1922’de Emma Goldman Sovyet Rusya’dan dert yanıyordu; [Sovyet Rusya] “kör ve topalın, sağır ve aptal’ın mucizevi kürler için toplandığı modern bir Sosyalist Lourdes [Fransa’nın güneybatısında bir haç yeri]” haline gelmişti. Tarihsel geçerlilik iddiasında bulunan pekçok dini olay gibi, Ekim devriminin pekçok efsanesi de tarihsel bir tanıklıktan ziyade parti liderliğine [karşı] körü körüne bir iman yaratmak amacı ile yazılmıştır.
Ben burada Ekim devrimi ve sonrasına ilişkin, sol ve sağca geniş ölçüde kabul edilen dört tane efsaneyi ele alacağım, bunlar;
1) Ekim devrimi, Rusya’yı kapitalizmden komünizme dönüştüren, Bolşevik parti tarafından yürütülen iyi planlanmış bir darbedir [ing. coup].
2) Devrim sonradan İç Savaş ve emperyalist müdahale yüzünden başarısız oldu. (Son zamanlarda bu daha sonraki bir efsanenin, yani 1928’de tüm Rusya’nın patronunun Troçki yerine Stalin olması nedeniyle başarısız olduğu [efsanesinin] yerini almaya başladı).
3) Özgürlüklerin bastırılması ve parti diktatörlüğünün yürürlüğe geçmesi, bu İç Savaş’ın birer sonucudur.
4) Tüm bunların karşısında devrim başarısız olmalıydı; ve bizim özelimizde ise anarşist alternatif kaçınılmaz bir şekilde yanlız başına devlet terörünce bozguna uğratıldı.
İyi Planlanmış Bir Darbe
İnsanların Rus Devrimine dair gördükleri ve inandıkları fotoğraf ve filmlerin büyük bir kısmı, Sovyet yönetmen Eisenstein’ın olaydan sonra [hazırladığı] filmlere dayanmaktadır. Örneğin Rus Devrimi ile ilgili bir makalenin yanında, Kışlık Sarayına yapılan akına dair bir fotoğrafının Sosyalist İşçi’de (İrlanda) hala kullanıldığını gördüm. Bunların yanısıra samimiyetsiz beyanlar Devrim’in aslında ne olduğu hakkında tamamı ile yanlış; ve hatta Bolşevik[-lerce yazılmış] uzun tarihlerle bile çelişen görüşler yaratmıştır.
Bu beyanlar evrensel olarak, Bolşeviklerin Ekim’le kazandıkları siyasi bir tartışma ve ardından hükümete karşı dikkatlice planlanan askeri saldırıları başlatmalarının eşlik ettiği, Şubat ile Ekim arasında [yaşanan] bir kaç gösteriyi resmeder. Bu yanlızca devrimin toptan hatalı bir resmi değil, aynı zamanda herhangi bir devrimin de tamamen hatalı bir resmidir. Şu örnek klasiktir;
“Bolşevikler … kriz anında hükümet zulümlerine karşı olan tüm kızgınlıklarını bir yana bıraktılar, ve devrimi kurtarma görevi üstüne yoğunlaştılar. Petrograd bahçeleri önündeki zafer bütün ülkedeki kitlelerin enerjisini ortaya çıkardı. Köylüler toprak sahiplerine karşı ayaklandılar, ve uzak sınai merkezlerde Sovyetler gücü ele geçirdiler.”
Bunun hatalı olması iki yönlüdür; ilk ve daha önemli olarak, Ekim sadece siyasi bir tartışmanın ulaştığı bir nokta değildi, aksine bu tartışmayı yönlendiren ve aylarca süren işçi sınıfı ve köylü eylemlerinin ulaştığı bir noktaydı.
Devrimden on yıl sonra 1927’de yazdığı makalesinde, anarşist Piotr Archinov Ekim öncesinde neler olduğunu şöyle açıklıyor;
“Devrimci işçilerin kapitalizmin temellerini yıkması Ekim’den önceydi. Geride kalan sadece üst yapıydı. Eğer kapitalistlerin işçilerce bu mülksüzleştirilmeleri olmasaydı, burjuva devlet aygıtının imhası –siyasi devrim– hiç bir şekilde başarılamazdı. Mülk sahiplerinin direnişi çok daha güçlü olurdu. Diğer yandan, Ekim’deki toplumsal devrimin amaçları sadece kapitalist gücün alaşağı edilmesiyle sınırlı değildi. Toplumsal kendinden yönetimin uzun pratik gelişme dönemi, işçilerin önünde duruyordu.
