“Sürdürülebilir bir kalkınma için yenilenebilir enerji” söyleminin içeriğini gerçek manada incelemek, bugün Kyoto Protokolü ile karşımıza çıkan, ancak önümüzdeki süreçlerde bu ve benzeri birçok anlaşma ve bu anlaşmaların ‘imzalanması’ için verilecek olduğunu bildiğimiz suni mücadeleleri yorumlamak açısından, oldukça önem taşımaktadır.
1992’de Rio de Janeiro’da (Brezilya) gerçekleştirilen Dünya Zirvesi’nde kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) eki olarak kabul edilen, 1997’de Kyoto’da (Japonya) çerçeve metni hazırlanan Protokol, Mart 1998’de devletlere imzaya açılmış, detaylı kurallar ise 2001 yılında Marakeş’te (Fas) kabul edilmiştir. Protokolün yürürlüğe girmesi için aranan 2 şarttan biri olan ‘taraf devletlerin dünya toplam emisyonunun %55’ini oluşturması gerektiği’ kuralı, Şubat 2005’te Rusya’nın Protokole taraf olmasının ardından sağlanmış ve Protokol resmen yürürlüğe girmiştir.
Kyoto Protokolü, fosil yakıt tüketiminin küresel manada yarattığı tehditlerin ciddi çıkmazlara girmesinin ardından, dünyadaki ‘hava kirliliğinin’, yani salınan zararlı gazların emisyonundan doğan tahribatın telafisi için, karbon ticareti- kirli hava ticareti de denilebilir-, yenilenebilir enerji vb. yöntemlerle doğayı bir pazar haline getirerek, bütün bir doğanın metalaşmasını çare olarak sunan mekanizmadır. Protokol, ‘ortak ancak farklılaştırılmış sorumluluklar’ (common but differentiated responsibilities) ilkesini getirerek, farklı yükümlülükteki ülkeler için farklı listeler oluşturmuştur:
1) “EK 1 Listesi” 1992 yılında OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) üyesi olan sanayileşmiş ülkeler ile piyasa ekonomisine geçiş sürecinde olan ülkeler, Rusya Federasyonu, Baltık ülkeleri ve bazı Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri kapsamaktadır.
2) “EK 2 Listesi” teknoloji transferi ve mali yatırımları yerine getirmekle yükümlü olan ülkeleri belirtmektedir.
3) “Ek A Listesi” küresel ısınmaya yol açan ve sera gazı emisyon oranı azaltılmaya çalışılan gazlar ve bu gazların emisyonuna neden olan sektörler açıklanmaktadır.
4) “EK B Listesi”, EK 1 listesinde yer alan ülkelerin 2008-2012 yılları arasında ulaşmaları gereken emisyon miktarlarının belirtildiği listedir.
Türkiye 26 Ağustos 2009 yılında Kyoto Protokolü’ne taraf olmasına rağmen, protokol kabul edildiğinde sözleşmeye taraf olmadığı için, EK B listesinde yer almamış ve ilk yükümlülük dönemi olan 2008-2012 yılları arasında kendisine düşen sayısallaştırılmış sera gazı emisyonu azaltım yükümlülüğünü almamıştır. Türkiye, bugün Sözleşme’de Ek-I Listesinde olan ancak Protokol’de Ek-B Listesinde yer almayan tek ülkedir.
