Bir ses var, durmak bilmiyor. Saat 6.45 ve baş ucumda durmadan çalan alarmın rezalet sesini duymak istemiyorum. Bana gitmem gereken bir okul olduğunu hatırlatıyor. O yüzden alarmı kapatıp son ses hoparlörün sesini açtım. Şimdi duyduğum ses Pink Floyd. Karşı koyuşun sesi “Eğitilmeye İhtiyacımız Yok!”. Şimdi zihnim bu ritimle yeraltına iniyor. Sabah 6: 45’ ten, uyanmak zorunda olmaktan, üzerime giydiğim o gömlekten, kravattan, hepsinden nefret ediyorum. Şimdi ben de ritme ayak uyduruyorum: “Düşüncelerimizin Kontrol Edilmesine İhtiyacımız Yok.”
Akbil doldur, otobüse bin, cam kenarındaki koltuğa otur, başını cama yasla ve ineceğin durağa kadar uyu… Hayatım bir otomat gibi geçip gidiyor, parayı at çalışsın… Hayal ediyorum şimdi: John Lennon’ın Imagine şarkısını dinleyip “Hayal et, bir hayalci olduğumu düşünebilirsin, umarım sen de bir gün bize katılırsın” sözünü düşünüyorum, özgürlüğü düşlüyorum, elimdeki kitaba bakıyorum Goethe “Hiç kimse kendini özgür sananlardan daha fazla köleleştirilememiştir’’ diyor. Düşünüyorum. Hayallerime dalıp gitmişken, o ses uyandırıyor beni: bir sonraki istasyon… Ne bir sonraki istasyonda ne de hiçbir istasyonda inmek istemiyorum, çünkü bu otobüsün gittiği her istasyonun sonu okula çıkıyor. İstemiyorum.
Herkesin benden bir beklentisi var: Okuyup onların istediği gibi bir hayatı yaşamak. “Sizin beklentilerinize göre yaşamak zorunda değilim’’ diyen Bruce Lee gibi hissediyorum. O yalnızca bir kung fu ustası değil…
Otobüsten iniyorum. Ayaklarım geri geri gitmek istiyor. İşte, yine lanet okulun kapısındayım. Bizden birini cezalandırıp tüm gün egosunu tatmin etmeyi bekleyen öğretmenlerden biri, beni gözüne kestirdi şimdiden. Öğretmenin zafer dolu pis sırıtmasına bir sözüm var: “Sahip olduğun onca güce rağmen beni korkutabileceğin hiçbir şey yok.” diyemiyorum, dilimin ucuna kadar geliyor, ancak bir şey durduruyor beni. Zil çalıyor, herkes derse. Aklıma takıldı. İçten içe rahatsız oluyorum. Neydi beni durduran o şey, neden o öğretmen bozuntusuna haddini bildirmedim?
Nefretim daha da artıyor. “Kanserle sistem aynı şey” Kazım Koyuncu’nun da dediği gibi. Bu sistemden nefret ediyorum. Nefretim giderek öfkeye dönüşüyor. “Öfkeliyiz, çünkü hiçbir şeyi seçmiyoruz, yalnızca katlanıyoruz.’
Ama katlanmamalıyız! Öğretmen sınıfa her girdiğinde ayağa kalkmak zorunda değiliz.Yapmak istemediğimiz şeyleri yapmak zorunda değiliz. Oysa Bakunin, ne doğru söylüyor ‘’Her emir özgürlüğün suratında patlayan bir tokattır.” Neden her defasında bu tokatı yiyoruz suratımıza?
Birçok şey değişiyor biz o tokatı yediğimizde, itaat ediyoruz yavaş yavaş. Korktukça korkumuzla yüzleşmemiz imkansızlaşıyor. Matematik dersinde, matematik dinlemekten daha güzel şeyler dinliyorum: “Senin en büyük düşmanın korkudur.” diyor Sepultura, “Reddet Karşı Koy.’’ Karşı koymayı düşündüğümde fark ediyorum ki benim aradığım ne matematik ne coğrafya ne de bize ezberletilen düşüncelerde. Benim istediğimse özgürce yaşadığım bir dünya.
Özgürlüğü dillendirenler sözleriyle ilham veriyor bana.