Büyük kırsal toprak sahipleri her yerde kırı terk etmeye başlamıştı; asi köylülerden kaçarak, mal ve aileleri için şehirlerde korunma arıyorlardı. Bu sırada köylüler doğrudan toprağın yeniden dağıtımına yöneldiler, ve toprak sahipleri ile barışçıl bir şekilde birarada yaşamanın lafını bile duymak istemiyorlardı. Keza şehirlerde de işçiler ve işletmelerin sahipleri arasında ani değişimler yaşandı. Kitlelerin kolektif yaratıcılığı sayesinde her yerde işçi komiteleri ortaya çıkıyor, üretime doğrudan müdahale ediyor, [işyeri] sahiplerinin tavsiyelerini bir kenara bırakarak onları üretimden silip atmaya yoğunlaşıyorlardı. Böylece ülkenin farklı yörelerinde işçiler endüstrinin toplumsallaştırılmasını başlatmışlardı.
Aynı zamanda devrimci Rusya’nın tümü, kendinden yönetimin organları olarak işlemeye başlayan geniş işçi ve köylü sovyetleri ile kaplanmıştı.
Bu nedenle Rus sosyalist Devrimininin evrimi bir bütün olarak ele alınırsa, Ekim sadece bir aşama olarak gözükür –güçlü ve belirleyici bir aşama, bu doğruddur.”
Ekimle beraber tüm Rusya’da işçiler ya ele geçirerek ya da “müdahale etmeye” başlayarak, işyerlerini kurulan fabrika komiteleri aracılığıyla işletmeye başlamışlardı. Bu komiteler işletmenin yönetiminde patronla rekabet edebilmek amacı ile oluşturulmuştu; zaman geçtikçe [patronun] yerini almaya başladılar. Bu komiteler yaygınlaştıkça sadece yerel fabrikayı işletmeyi [üstlenmediler], ama aynı zamanda ulusal ekonominin yönetilmesinin ulusal yollarını da yaratmaya başladılar.
1917 Ağustos’unda toplanan İkinci Fabrika Komiteleri Konferansı bunu o kadar ciddiye almıştı ki, ücretlerinin dörtte birini merkezi Fabrika Komiteleri Sovyetlerini desteklemek için ayırmaya karar vermişti.
Şunu açıklamışlardı:
“Ülkenin ekonomik hayatı –tarım, sanayi, ticaret ve ulaşım–, geniş halk kitlelerinin bireysel ve toplumsal gereksinimlerini karşılayacak şekilde oluşturulacak tek bir birleşik plana tabii olmalıdır.”
Kısacası, kapitalizm Ekim Devriminden önce önemli ölçüde zayıflatılmıştı.
Bolşevikler devrimin kendini zaten ortaya koyduğu ana (Kışlık sarayının düşmesinden önceki güne) kadar, devrim için bir zaman belirlememişlerdi. [Bu an] Kerensky kuvvetlerinin şehirde saldırıya geçme emri almasının, ancak dağıtılmasının ardından; bu devrimciler kendilerini Petrograd’ın geri kalan kısmını kontrolleri altında buldukları [andı]. Bırakın Kışlık sarayının büyük bir askeri saldırıyla ele geçirilmesini, gerçekte [Kışlık sarayı] ilk kata girerek tutuklanan askerler, işçiler ve köylüler tarafından alınmıştı. Çok daha öncesinde “tutuklular” hükümete sadık askerleri sayıca bastırmış ve [askerler] onlara teslim olmuşlardı. Aslında sarayın önü o kadar sessizdi ki, hükümetin başı Kerensky arabasını kendisi sürerek kaçmayı başardı. Onu tanıyan devrimci askerler (eğer daha önceden planlanmış bir işlem olsaydı olacağı üzere!) onu tutuklamak yerine, selam duruşuna geçerek ve arabanın geçmesi için yolu açarak karşılık verdiler.
Bolşevikler Ekim’de iktidara geldikten sonra işçi kontrolüne dair tüm yasallaştıcı kanunları geçirdiler, ama Bolşevikler ve İşçi Kontrolü adlı kitabın yazarı Maurice Brinton’un dikkat çektiği üzere; “Bu şartlar, önceki ayların mücadeleri sonucunda işçi sınıfı tarafından pekçok yerde zaten başarılmış ve uygulanmakta olanları sıralayarak yasallaştırdı”.
