Yalova, haritanın en küçük şehri olmasına rağmen kapitalizmin gözünden ve planlarından kaçmıyor. On tane taş ocağı, yapılması planlanan OSB ve Termik Santral projesiyle şirketlerin iştahını kabartıyor. Taş ocağının bulunduğu Güneyköy’de ise durumun farkında olanlar direnişi örgütlüyor. Güneyköy’de direnişin ilk gününden bu yana mücadelenin içinde olan Samanlı Dağları Koruma Derneği’nden Hakim Menteş ile buluşup bir röportaj gerçekleştirdik.
– Merhaba. Yalova’da bir süreden beri taş ocaklarına karşı mücadele verildiğini biliyoruz. Siz de başından beri aktif olarak bu mücadelenin içindesiniz. Taş ocaklarının bölge halkının yaşantısıını nasıl etkilediğinden bahsedebilir misiniz ?
İnsanlar çoğunlukla direkt olarak gördüklerinden etkileniyor. En bariz göze çarpan etkisi toz. İnsanlar birincil olarak tozdan şikayet ediyorlar. Aynı zamanda tozu yaratan araç trafiği de bir diğer şikayet konusu. Güneyköy ve Paşakent bölgesinde bulunan bu şirketler şu anda bile günde 50-60 tane kamyon doldururken beklenilen kapasite artırımı sonrasında bunun 4 katına çıkacağı ortada. Ayrıca bizi endişelendiren bir diğer konuda yapılacak olan patlatmalar.Bu bölgede yaşayan biri olarak benim çevremde gördüğüm etkiler bunlar.
–Yalova’da büyük bir su sorunu yaşanıyor. Taş ocaklarının suya verdiği zarar hakkında ne düşünülüyor ?
Suya direkt etkisi olduğu düşünülmüyor. Yeraltı sularının yön değiştirmesi ya da yok olması hakkında halkın bir bilgisi olduğunu düşünmüyorum. Genel algı nüfusa ve iklime bağlanıyor. Şirketlerin ya da devletlerin harcamaları ve talanları bir şekilde yok sayılıyor. Oysa alan genişletme işlemi sırasında hem yeraltı suları olsun hem de mevcut insanların içme kaynaklarından çekilen su olsun büyük bir sorun teşkil etmekte. Günde ortalama 117 ton şebeke suyu bu yapılan çalışmalarda harcanacak, bununla kalmıyor da yapılacak patlamalarda yer altı su kaynakları da yok olacak.
–Yalova’da taş ocaklarının varlığını biliyoruz. Ayrıca bu bölgede yeni taş ocakları da açılıyor. Ya da kapasite artırımına gidiliyor. Toplam kaç taş ocağı aktif ve nasıl projeler var? Biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında yeni açılmaktan öte genişletme projeleri bulunuyor. Bu bölgede bir kaç yıl önce daha fazla taş ocağı vardı. Bunların birçoğu kapatıldı. Sebebi çevreye verdiği zarar değil talep azlığıydı. Bölgeye kurulan tersane yeterli talep oluşturmadı. Benim bildiğim Yalova’da aktif 8-10 tane taş ocağı var. Ruhsat ise yüzlerce. Talep olduğu takdirde açılmasına imkân sağlanmış. Bu insanlar, bu ruhsatları boşuna almıyor. İzmir-İstanbul arası yapılacak olan köprüden sonra doğacak talebe göre işletmelere açacaklar. Ruhsat ne de olsa bir maliyet. Bu maliyeti boşuna ödemiyorlar. Kar bekledikleri için bu alanları ellerinde tutuyorlar.
–Peki bu projeler hangi bölgeleri etkileyecek?
Bölgelerden biri benim de köyüm olan Güneyköy. Zaten konuşlandıkları bölge de burası. Bununla beraber Soğucak, Sugören, Hamzalı, Yalova’nın mahallesi olarak geçen Paşakent mahallesi ve Esadiye ilk etkilenecek köy ve mahalleler olacak. Fakat bu saymış olduğum bölgeler kısa dönemde etkisini göstereceği alanlar. Uzun vadede yaşanacak su kaynakları sıkıntısı, toz ve ekolojik dengenin yok oluşu Yalova’yı hatta sınır ilçemiz olan Orhangazi’yi de etkileyecek.
–Peki bu projeler hayata geçerse Yalovalıları ne bekliyor?
Birinci etkisi su üzerinde olacak. Su kaynaklarımız gitgide azalıyor. Geçen yazdan bunu gördük. Yazın bir ay boyunca belli aralıkla su verilebildi evlere. Kimi basın bunu dile getirdi. Geçmişin su şehri olarak anılan ve İstanbul’daki su sıkıntısında içme suyu sağlayan bir kent, aradan geçen 20 yıl içerisinde su kaynaklarını kaybeder hale geldi. Taş ocakları bulunduğu bölgede değil çok daha geniş alanlarda katliama sebep olan bir işletme. Bölgede yaşayan insanlar üzerinde çok büyük etkileri var. Mesela benim annem 15 yıl önce bütün sülalemize yetecek kadar ürün alıyordu. Şu anda aldığımız bütün ürün kendimize zor yetiyor. Yani 15 yıl içerisinde gözle görülen bir fark oluştu.
–Bugüne kadar taş ocaklarına karşı neler yaptınız ? Bundan sonra neler yapmayı düşünüyorsunuz ?
Bu güne kadar yürüyüş, miting, ve imza kampanyası yaptık. Yani aktif olarak yol kapama, ya da fiziki bir temasta bulunmadık. Gelecek süreçte bölge insanını dahil edebileceğimiz oradaki insanları da içine katabilecek bir festival programımız olacak. Buradaki asıl amacımız farklı mahalleler ve köylerdeki insanları da bu sürece dahil etmek. Bu farkındalığı sağlamak. Çünkü yerelde birliktelik oluşmadığı takdirde diğer mücadelelerde gördüğümüz gibi herhangi bir sonuç alınamaz.
–Yaptığınız etkinliklere yöre halkının yaklaşımı nasıl?
Benim bulunduğum köyde yani Güneyköy’de durum biraz farklı. İşletmecilerin bir kısmı köyümüzün insanı ve geniş bir aile. Bundan dolayı destekleyenler de var. Durum böyle olmasına rağmen köyümüzün %70 ‘i taş ocaklarına karşı. Fakat bu, geri kalan herkesin aktif olarak mücadele ettiğini göstermiyor. Bir kısmı karşı olmasına rağmen bu durum karşısında ses çıkarmıyor. Yani bu durum göz önüne alındığında köyün hemen hemen 3’te 1’i diyebiliriz
–Patika dergisi olarak verdiğiniz meşru mücadeleyi selamlıyoruz ve bu mücadele sürecinde yanınızda yer alacağımızı belirtmek isteriz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Vermiş olduğunuz destekten dolayı teşekkür ediyoruz. Burası sadece bizim değil, tüm canlıların yaşam alanı. Bu alanlar için hep beraber mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu süreçlerde deneyimlerin paylaşılması, kurulacak birliktelikler her zaman daha fazla güç demektir. Şirketler bu güçleri yaptıkları katliamlardan kazandıkları para ile sağlarken bizlerin sadece çıplak elleri ve yaşamı savunan yürekleri var. Fakat bunlar birleştiğinde hiçbir şirketin ya da devletin bunları satın alabileceğini ya da yıkabileceğini düşünmüyorum.
Röportaj: Cüney Avcı – Patika Dergisi 2. Sayı