Sistemin mevcut ‘sınırsız üretim ve tüketim’ sarfiyatından vazgeçmek yerine, sınırsız bir şekilde kâr etmek için, ‘temiz havayı’ satmayı çözüm olarak sunan bu sertifikalı kredi sistemi, uluslararası karbon ticareti hamlesiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Kuruluşunda ilk olarak taraf devletler açısından kendi mevcut emisyon salınımlarının 1990’daki oranlarından en az %5 oranında azaltıma gidilmesi yönünde bir yükümlülük veren Kyoto protokolü, Birleşik Devletler’in araya girerek devletlerin yükümlülüklerinin icrası konusunda ‘esnekliklere’ gereksinim duyulduğunun belirtmesinin ardından, ‘azaltım kolaylaştırıcı’ 3 adet esneklik mekanizmasını devreye sokulmuştur:
1. Temiz Kalkınma Mekanizması (Clean Development Mechanism – CDM)
2. Ortak Yürütme (Joint Implementation – JI)
3. Salım Ticareti (Emissions Trading – ET)
Temiz Kalkınma Mekanizması , Protokol kapsamında salım sınırlama veya azaltım yükümlülüğü bulunan bir taraf ülkenin (EK-B Tarafı), gelişmekte olan ülkelerde (EK-I Dışı) salım azaltım projesi uygulamasına izin vermektedir. Bu mekanizmanın amacı salım azaltım yükümlülüğünü karşılayamayan ülkelerin yükümlülüklerini sağlamasına yönelik yatırım yapılması ve gelişmekte olan ülkelerin ‘temiz’ sürdürülebilir kalkınmalarını gerçekleştirebilmeye yönelik teknoloji aktarımında bulunabilmesidir. Bu şekilde sunulan projelerin geçerli bulunması halinde, İcra Kurulu projeyi kaydedecek ve projenin değeri olan “Karbon Kredisi” ya da “Sertifikalandırılmış Emisyon Azaltımı” (CER) kayıtlara geçecektir.
Ortak Yürütme Mekanizması, Protokole taraf olmuş, ancak kendi emisyon azaltım yaptırımlarını tam olarak karşılayamayan ülkelerin, ‘Emisyon Azaltım Birimleri’(ERU) kazanmak için başka bir Ek 1 ülkesindeki emisyon azaltım projelerine katılmasına olanak sağlayan mekanizmadır. Kazanılan ERU, EK 1 listesinde yer alan ve EK B listesinde kendi yükümlülüğüne tahsis edilmiş oranlar bazında, kendi ‘Belirlenmiş Emisyon Birimleri’ne (AAU) eklenir.
Emisyon(Salım) Ticareti, tamamı piyasaya yönelik hareket eden, kendi emisyon azaltım yükümlülüklerini yerine getiremeyen ülkelerin, Emisyon Ticareti yapmasına olanak veren bir hamledir. Emisyon ticareti yapma doğrultusunda taraflar, Protokol kapsamında edindikleri üç birimi Emisyon Ticareti Sistemleri’nde satabilmektedirler:
● Kendilerine belirlenmiş emisyon azaltım yükümlülüğü olan ‘Belirlenmiş Emisyon Birimleri’nin (AAU) kullanmadıkları birimleri
● Temiz Kalkınma Mekanizması’ndan kazandıkları, Sertifikalandırılmış Emisyon Azaltımları (CER)
● Ortak Yürütme Mekanizması’ndan kazandıkları Emisyon Azaltım birimleri (ERU)
Bununla birlikte, Protokol’e taraf olmayan ülkelerin, yenilebilir enerji ve enerji verimliliği programlarının geliştirilmesi veya birleştirilmesi amacıyla yatırım yapan ülkelerin, iş dünyasından, yerel yönetimler, STK ve bireylere kadar ilgili her kesimin karbon denkleştirme amacı ile katılım sağlayabileceği bir yöntem olarak “Gönüllü Karbon Piyasaları”oluşturulmuştur.
Türkiye Kyoto Protokolü işletilmeye başlandığında henüz taraf olmadığı için Ortak Yürütme Mekanizmalarından yararlanamamakta ve Ek I ülkeleri listesinde yer alması dolayısıyla da Temiz Kalkınma Mekanizması (Clean Development Mechanism) dahilinde projelere ev sahipliği yapamamakta, sadece Gönüllü Karbon Pazarı’nda yer alabilmektedir.