Yani Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesi ve sonra da kazanılanları minnettar işçi ve köylülere devretmesi yerine, gerçekte Bolşevikler iktidara konmuş ve halihazırda kazanılmış olanları sıralayarak, yasallaştırmışlardır.
Ekim devrimine ilişkin bir başka tanıklık (kısa bir süre Bolşeviklerle koalisyon oluşturan köylü-tabanlı parti) Sol SD’lerin lideri Sergei Mstislavskii tarafından sağlanmıştır. Devrim sabahı çoşkulu tüfek atışları ile uyandığını anlatır. Uyanınca ona “Hazırlan patron. Şehirde her yerde barut kokusu var” denmişti. Aslında dediğine göre, “şehir barut kokmuyordu; iktidar da yerde yatıyordu, [onu] herhangi birisi alabilirdi. Kimsenin davranmasına [hazırlanmasına] gerek yoktu, sadece yere eğilerek onu eline alması yeterliydi”.
İç Savaş ve Emperyalist Müdahale
İç Savaş ve 17 yabancı ordunun müdahalesi, uğraşılması gereken diğer bir efsanedir. Bu, uzun ve kanlı İç Savaşın olduğunu reddetmek veya tüm emperyalist güçlerin aynı düzeyde işin içine karıştığı[-nı kabul etmek] anlamına gelmez. Bizim açığa kavuşturmamız gereken şey, İç Savaşa neyin sebep olduğu ve ne ölçüde Bolşevik Politikayı değiştirdiğidir.
Emperyalistlerin devrimden nefret ettiği, beyaz orduları barındırdığı ve onlara teçhizat sağladığı doğrudur. Ama asıl olarak, savaşın büyük bir kısmının dışında kalmışlardır. Sadece sınırlı sayıda emperyalist asker geldi; Japonlar Vladivostok’a, ABD ve Britanya Murnansk’a ve Fransızlarla diğerleri ise Kırım’a. Ama eğer Beyazlar sadece kapitalistler ve onlar için savaştığına inanılan eski generallerse, İç Savaş sırasında büyük miktar toprak beyazlarca ele geçirilmiştir. [Peki] Beyaz orduları hangi güçler oluşturmuştu.
Devrimden önce köylülerin topraklara el koyduklarını ve toprak sahiplerini kovduğunu, ve bazen de öldürdüğünü daha önce görmüştük. Sovyetleri oluşturdular; ve her ne kadar işçiler Bolşevikleri desteklerken [köylüler] Sosyalist Devrimcileri tercih ediyor olsalar da, Moskova ve Petrograd Sovyetleri ile ilişkiye geçtiler.Ve Beyaz orduların omurgasını oluşturanlar da yine bu köylülerdi.
Bolşeviklerin köylü yığınlarının devrim yanlısı olabileceğini reddetmeleri yüzünden bu böyle gelişti. Bu nedenle başlangıcından itibaren onlara karşı devrimin düşmanları olarak davrandılar. Köylüler tarafından toprakların kolektif sahiplenilmesi yerine, toprakları devletin kontrolü altına almaya çalıştılar. Köylüler ve işçiler tarafından bir karşılıklı dağıtım sisteminin kurulmasına müsade edecekleri yerde, köylülerin gıdalarına el koymak üzere silahlı birlikler gönderdiler. Topluluktaki küçük toprak sahibi ile topraksız köylüler arasındaki içsel zıtlaşmayı kaba bir şekilde pohpohlamaya çalıştılar. Bunların tümü köylüleri Bolşevik idareye düşman yapan unsurlardı.
Beyazlar ise öte yandan tüm bunlara karşı olduklarını iddia ediyorlardı. Böylece kısa zaman içinde çok sayıdaki memnuniyetsiz köylüyü beyaz ordulara katmayı başardılar. Bunlar [askerler] devrimi tehdit eden iki beyaz, Wrangel ve Denikin ordularına karşı savaşan askerlerdi. Bolşevikler paçayı kurtardılar, çünkü beyazlar köylülerin yanında gözükmekte ne kadar kurnaz olsalar da, bir toprak parçasını ele geçirir geçirmez eski toprak ağası gelerek kirasını talep etmekteydi. Bu haberler cepheye ulaşır ulaşmaz, askerler tüm çarpışma isteklerini kaybediyor ve firar etmeye başlıyorlardı.
