca çalışan insanın ihtiyaçları karşılanamıyorken, açlık mevcutken; bunların sebebi olan patronlar her şeyin sahibi iken iki sınıf arasında barış olamaz. Bu iki sınıf arasındaki mücadele, dünyadaki tüm işçiler bir sınıf olarak örgütlendiği, üretim araçları işçiler tarafından kontrol edildiği, ücret sistemi ortadan kaldırıldığı ve dünyayla uyumlu bir şekilde yaşanmaya başlandığı zamana dek sürecektir.”
Ekoloji vurgusu, izlenen politik perspektifin başat noktalarından birinin doğayla uyumlu bir yaşam olduğunu açıkça gösteriyordu. Kapitalizmin sömürdüğü tek şeyin emek olmadığı, doğanın ve insan-dışı türlerin de bu sömürüye maruz kaldığı dile getiriliyordu.
Yeşil Sendikalizm Neyi Savunur?
Yeşil sendikalizm teorisi ve hareketi, hem ekoloji hem de emek düşünce ve hareketinin içerisinde önemli bir yer teşkil eder. İşçilerin politizasyonunun iş tecrübeleri ve çalışmayla değil, aslında buna rağmen gerçekleştiğini savunan yeşil sendikalizm, işçilerin radikal değişimlerinde “üstesinden gelmeleri” gereken şeyin işçi kimlikleri olduğunu varsayar.
Anarko-sendikalizm tarihi, sınıf mücadelesinin fabrika düzeyinde yürütülen talep mücadelesinden fazlası olduğunun tarihidir. İşin bürokratik kontrolüne yönelik düşmanca tavır, yerele özgü olma, kendiliğinden militanlık, doğrudan eylem… Anarko-sendikalizmin bu yöntemleri, radikal ekolojinin de önemsediği yöntemlerdir. Anarko-sendikalizm için karar alma süreçlerinde konsensus, katılım, diyalog, yerellik ve özerklik ne kadar önemliyse radikal ekoloji hareketleri için de durum böyledir.
Anarko-sendikalizmin önemli isimlerinden Fernand Pellutier, fikirlerin, devrimci dönüşümü sağlamadaki etkisinin ekonomik süreçlerden daha fazla olduğunu düşünüyordu: “Kapitalist iktidarın temeli, ideolojik ve kültürel egemenliğe dayanır”. Pellutier, toplumsal ilişkileri yeniden inşa etmenin, işçilerin, kapitalist kültürle mücadele aracı olarak devrimci kimlik ve kültürlerini geliştirmeye başladığında mümkün olacağını savunur.
Böyle bir bakış açısıyla anarko-sendikalist hareket; devrimci dönüşümü, kimlik ve kültür üstünden inşa etme savunusuyla ekonomik olmaktan çok, ekoloji hareketi gibi yeni toplumsal hareketlerle benzerlik gösterir. Ayrıca otonom, hiyerarşi karşıtı ve tabana dayalı olma gibi özellikleriyle de yeni toplumsal hareketlerle benzer noktalara değinir.
IWW’nin işçi mücadelelerinde kullandığı eylem, sabotaj, yavaşlatma, planlı verimsizlik gibi bir dizi taktik, ekoloji hareketi içinde kullanılır bir hal aldı. IWW’nin daha önceki başka toplumsal hareketlerle teması (IWW özellikle ırka dayalı ayrımcılıkların yaşandığı endüstriyel şehirlerde ırkçılık karşıtı mücadele içinde de yer aldı), ekoloji hareketiyle temasında önemli bir fayda sağladı.
İşçilerin “iş”e ilişkin karar alma süreçlerine katılımının engellenmesinin ekolojik örgütlenmeler için önemli bir engel olduğu fark edildi. İşçi kontrolü olmadığı takdirde, işçiler farkında olmadıkları sonuçları olan görevlerin yerine getirilmesi noktasında zorlandılar. Özellikle doğrudan doğa katliamı uygulayan şirketler, işçilere işten çıkarma şantajı uygulayarak işlerini zorla yaptırma teknikleri uyguluyordu. Buradan çıkarılacak sonuç, işçilerin örgütlenmesi gerektiğiydi.
Yeşil sendikalist işçi örgütü anlayışı, ana akım sendikacılığın hiyerarşik, merkezileşmiş, bürokratik yapılarını reddeder; kapitalist “iş”e karşı daha geniş bir mücadeleyi savunur. “Kapitalist iş” ekolojik tahribata yol açıyorsa işçiliğin kaldırılmasını savunmayı paradoks olarak görmez. “İş”in radikal değişimini savunur.
Ekolojiyle uyumlu bir şekilde gıda, ulaşım ya da enerji üretimini savunur. Merkezi olmayan, yerel, doğrudan demokratik çalışmalar düzenler. Yeni bir ekonomik sistemin ve karar alma sürecinin olması gerektiğini savunur.
Yeşil sendikalizm, sanayinin seri üretim tekniklerinin ekoloji ile bağdaşmayacağını düşünür. Sadece anti kapitalist olmanın, ekoloji yanlısı olma anlamına gelmediğini savunur. Kapitalist üretim ilişkilerini sona erdirmek, radikal değişimin önemli bir yönüdür. Ekolojik kaygılar ekonomi sorunundan ayrılmaz. Doğa, üretim, işyeri aynı kapsamın kavramlarıdır.
Marksizme ve sendikalizme, sadece “işçi”ye yükledikleri anlam açısından karşı çıkmaz; büyük ölçekli, merkezi, seri üretimi savundukları için de karşı çıkar. Doğaya dönüş fikrini savunan düşünce akımlarına ve derin ekolojistlerin küçük köy merkezli yaşama dönme fikirlerini reddeder. Endüstrinin toksik kalıntılarının etkisinin görmezden gelinemeyeceğini düşündüğü, endüstriye ilişkin bir hamlenin yapılması gerekliliğini savunduğu için ekoloji içerisindeki bu düşüncelerden ayrılır.
Üretici konumda bulunanların hem kültürel hem de ekoloji olmak üzere çok sayıda değişimde görev alması gerektiğini savunan yeşil sendikalizm, radikal ekolojinin artık işçileri dışlayamayacağını söyler. İşçilerin kapitalist işleyişe direnme, meydan okuma, hatta iş bırakma olanaklarını arttırmayı teşvik eden düşünce, ekolojik sınırlara saygısızlık gösteren devletlere ve onların sınırlarına da karşıdır. Devletlerin yerini biyo-bölgesel toplulukların merkezileşmemiş federasyonunun alması için mücadele eder.
Doğa ile insan ilişkileri, radikal mücadele için çok önemli ve zor sorular doğurmaktadır. Kapitalizm altında bu ilişkiler, doğanın ve emeğin metalaştırıldığı; kaynaklar ve işler şeklini aldığı biçimde sürdürülür. Yeşil sendikalizm düşüncesi ve hareketi bir yandan kapitalizmin bu ilişki biçimlerini yok etmek için uğraşırken; farklı toplumsal hareketlerin iktidar mekanizmaları ve ilişkilerine karşı nasıl dayanışma mecraları oluşturabileceğini ve daha ötesi, bütüncül bir hatta bu mücadelenin nasıl verilebileceğinin en önemli örneklerinden biridir.
Hüseyin Civan – Patika Dergisi 3. Sayı