Türkiye özelinde çoğunlukla ‘yenilenebilir enerji’ sektörüne yatırıma bağlı olan bu gönüllü pazarın, ülkedeki sürdürülebilir kalkınmanın temiz bir şekilde icra edilmesine yönelik olduğu iddia edilen karbon denkleştirme programlarının standartları, aralarında Greenpeace, WWF’in de bulunduğu 60 kadar ‘çevreci’ kurum tarafından geliştirilmiştir. (bkz: Gold Standard)
Kyoto, kimin protokolü?
Genel hatlarıyla işleyişini açıkladığımız bu programın, aslında hiç de göründüğü kadar ‘temiz’ bir yüzü olmadığı, metni dikkatli okuyanların dikkatini çekecektir. Zira ‘temiz bir dünya’ için ‘karbon ticareti’ tablosu çizen Kyoto Protokolü’nün, aslında kısa vadede fosil yakıt tüketimi ve dolayısıyla kapitalist üretim biçiminden kat’i suretle vazgeçemeyişinin, aksine bu ‘sınırsız’ üretim biçimini devam ettirebilmek için kâr odaklı büyüme ve kalkınma programlarını ancak ve ancak havayı, suyu, ormanları -yani yaşamın tümünü- kredi unsuruna dönüştürerek devam ettirebildiği görülmektedir.
Bugün dünyada Kyoto Protokolü’ne taraf olan ülkelere ‘havayı kirletme kotası’ veren bu sistem, yeteri kadar havayı kirletmeyenlere ‘temiz hava’ kredisi vermekte, ve protokole taraf ülkelerden kendi yükümlülüğünden fazla emisyon üretenlerine, az emisyon üretmiş ülkelerden ‘temiz havayı satın alma’ imkanı sağlamaktadır. Bu şekilde taraflar bazında dünyadaki sera gazı emisyon salınımı miktarında bir değişiklik olmadığı gibi, ‘temiz enerji üretimi’ olarak gösterilen yenilenebilir enerji kullanımı ile de rüzgardan güneşe, suyumuzdan ormanlarımıza kadar doğanın her parçası, şirketlere kredi olarak pazarda sunulmaktadır.
Protokol çerçevesinde kendi yükümlülüğünden fazla emisyon üreten ülkeler, yükümlülüklerini denkleştirebilmek için almaları gereken karbon kredisini ödeyebilmek için, az gelişmiş ve yatırım kaynaklarının ‘bol ve ucuz olduğu’ 3. dünya ülkelerine yenilenebilir enerji yatırımları yaparak, doğayı tamamen kendi hegemonyaları altına almayı planlamaktadır. Bu şekilde ‘çok gelişmiş’ ülkelerin silah sanayi, enerji, ulaşım, sağlık vb. her türlü sektörünün ‘havayı kirletme’’ faturasını, az gelişmiş ülkelerin doğasını ve yaşamlarını sömürerek ödeten kapitalizm, bir başka küresel sermaye politikasıyla artık tüm dünyanın canını okumak için kolları sıvamıştır. Üstelik bunu da ‘sertifikalandırılmış’ emisyon birimleriyle, yani sertifikalı hırsızlarının hazırladığı standartlarla yapmaktadır.
Her yanıyla alınır-satılır hale getirilmek istenen doğanın, yenilenebilir enerji, ekolojik tarım, eko-turizm vb. alanları canlandırma vaadiyle şirketlere pazarlanması, ekolojik, kültürel ve sosyal yaşamların şirketlerin insafına bırakılarak yerel bölgelerin yaşamsal tasfiyesinin ön adımlarını atmaktadır. Kendi organik besinini üreterek ‘kendi kendine yetebilen’ yerli üretici, ekolojik pazar sayesinde cebine karbon kredilerini dolduracak şirketlere bağımlı hale gelecek, böylece toprağında ürettiği mahsulünü, evinin kenarından geçen deredeki suyu, her türlü yaşam alanını ‘para vermeden’ kullanamayacak bir acziyet haline düşecektir. Şirketler ‘ekolojik’ endüstriyel tarım ile bir yandan tarım sektörünü ele geçirerek kazanç elde ederken, bir yandan da ‘temiz’ yatırım yaptıkları için ceplerini karbon kredisi ile dolduracaklardır.