Bolşevik politikalar aynı zamanda eline silah alıp, hem Bolşevik hem de beyaz baskılara karşı savaşan yeşil orduların ortaya çıkmasına neden oldu. Bazıları neredeyse çapulcu, bazıları ise yahudi düşmanı olan bu gurupların hemen hemen hiç bir siyasi teorisi yoktu, ama Bolşevikler onları yabancılaştırmamış olsaydı [bunların] büyük bir kısmı devrimin yanında yer alabilirdi. İç Savaş’ın sonuna doğru, birkaç yıl önce toprağı ele geçirmiş ve bu nedenle devrim yanlısı olması gereken köylüler tarafından, Bolşevik idareye karşı pekçok büyük köylü ayaklanması düzenlendi.
Şehirlerdeki durum da en az bu kadar kötüydü. Bolşeviklerin işçi konseylerine karşı saldırıları sonucunda, daha 1919 yılında partiye karşı duydukları hisleriyle moralleri bozulmuş işçiler, büyük sayılarda partiden ayrılıyorlardı. Bu moral bozukluğu Kızıl Ordu’nun savaşma isteğini kaçınılmaz olarak etkiliyordu; ve ordu, giderek burjuva disiplininin askerleri savaşmaya zorlamak için kullandığı idamları ve diğer mekanizmaları kullanmaya yöneliyordu. Ama bunlar [mevcut] sorunların sadece bir kısmıydı. Bolşeviklerin tek adam idaresi girişimi sadece Kızıl Ordu’daki işçilerin moralini bozmakla kalmıyor, aynı zamanda da üretime zarar veriyor ve itibarın ne kadar ürettiğin konusunda yalan söyleme yeteneğine dayandığı Sovyet bürokrasisini yaratıyordu.
İç Savaş ve müttefiklerin ambargosu korkunç kıtlıklar demekti, ama bu kıtlıkları düzeltmeye çalışanlar bürokratlardı. Bu bürokratlar tarafından köylülere karşı yürütülen savaş pekçok bölgede kıtlıklara ve şehirlerin gıda arzlarında azalmalara yol açtı. Bazen, [aynen] Petrograd yakıt kıtlığı içindeyken ve Emma Goldman çevre ormanlardan yakıt toplamak için hareketlenen işçilerin neden durdurulduğunu sorduğu [zamanki] kadar basit bir şekilde, pekçok durumda işçiler inisiyatifi ellerine almaya çalıştılar. Ama anarşist Voline’den alınan şu örnek, üretimin devam etmesini ve cepheye tedariklerin sevk edilmesini sağlayabilecek yaratıcılık ve bilginin bireysel işyerlerinde bile nasıl engellendiğini [açıkça] göstermektedir.
Bolşevikler üretiminin devamlılığını sağlayamadıkları Nobel petrol rafinerisinin 1918’de kapatılmasını emrettiler. İşçiler yıllardır orada çalışıyor olmaları sonucunda edindikleri yeti ve bağlantılar sayesinde üretimi nasıl devam ettirebileceklerini planlayacakları bir kitle toplantısı yapılması çağrısında bulundular. Boleşviklerin buna cevabı oldukça basitti; işçilere fabrikanın kapandığı ve eğer açık tutmak için herhangi bir girişimde bulunurlarsa tazminatlarını kaybedecekleri, ve [fabrikanın] ordu tarafından zorla kapatılacağı söylendi. Hem üretimi örgütleyememesi, hem de işçi ve köylüleri yabancılaştırması yüzünden, diktatörlük bırakın ekonomiyi kurtarmayı bizzat onun yıkımına neden oldu.
İç Savaşın Sonucu Olarak Baskı ve Diktatörlük
Rusya, Mart’ın 3’ünde Brest-Litovsk anlaşmasını imzalayarak I. Dünya Savaşı’nın dışına çıkmış oldu. Devrimci Ukrayna’nın terk edilmesinin doğruluğunu veya yanlışlığını bir tarafa bırakalım; bu tartışmalı anlaşmanın imzalanması kararı Sovyetler tarafından değil, küçük bir kesimden oluşan Bolşevik Merkez Komitesi tarafından alınmıştı.
