“Herkesin hayallerini süsleyen Disneyland… Oteller, restoranlar, mağazalar, yüzme havuzları, Disney stüdyoları, binlerce oyuncak… Evet burası bambaşka bir dünya. Ve bu dünya sadece çocuklar için değil. Bu dünya yetişkinler için. Bu dünya ‘yeni dünya’ için.”
Platon, bir mağarada zincirlenmiş halde bulunan insanların gölgelerinden söz ederken, bu insanların gördüğü gölgelerin ve mağaranın dışındaki yaşamın birbirleriyle karşıtlığını sanı (doksa) ve bilgi (episteme) olarak ifade eder. Platon’un bu metaforundan binlerce yıl sonra, günümüzde bile, bu karşıtlık bir sorgulama biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Platon’dan Baudrillard’a felsefenin gelişim sürecinde toplum da değişmiş, dönüşmüş; bambaşka bir hal almıştır. Baudrillard, işte bu bambaşka toplumu eleştirmek üzerinden felsefesini şekillendirir. Eleştirilerini, yaşamımızın her alanını kapsayan ve hapseden “Batı” toplumuna yöneltir. Artık kapitalizm farklı bir boyut kazanmıştır, teknolojinin “ilerlemesiyle” insan ilişkileri ve günlük yaşam tamamen değişmiştir. Bu dünyada artık gerçeklik yoktur. Bu düşüncesini kuramsallaştırdığı kitabı “Simülakrlar ve Simülasyon”dur.
Simulakr; basit anlamıyla, bir olay veya nesneyi varmış gibi yapmaktır. Simülasyon ise gerçek olmayan ama gerçeği temsil eden göstergedir. Hiper-gerçeklik olarak da adlandırılır.
Kitaptan en çok akıllarda kalan örnek, kuşkusuz küçük bir Amerika tasviri olan Disneyland’tir. Ona göre burası, bütün simülakrlar düzeninin iç içe geçtiği kusursuz bir modeldir. Baudrillard burada akıllara şu soruyu getirir: “Gerçek olan hangisi? Amerika mı Disneyland’tir, Disneyland mi Amerika’dır?”
“Burada Amerika’nın sahip olduğu tüm değerler minyatürleştirilmekte ve çizgi filmler aracılığıyla çoğaltılarak kendilerinden geçmektedir. Tıpkı içi doldurularak süs eşyasına dönüştürülen vahşi hayvanlar gibi…”
İçinde yaşadığımız sistemde günlük hayatlar ve insanlar arası ilişkiler dönüşmüştür. Büyük bir anlam kaybı, içinde yaşanılan zamana damgasını vurmuştur. Gelişen teknoloji, tüketim toplumu, bilginin iktidarı ve bilginin aktarım araçları olan medya ve iletişim araçlarının etkisinde yeni bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu anlatır Baudrillard. Sosyal medya gibi araçların yaşantılarımızda iyice belirgin hale gelmesiyle, bunları kullanmadığımız takdirde görünürlüğümüzün ortadan kaybolduğunu vurgular. Gerçek olmayan bir gerçeklik eleştirisidir Baudrillard’ın yaptığı.
Simülasyon teorisi, Avrupa hegemonyasında gelişen rasyonalizme ve onun “doğru” bilgi ilan ettiklerine bir karşı çıkıştır aynı zamanda. Nietzscheci geleneği takip ederek Batılı düşünce geleneğiyle yüzleşmektir Baudrillard’ın yaptığı. Bu düşüncenin yarattığı kültür, kapitalizm aracılığıyla kendini dünyanın her tarafında bu kadar belirgin bir şekilde açığa çıkarken, içinde yaşadığımız düşsellikle gerçeklik arasındaki bağın koptuğu “matrix”i sorgulama çabasıdır.
Baudrillard, hakikatın yok olduğunu ilan eden filozoftur. “Gerçek, gerçekten gerçek mi?” sorusu, neyin gerçek olduğunu ya da neyin gerçek olmayıp da gerçekmiş gibi kabul edildiğini sorgulamayı barındırır. Konuştuklarımızı, izlediklerimizi, dinlediklerimizi, düşündüklerimizi, tükettiklerimizi… Bir düşün! Gerçek olan hangisi?
Merve S