Hrant’tan 5 yıl sonra, ne değişti?

Devletin Hrant Dink’i katletmesinden bu yana 5 yıl geçti. Katliamın
sorumlusuna devlet demekle yaşanan katliamın/katliamların ortaklarını
görmezden mi geliyoruz kaygısı yerinde bir kaygı olmalı elbette. Zira
devlet, çoğu zaman izafi/soyut, hayatın/hayatlarımızın dışında bir
şey/gerçek haline dönüştürülüyor. Oysa devlet (TC.), sınırları içinde
yaşayan on milyonlarca insanın dışında, ötesinde, uzağında bir şey
değil. Devlet denen bu organizasyon bir asırdır bu coğrafyada “yüce
Türk milleti”nin bekaası ve de geleceği için “eylem planları”yla bir
Cumhuriyet inşaa etmeye çalışıyor. Irkçı, militer, faşist bu
Cumhuriyetin inşaası için birileri günün herhangi bir saatinde
ensesinden aldığı bir kurşunla, JİTEM/TEM’in karanlık koridorlarının
soğuk betonları üzerindeki işkencelerle, sokak başlarında uzun namlulu
silahlardan salınan mermilerle, ya da havada düşen bombalar ile
toprağın altına girerken on milyonlarca yurttaşı sıcak sabahlarına
merhaba demektedir.

Bir yandan sabahları, güne merhabaları katliam/soykırımlar ile çalınan
milyonlar, diğer yandan ise “kaza”lara sığınarak bir şey olmamış gibi
hayatına devam edenler. “Devlet yaptı” cümlesini bazen bu insanlar da
kurar. Ama ‘devlet senin dışında bir şey değildir, bunlar yaşanırken
sen neredeydin/ne yaptın?’ demenin zamanı o kadar çok geçti ki. Bir 24
Nisan tarihinde komşun salt Ermeni olduğu için alınıp götürülürken sen
ne yapıyordun, çocuk bedenlere kurşunlar saplanırken sen ne
yapıyordun, Cumartesi Anneleri çocuklarının kemiklerini ararken sen
neredeydin, Roboski köyüne savaş uçaklarından bombalar inerken sen ne
yaptın? Kürtler katledilen çocukları için yastayken sen ne yaptın?
Devlet senin komşunu, çalışma arkadaşını, hayatından birilerini
eksiltirken sen ne düşünüyordun?

Hannah Arendt “Totaliterizmin Kökenleri” adlı kitabında, Nazizmin
kökenleri üzerine düşünürken, kötülüğün temel ve kökten bir şey mi
yoksa basitçe insanların banalitesinin/sıradan insanların diğerlerinin
emirlerine uyma ve eylemlerinin ya da eylemsizliklerinin sonuçlarını
düşünmeksizin çoğunluk görüşüne itaat etmelerinin bir sonucu olup
olmadığı sorusunu sorar. Cevabı basittir; “Yahudiler, komünistler,
sosyal demokratlar, ‘sakat’lar, eşcinseller, ‘Çingene’ler gaz
odalarına götürülmek için tren vagonlarına doldurulurken perdelerinin
arkasında bakan sizler, siz sessiz çoğunluk, hepiniz bu soykırımdan
sorumlusunuz/suçlusunuz.” Arendt’in sorduğu soruyu bizler Türkiye’de
yaşayan on milyonlarca insan sormalıyız. Birileri hep başka bir
şeylerle temize çıkarmaya çalışsa da bu devlet başka bir şey mi
yapıyor yoksa?

Bu ülkenin muhalifleri/Hrant’ın arkadaşları olarak Beşiktaş İstanbul
Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki “adalet” bekleyişimizin son günlerini
yaşıyoruz. Aslında bu karar 19 Ocak 2007 tarihinde verilmişti. Vatan
bir Ermeni’den daha kurtulurken, başka bir “kahraman” (O.S.) kazandı.
O gün “başka bir dünya” düşü kuranlar büyük bir acı ile ne kadar büyük
eksildiklerinin acısını yaşarken onlardan çok çok daha fazla insanlar
bu ülkede “kahraman”larını bağırlarına bastılar, tıpkı 1915, 1921,
1925, 1938, 1955, 1972, 1977, 1980, 1992, 2000, 2001, …2012’de
olduğu gibi. Bu rakamlardan kahramanlar çıkaranlar üzerinde düşünmek
istemiyecekler, ancak sessiz kalanların yüzleşme vaktidir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca; toprağın altında kemikler
çoğaldıkça, üzerinde “kahramanlar”, ağlayanlardan çoktu alkış
tutanlar. Alkış tutanlar elbette bugün “toprak kaydı, kemikler çıktı”
manşetlerini görmezler. Erzincan-Dersim sınırındaki Zini Gediği
bölgesinde, toprak aşınmasıyla çok sayıda kemik orta yere dökülmeye
başlıyor. Kemiklerin Dersim Katliamı’nda öldürülen 95 Kürt köylüsüne
ait olduğu söylendi. O günden bugüne “kahramanları” çoğaltıyor bu
devletin. Kahramanlar çoğaldıkça, “Memleket”in özellikle belirli
bölgelerindeTürkiye Cumhuriyeti projesinin hayat bulması için yaptığı
“mücadele planları”nın geride bıraktıkları ile karşılaşıyoruz;
kemikler!

Hrant’ın hesabını soramayan bütün bu kemiklerin de hesabını soramaz. O
zaman bu ülkenin “makbul” vatandaşları artık suç ortaklığınızı
görmenin vakti gelmiştir. Perdelerinizin arkasından çıkıp inin sokağa
ve haykırın “korktum, sustum, suçluyum”. Hesap sorun, zira birileri
acılar çoğaltırken suskunluğundan/ortaklığından, senin de özgürlüğüne
hep bu kemikler takılacak. Irkçılığın/milliyetçiliğin, militarizmin
geriletilerek savaşın, çatışmaların, ölümlerin olmadığı bir ülkede
yaşamak için bunu yapmalısın. Hep söylediğimiz gibi; “kurtuluş yok,
tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz.”

Ercan Aktaş

Alıntı