İç Savaşın başlangıç tarihini kesin olarak [söylemek] oldukça zor; ama mantıklı en erken başlangıç tarihi muhtamelen Bolşeviklerin Batı cephesinde savaşa devam etmek için Sibirya boyunca trenle taşıdığı Çek alayının isyan [ettiği tarihtir]. Bu 25 Mayıs’ta oldu, ve demiryolu boyunca bu alayın sıralanmış olması Boşeviklerin Doğu’da ulaşım sistemi üzerinde kontrolü kaybettiği anlamına geldiği için, [bu durum] beyaz birliklerin Çeklerle ittifak kurmasına ve yerel devrimcilere saldırmasına olanak vermiştir. Bu daha önce yerel çatışmaların olmadığı anlamına gelmemelidir, ama [daha önce ortada] devrime karşı gerçek bir tehdit türünden bir şey yoktu.
Ama ne sürprizdir ki, bu iki olay arasındaki 10 haftalık görece barış döneminde Leninistlerin şimdilerde İç Savaşın gerekli kıldığını savundukları tedbirlerin çoğunun alındığını görüyoruz.
Örneğin 30 Mart’ta Troçki orduyu yeniden düzenlemek üzere Savaş İşleri Komiseri olarak atandı. Selamlama subayı [yaver], özel hitap şekilleri, subaylar için özel yatakhaneler ve ayrıcalıklar [yanısıra], ateş altında emirlere itaat etmemenin cezası olarak ölüm cezası tekrar yürürlüğe konmuştu. Subaylar artık seçilmiyorlardı. Troçki “seçim siyasi olarak manasız ve teknik olarak uygunsuzdur; ve halihazırda kararname ile iptal edilmiştir” [diye] yazıyordu.
Bolşeviklerin gizli polisi kullanarak, 11 ve 12 Nisan’da Moskova’da ve Petrograd’da anarşistlere [karşı] ilk defa saldırması, 40’ını yaralaması ve öldürmesi, 500 kadarını ise hapse atması işte tam da bu zaman zarfında olmuştur. Mayıs’ta Burevestnik, Anarkhia, Golos Truda ve diğer önde gelen anarşist yayınlar kapatılmıştır.
Yine bu dönem zarfında, 28 Nisan’da basılan “Sovyet Hükümetinin Acil Görevleri”nden alınan şu kısımdan aklında bunun olduğunu [anladığımız] kadarıyla, Lenin devrimin kendi diktatörlüğü olduğu [görüşünü] desteklemeye başlamıştı.
“Tarihin inkar edilemez deneyimleri, sıklıkla bireysel bir diktatörlüğünün devrimci sınıfların diktatörlüğünün bir aracı, bir kanalı olduğunu göstermektedir”. Aynı makalede Taylorizmi destekler ve fabrikalarda izlenecek yolun işçilerin kolektif yönetimi olmadığını, “… emek süreci liderlerinin yegane iradesine sorgusuzca itaat edecek kitleler” olduğunu söyler.
5 Mayıs’ta “Sol Kanat çocukluklar ve küçük burjuva zihniyeti” [adlı yazısında], temel hedefin “Alman devlet kapitalizmini incelemek, onu kopye etmek için büyük bir gayret göstermek” [olduğunu] söylerken, devlet kapitalizmini devrimin nihai hedefi olarak saptamaktadır; ve bunun da ötesinde “onu [Alman devlet kapitalizmini] kopya etmeye hız kazandırmak için diktatörce metodları uygulamaktan kaçınmamalıdırlar” der.
Bunların ışığı altında, sonraki bazı Leninistlerin Bolşeviklerin İç Savaş yüzünden tek-adam idaresini getirdiklerini iddia etmeleri oldukça garip kaçmaktadır. Bundan daha garip olanı ise, Troçki’nin 1920’de “Savaş, Komünizm ve Terör”de İç Savaş’ın devlet kapitalizminin başlamasına neden olduğu yazmasıdır.
“Eğer İç Savaş ekonomik organlarımızın en güçlü, en bağımsız, en inisiyatif sahibi olanlarını talan etmemiş olsaydı, inanıyorum ki ekonomik yönetim alanında tek-adam patikasına şüphesiz çok daha önce ve çok daha az zahmetle girecektik”.
Ama SWP’nin lideri Tony Cliff hala şunu iddia edebilmektedir:
“Lenin proletarya üzerinde bir parti diktatörlüğünü ve yok edilmiş proletarya üzerinde bürokratikleşmiş bir partiyi asla talep etmedi. Ama kader –dünya kapitalizmince kuşatılmış geri bir ülkenin içine düştüğü vahim durum– tam buna yol açtı.”
