2019 yılının son üç ayına giriyoruz. 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999’da gerçekleşen, merkez üsleri Gölcük ve Düzce olan Doğu Marmara Depremi sonrası, “Büyük İstanbul Depremi” için “öngörülen” kabaca 30 yılın 20 yılı geride kaldı. Son üç gündür Silivri merkezli gerçekleşen, önce 4.6 sonrasında ise 5.7 gibi orta ölçekte büyüklüğü aşan depremler, İstanbul’da yaşanması muhtemel depremi tekrar konuşulur hale getirdi.
Silivri merkezli yaşanan bu sarsıntılar, aslında olası İstanbul depremiyle birlikte konuşulan ve yüksek sesle dile getirilmesi gereken şeyin salt depremin yıkıcı etkisinin değil, kapitalizmin rant ve kar hırsının öldürücü etkisinin hissedilir hale geldiğini ortaya koydu. Deprem anında halkın toplanma alanlarından 478 tanesinden 405’inin imara açılarak toplanma alanları olarak mezarlık alanlarının gösterilmesi sözünü ettiğimiz bu “öldürücü etkiye” son derece somut bir örnek olarak belirginleşti. Bu alanlar arasında 2013 yılında coğrafya çapında bir direnişle, devlet ve kapitalizm tarafından talan edilmesi önlenen Taksim Gezi Parkı da bulunuyordu. İmara açılan alanlara ise kapitalizmin, içinden geçtiğimiz süreçteki alameti farikaları olan AVM ve rezidanslar inşa edildi.
Kapitalizm yaşayacağımız bütün alanları yok ederken depremde hayatta kalabilmek için kaçacağımız bir iki açık alanı da yok ediyor. Deprem değil kapitalizm öldürüyor.