“Anarşizm kaçınılmaz bir biçimde komünizme, komünizm de aynı şekilde anarşizme dayanır. Ancak bu komünizm, devletçilerin komünizmi değil; hükümetin olmadığı, özgür insanların komünizmidir.”
Bu cümleleri ona yazdıran, 19.yüzyılın ortalarından itibaren tanıklık etmeye başladığı kapitalizmin insanları yok sayan yanının gerçekliğiydi. Ve tabi ki, bu duruma karşı çıktıklarını söyleyenlerin iradeleri yok sayan ahlaksızlıklarıydı.
Pyotr Alekseyeviç Kropotkin, otuz senelik bir yaşamı reddederek 1872’de, Rusya’nın işçi mahallelerinde, çiftçi toplantılarında yaptığı propagandalarla yeniden doğdu. Özel mülkiyete ve adaletsizliğe karşı her şeyin özgür ve adaletli biçimde bölüşümünü, yani komünizmi anlattığı fabrikalarda sadece işçiler tanımadı onu. Rusya’dan Fransa’ya, İsviçre’ye tüm iktidarlar tanıdılar Kropotkin’in adalet ve özgürlük için yükselen sesini. Bu yüzdendir ki, kapatmaya çalıştılar onu kalelere, zindanlara.
Ancak Kropotkin, insanın ve diğer canlıların doğasını incelediği araştırmalarda olduğu kadar “firar”da da ustaydı. Hiçbir iktidar zaptetemedi onun bu özgürlükçü doğasını.
Devletlerin yok eden varoluşlarına karşı “eylemle propaganda”yı savundu. Hem de bunu, Karşılıklı Yardımlaşma ilkesini teorisinin tam da ortasına koyduğu bir zamanda savundu. İnsanın doğuştan toplumsallaşmaya ve dayanışmaya yatkın ahlaki bir varlık olduğunu söylediği naif tonu, insanları katleden ya da onları baskılayan devlet iktidarlarına karşı ve özel mülkiyete dayalı sınıflı bir toplum yapısı üzerinden refah içinde yaşayan kapitalist iktidarlara karşı en öfkeli biçimine evrilebiliyordu.
“Herkesin herşeye ihtiyacı var.” diyordu, dolayısıyla “Herşey, herkese ait olmalı.” Kropotkin’e göre halka ait olanı geri almak için ne yasalara, ne yasama organına ne de siyasal bir değişiklikle başa geçen yönetimlere güvenilirdi. Tek güvenilir çözüm toplumsal devrimdi.
Kropotkin, öngördüğü toplumsal yapı ile anarşizme yeni soluk getirdi. Yoksulluk içindeki halk kitlelerini belirli bir azınlığın sömürmesine izin veren yapılara karşı çıkan sesi Ukrayna’da Mahno’nun atlılarında, İspanya’da CNT’li yoldaşlarda, Güney Amerika’da Magon kardeşlerin mücadelelerinde yankılandı.
Karşılıklı yardımlaşmanın doğal bağlarıyla birleşmiş herkesin, bürokratik devletlerin ve dev sanayi komplekslerinin yapaylığından kurtulacağı yeni bir toplum öngörüsüyle Kropotkin, yazı masasında oturup ütopyalar yazmadı. Devrimci örgütçü ve propagandacı pratikleri sadece Avrupa’da değil, Asya’da, Amerika’da örgütlenen anarşist hareketlerin ateşleyicisi oldu.
1921 Şubat’ında Bolşevik Rusya’da, Anarşizmin kara bayrağını dalgalandırdığı cenazesiyle bile iktidarlara meydan okuyordu. “Otoritenin olduğu yerde, özgürlük yoktur.” yazıyordu cenazesinde yoldaşlarının taşıdığı pankartlarda.
Kropotkin, “ne hayal aleminde yaşadı, ne de insanları olduklarından iyi hayal etti. Onları oldukları gibi gördü ve bu yüzden insanların en iyisinin bile otoritenin uygulamalarıyla özde kötü kılındığını ile sürdü. İnsanın insanı yönetmesinden bu nedenle nefret etti.” Anarşist militan Pyotr Kropotkin, isyancı kuşaklara esin kaynağı olmaya devam ediyor.