[Tony Cliff, Lenin, Cilt 3, sayfa 111]
Her ne kadar Lenin şunları yazarken bu özürü cevaplamış olsa da:
” … sosyalizmin barış ve sukunet zamanında inşaa edileceğine inananlar derin bir yanılgı içindedirler; her yerde karışıklık zamanlarında, kıtlık zamanlarında inşaa edilecektir.”
[Lenin, Toplu Eserler, Cilt 27, sayfa 517]
Anarşistler Sadece Devlet Terörü İle Yenilmişlerdir
Ele almak istediğim son efsane anarşistler için en zararlı olanıdır. İnsafsızca baskısı altında kalınan bu [efsane], anarşistlerin yenilmeye mahkum olduğudur. Anarşistler sıklıkla –Bolşeviklerin başarısızlığı anlamında– Bolşeviklerin baskılarından bahsederler; ama onların başarısı aynı zamanda bizim başarısızlığımızın bir ölçüsüdür.
Anarşistlerin baskı altında tutulduğu inkar edilemez; bu silahlı Çeka birliklerinin Moskova ve Petrograd’daki 26 anarşist merkeze baskın yaptığı 11 ve 12 Nisan 1918’de başladı. 40 anarşist öldürüldü veya yaralandı, 500’den fazlası ise tutuklandı. 1918 Mayıs’ının başında, Burevestnik, Anarkhia, Golos Truda ve diğer önde gelen anarşist dergiler kapatıldı. 13 Temmuz tarihli metinler gösteriyor ki karşı devrim araştırma biriminde ve istihbarat biriminde, anarşistlerle ilgilenecek birimler oluşturmuştu.
Binlerce anarşist hapise, sürgüne veya idama mahkum edildi. Onlarla beraber mücadele eden onbinlerce işçi ve köylü de aynı kaderi paylaştılar. 1920’de Makhnocuların Bolşeviklerle yaptığı üçüncü anlaşmanın maddelerinden birisi de Bolşeviklerin “sol” mahkumları serbest bırakmasıydı. Çoğunluğu onlarla birlikte savaşan veya onlara sempati duyan köylülerden oluşmak üzere, ama aynı zamanda da her bölgedeki ve şehirdeki anarşist eylemcileri de içeren Makhnocuların sayısı 200,000 kadar tahmin ediliyordu.
Ama bu kaçınılmaz mıydı; yoksa –kısmen anarşistlerin onlara olanak tanıması sayesinde– Bolşeviklerin anarşistleri ezebilecekleri bir konuma getirilmeleri yüzünden miydi? 1917 başında Bolşevikler Moskova’da 2,000; 160 milyon nüfuslu ülke çapında ise 23,000 üyeli küçük bir gruptu. Anarşistler ise muhtemelen daha azdı; tipik tahminler 5,000 ile 10,000 arasındaydı, daha fazla değildi.
Bunun yanısıra “tüm iktidar Sovyetlere” gibi sloganları kabullenirken olduğu gibi, Bolşevikler kitlelerin sloganlarını destekler gözüküyorlardı –bu slogan aslında 1905’den beri pekçok anarşistin kullandığı bir slogandı.
En başta Peter Arshinov’dan bir alıntı yapmıştım; açıklama için şimdi de ona geri dönüyorum:
“1905 Devrimi sırasında olduğu kadar Ekim Devriminin ilk günlerinden itibaren de, işçi ve köylülerin toplumsal devrim fikrini yüceltebilecek tek politik-sosyal akım Devrimci Anarşizm’di. Aslında onlar muazzam roller üstlenebilirlerdi, ve kitlelerin bizzat kendileri tarafından işletilecek mücadele araçlarıyla bu başarılabilirdi. Yine, Devrimin ruhu ve yönelimi ile bu kadar uyumlu başka bir politik-sosyal kuram da bulunmuyordu. 1917’de anarşist hatiplerin müdahaleleri, işçiler tarafından ender rastlanacak bir güven ve ilgi ile dinleniyordu. Anarşizmin ideolojik ve taktik gücü ile birleşecek işçi ve köylülerin [sahip olduğu] devrimci potansiyelin, hiç bir şeyin önüne geçemeyeceği bir güç meydana getireceği söylenebilirdi. Ne üzücü ki bu kaynaşma gerçekleşmedi. Zaman zaman izole olmuş bazı anarşistler işçiler arasında yoğun devrimci eylemlilik içinde bulundular, ama daha devamlı ve koordineli eylemleri yürütecek büyüklükte bir Anarşistler örgüt yoktu. Ancak böyle bir örgüt Anarşistleri ve milyonlarca işçiyi birleştirebilirdi. Bu kadar önemli ve avantajlı bir devrimci dönemde, anarşistler kitlesel siyasi eylemlere yönelmek yerine kendilerini küçük grupların kısıtlı faaliyetleri ile sınırlandırdılar. Anarşizmin genel politika ve taktik sorunlarıyla ilgilenmeyi denemek yerine kendilerini içsel çekişmelerin denizine batırmayı tercih ettiler. Bu yetersizlikleriyle Devrimin en önemli anlarında kendilerini eylemsizliğe ve kısırlığa mahkum ettiler.
