Halil Savda

Düşünün ki bir savaş var ve kimse gitmiyor!

Ben en temel erdemin ve gayenin insanın yaşama hakkına değer vermekten geçtiğine inanıyorum.
İnsan hayatı kutsaldır.
İnsan hayatının kutsallığına dair ölçü toplumu oluşturan değerlerden biridir. Bir toplumda bu ölçü kaybolduğunda kirlenme kaçınılmaz olur.
Türkiye’de son yıllarda insan hayatına kast edenler çoğaldı. Bu vahim bir durum. Bundan da vahimi, insan hayatına kast edenlerin devlet ve toplumun bir bölümü tarafından kabul edilir olmalarıdır.

Sabiha Gökçen, Dersim’i bombaladığı için cumhuriyetin en ‘çağdaş’ kadını oldu. Adı toplum ve devlet katında saygıyla yad ediliyor.
TV ekranlarında her gün ‘sınırötesi operasyon yaptık şu kadar PKK’lı öldürdük’ haberlerini okuyan spikerlerin göğüsleri kabarıyor, izleyenlerin gözleri kamaşıyor.
Askerler operasyon yapmakla gururlanıyorlar.
Osman Pamukoğlu gibi adamlar ne kadar PKK’li öldürdükleri ile övünüyorlar ve çok öldürdükleri için parti kuruyorlar, oy istiyorlar.
Her sevk döneminde otogarlarda, büyük şehirlerin sokaklarında öldürmek için gönderilen adamlara merasimler tertipleniyor.
Bunu o adamların anneleri, arkadaşları, babaları, sevgilileri yapıyor.
Adamlar namus adına her gün annelerini, eşlerini, bacılarını doğruyorlar.
Ogün Samast, Hrant’ı katlettiği için adına internet siteleri kuruldu, hayranları oldu.
İşte tam da bu nedenle katiller toplumun tepkisinden çekinmiyorlar. Ceylan’ın katillerini devlet koruyor, devlet gizli kalsın istiyor.
Kimisi vatanı korumak ve Türkleri yüceltmek için, kimisi erkekliği için öldürüyor.
Aforoz edilmekten, ayıplanmaktan, isimlerini lekelemekten, dostlarını utandırmaktan ve yargılanmaktan korkmuyorlar.
Bu adamların varlığı ürkütücü.
Asıl korktuğum ve korkunç olan, bu adamların toplumda ve devlet katında kabul görmesi…
Bu katilleri devlet koruyor. Sadece korumuyor bu katilleri devlet yaratıyor.
Zaten Türk devletinin esas başarısı milliyetçilik, İslamcılık, askerlik ve erkeklik denklemine toplumsal bir meşruiyet kazandırmasıdır.
Katiller bu meşruiyet denkleminde yetişiyorlar.
Rakel Dink, bu denklem için ‘çocuktan katil yaratan karanlık’ dedi…
Vicdani Redçiler bugün bu denklemi sorguluyorlar; Türk için adam öldürmeyi, İslam için cihadı, erkeklik için ‘namus’ cinayetlerini sorguluyorlar.
Vicdani Redçiler ellerine silah almayı, savaşlara katılmayı, askeri cephelerde ölmeyi ve öldürmeyi kabul etmiyorlar.
PKK defalarca eylemsizlik kararı aldı.
Devlet her seferinde askeri, siyasi operasyonlar yaptı ve ateşkesleri tanımadı. Devlet uymadığı içinde ateşkes kalıcı bir barışa evrilmedi.
PKK, 31 Ekim tarihinde 2011 seçimlerine kadar geçerli olacak yeni bir eylemsizlik kararı aldı. Eylemsizliğin devam etmesi için PKK’nin temel şartı, askeri ve siyasi operasyonların durdurulması.

Türk devleti bugüne kadar buna uymadı, uymadığı için de kalıcı bir barış sağlanamadı.
Kalıcı bir barış için vicdani red şart. Vicdani Redçiler çoğaldıklarında barış daha yakın olacak.
Düşünün ki, savaş var ve kimse gitmiyor!
Barışımızı kendimiz sağlayabiliriz.
Türkler ve Kürtler otuz yıl Vicdani Red tutumunun önemini kavrayamadılar. Yeni kavrıyorlar.
Her hafta Türkiye’nin bir şehrinde gençler Vicdani Redlerini açıklıyorlar.
Yaşama hakkına saygılı ve insan hayatının korunmasına özen gösteren bir toplum için vicdani red eylemi genişlemeli.
Çocuktan katil yaratan denklemi çözmek, vicdani red eylemi ile mümkün olacak mı?
Kanımca çözmese de bu denklemi zayıflatmak mümkün!

[email protected]
05-11-2010 Özgür Politika

Alıntı