Sermaye, Kyoto Protokolü’ndeki esnekleştirme hamleleriyle bir yandan ‘temiz’ teknolojilerini pazarlamak için yeni pazarlar açarken, diğer yanıyla sıcaklığını yitiren parayı yeni alanlara yönlendirerek pazarı hareketlendirmektedir. Bu hareketlendirmeyi ise ‘az gelişmiş ülkelerin’ sürdürülebilir kalkınmalarına yardımcı olmak adı altında yaparak, faturayı yine ezilenlere kesmekte, bunu da şirket ve devlet ortaklığıyla katlettikleri doğayı ‘yeşillendirmek’ için son çare olarak yaşamlarımıza saldırarak yapmaktadır..
Bugün hali hazırda doğanın canına okuyan hava yolu şirketleri, otomobil üreticileri, silah sanayi ve benzeri büyük şirketlerin karbon piyasasında en görünür yatırımcılar olması şaşırtıcı değildir. Zira bugünkü tek suçlunun insan olduğunu söyleyerek mevcut üretimin ‘insanların ihtiyacını karşılamak’ için olduğu yalanını uyduranlar, açlıktan ölen milyonların, su kıtlığı yaşayan onlarca ülkenin varlığına rağmen süpermarketlerinde stokladığı ürünleri bekletip çöpe atmakta, yaşanan kıtlıkları karşılanması gereken bir ihtiyaç olarak değil, ancak ve ancak kendi devamlılıkları için ödenmesi gereken birer ‘adisyon’ olarak görmektedirler. Milyonlarca insanın açlıktan ölmediği, onlarca ülkenin su kıtlığı çekmediği bir dünyada açıktır ki, az gelişmişler, ‘daha az gelişmiş’, zenginler ise daha zengin olamayacaktır. Havanın kirlendiği oranda ‘değerlendiği’ ve kirlendikçe daha fazla para ederek ‘kara borsaya’ düştüğü böylesi bir düzende, nefes almak dahi paralı hale gelmekte; efendilerin kâr oranı, aşağıdakileri, yoksul Güney’i, Ortadoğu’yu, Afrika’yı daha ‘yoksun’ bırakabildiği oranda artış gösterebilmektedir.
Aslında toplanış amaçları bakımından ‘iklim değişikliğine’ dur demek için bir araya geldiklerini iddia eden bu büyük lobilerin, iklim değişikliğine karşı değil, kendi sömürü düzenlerini daha ‘temiz’ nasıl devam ettirebileceklerini konuşmak için masa başına oturdukları açıktır.
Peki sistemin fosil yakıt ve kömür tüketimine karşı çare olarak sunduğu bu ‘yenilenebilir’ enerji, ne kadar yenilenebilir, temiz olduğunu iddia ettikleri bu pazar, ne kadar sürdürülebilir bir yaşamı tahayyül etmektedir?
Patika Dergisi 1. Sayı
Ek-1 Listesi Ülkeleri
ABD
Almanya
Avustralya
Avusturya
Belçika
BeyazRusya
BirleşikKrallık
Bulgaristan
ÇekCumhuriyeti
Danimarka
Estonya
Finlandiya
Fransa
Hırvatistan
Hollanda
İrlanda
İspanya
İsveç
İsviçre
İtalya
İzlanda
Japonya
Kanada
Letonya
Liechtenstein
Litvanya
Lüksemburg
Macaristan
Monaco
Norveç
Polonya
Portekiz
Romanya
Rusya
Slovakya
Slovenya
Türkiye
Ukrayna
YeniZelanda
Yunanistan
Ek-2 Listesi Ülkeleri
ABD
Almanya
Avustralya
Avusturya
Belçika
BirleşikKrallık
Danimarka
Finlandiya
Fransa
Hollanda
İspanya
İrlanda
İsveç
İsviçre
İtalya
İzlanda
Japonya
Kanada
Lüksemburg
Norveç
Portekiz
YeniZelanda
Yunanistan