Anarşist hareketin bu feci halinin nedenleri dağınıklık, örgütsüzlük ve kolektif taktikten yoksunluktu –Anarşistler arasında daima ilkeler olarak ortaya atılan şeyler–; bu onların toplumsal devrimi kararlı bir şekilde yönlendirebilmelerine imkan verecek tek bir örgütsel adım bile atmalarını engelliyordu. Bu durumun yaratılmasına katkısı bulununları …, ortaya çıkarmakta hiç bir fayda yoktur. Ama emekçi kitlelerin yenilmesine ve Anarşizmin uçurumun kenarına kadar gelmesine yol açan bu trajik deneyim, şu andan itibaren iyice özümsenmelidir.”
Arshinov, Makhnocu hareketin anarşistlerin aslında farklı bir şekilde davranabileceğini ispatladığına işaret ediyor. Makhno Ukrayna’da 1918-1921 [yılları arasında] dört yıl boyunca, Hetman’a, Beyaz generalleri Denikin’e ve Wrangel’e, Petliura ve Grigorev gibi milliyetçilere, ve tabii ki Bolşeviklere karşı savaşan milisleri komuta etti. En iyi döneminde 30,000 gönüllü savaşçısı vardı, ve 7 milyona yakın kişinin yaşadığı bir bölgeyi özgürleştirmişti.
Rus Devrimi işçi sınıfı tarihinin en hayati anlarından birisiydi. Neyin mümkün olduğunu bize gösterdi. Bunu kutlamalıyız, ama kutlamalarımızda efsanelerden kurtulmalı ve bir dahaki sefere farklı olması için hatalardan kaçınmanın yollarını aramalıyız.
Andrew Flood, Ekim 1997.
Hazırladığım Ancak Kullanmadığım Bazı Notlar
John Rees’e göre, İç Savaş’ın sonunda Bolşevik pari üyelerinin % 10’u işçi, % 25’i ordu mensubu ve % 60’ı ise “parti aygıtı veya hükümet” üyesiydi. Dipnotlarda ise fabrika işçisi olarak sınıflandırılanların bile, “çoğunlukla yönetimden” olduğu belirtiliyor.
Rees yine Kronştad’daki Bolşevik parti üye sayısının azalmasını İç Savaş’a bağlamaya çabalar, ama gerçekte 1920’deki [üye] sayısındaki düşme tasfiyeler ve istifalar yüzündendir. Geriye kalan parti üyelerinin tutumu ise ayaklanma sırasında Rusya Komünist partisi Hazırlık Komitesini oluşturan üç kıdemli Kronştad Bolşevik [parti üyesinin], yerel komünistleri Devrimci komitenin çabalarını sabote etmemeye çağırması ile ortaya çıkmıştır. Partinin geriye kalan 497 üyesi partiden istifa ettiler.
“Sosyalizm, devlet kapitalist tekelinden bir adım ötesidir. Veya diğer bir deyişle, sosyalizm tüm halkın çıkarına hizmet eden ve bu ölçüde de kapitalist tekel olması sonlanmış olan bir devlet kapitalist tekelidir.”
Lenin, aynı yer, Cilt 25, sayfa 358
Çeka geçici bir örgüt olarak teşkil edildi; ilk önceleri istihbarata yönelik fonksiyonları yürütmek üzere şekillendirilmiş yönetsel bir kuruldu. İlk başta yargı gücü yoktu ve tutuklama yetkisi bulunmuyordu; ancak kısa zamanda bunlar da oldu. Doğumundan dokuz gün sonra tutuklama yetkisi tanındı. Ocak 1918’de ona silahlı birlikler katıldı; Şubat’ta ise acele muhakeme etme ve ceza kararlarını (idam kararları dahil olmak üzere) uygulama yetkileri tanındı. 1917 sonunda 23 personeli vardı, 1918’in ortası itibariyle ise 10,000’den fazla personeli vardı.
17 Ocak 1920’de Bolşevik hükümet –askeri operasyonların devam ettiği bölgeler hariç– ölüm cezasını yürürlükten kaldırdı. Bu emrin üstesinden gelmek amacıyla Çeka mahkumları idam [edebilmek] için mütemadiyen [onları] askeri bölgelere transfer etti. Takip eden pasajda, Bolşevik Victor Serge Çeka’nın ölüm cezasının kaldırılmasına nasıl tepki verdiğini anlatıyor.
“gazeteler kararı yayınlarken, Petrograd Çekası stoklarını tüketiyordu! Arabalar dolusu şüpheli geceleri şehrin dışına çıkarılıyor ve gruplar halinde kurşuna diziliyordu. Ne kadar mı? Petrograd’da 150 ile 200 arasında; Moskova’da ise 200 ile 300 arasında olduğu söyleniyor.”
Daha pekçok örnek var, ama gelin Rusya’daki devrime katılmak üzere ABD’yi terk eden bir anarşist devrimcinin kaderine bakalım. Bu Bogush’du.
O, I. Dünya Savaşındaki emperyalist kasaplığa karşı çıkması nedeniyle Amerika’dan Rusya’ya sürgün edilen Rus kökenli anarşistlerden birisiydi. [Rusya’ya] varmasının hemen ardından, Bolşeviklerle üçüncü anlaşmalarını yapmış bulunan Makhnocularca kontrol edilen bölgeleri görmeye gitti. Bolşevikler üçüncü defa anlaşmaya ihanet ederek, hiç bir uyarı yapmadan Makhnoculara saldırmadan önce birkaç saat orada bulundu. Hemen, daha sonra Çeka tarafından tutuklanacağı Khrakov’a döndü, ve 1921’in Mart’ında da kurşuna dizildi.
Bolşevikler Devlet Gücünü elinde tutabilir mi? Lenin “işçi konseyleri” hakkındaki görüşlerini şöyle ortaya koyuyor:
“Biz işçi konseyleri dediğimizde; biz bu sloganı daima proletarya diktatörlüğü ile ilişkilendiriyor, ve bunu hep sonrakinin [proletarya diktatörlüğünün] ardına yerleştiriyoruz; bu suretle, aklımızda olan devletin ne olduğunu açık bir hale getiriyoruz. … eğer referans verdiğimiz proletarya devleti (yani proletarya diktatörlüğü) ise, o zaman işçi kontrolü; malların üretim ve dağıtımının ulusal, herşeyi kapsayan, her yerde ve her zaman hazır [ing. omnipresent], fazlasıyla kesin ve fazlasıyla titiz bir muhasebesi [hesaplaması] olacaktır.”
“Terörizm ve Komünizm” (1918)’de Troçki’nin yaptığı yorumlar:
“Zorunlu emek ilkesi Komünistler için oldukça tartışılmazdır … Ekonomik güçlüklere karşı –hem ilkesel, hem de pratik bakış açısından– doğru olan tek çözüm, tüm ülke nüfusunu gerekli emek gücünün bir rezervi –neredeyse tükenmez bir rezervi– olarak değerlendirmek; ve [bunun] kaydedilmesi, seferber edilmesi ve kullanılması çabalarında katı kurallar ortaya koymaktır.” (s.135)
“Zorunlu emek hizmetinin başlatılması, –az ya da çok– emeğin militerleştirilmesii yöntemlerinin uygulanması olmadan düşünülemez.” (s.137)
1919’da işletmelerin % 10.8’i tek-adam yönetimi altındaydı; 1920 Aralığı itibari ile ise 2,483 fabrikanın 2,183’ü artık kolektif yönetim altında bulunmuyordu.
Lenin’e karşı yapılan suikast girişiminden sonra Kızıl Ordu gazetesi şöyle yazıyordu; “Hiç bir merhamet göstermeden, hiç birini ayırmadan, düşmanlarımızı yüzler[-i bulan] sayılarda öldüreceğiz. Bırakalım binlerce olsun, bırakalım kendi kanlarında boğulsunlar. Lenin ve Uritskii’nin kanı için … bırakın burjuvazinin kanı –daha fazla kan– olabildiğince sel olup aksın.”