Anarşizm; ideoloji mi metodoloji mi?
“Anarşist geleneğin uzun yıllardır sahip olduğu garip özelliklerinden biri de; sıklıkla yüksek derecede otoriter kişilik özellikleri gösterenleri, doktrinler oluşturanları, ‘Gerçek İlkeler’ diye tanımladıkları şeyden farklı düşünenlere ağır suçlamalar getirenleri, içeriyor olmasıdır. Anarşizmin tuhaf bir biçimi bu.”
Noam Chomsky
Anarşist harekette çözümsüz kalan konulardan biri anarşistlerin doğasıyla doğrudan ilişkilidir. Anarşizm konusunda biraz malumatı olanlar bilirler ki, anarşistler arasındaki en açık ayrılık toplumsal anarşizm ile yaşam tarzı anarşizm üzerine yaşanmaktadır. Bir grup sınıf mücadelesini faydasız, amaçsız ve yersiz olarak görüp alay ederken; diğer grup ise geri kalanın anarşist olmadığını, daha çok sahte tavırlı burjuvalar olduğunu iddia etmektedir.
Sıradan bir okuyucu için bu tartışma önemsiz, hatta saçma olarak görülebilir ve bu birçok açıdan doğrudur da. Toplumsal anarşizm/yaşam tarzı anarşizmi tartışması ‘anarşist olmanın ne anlama geldiği’ düşüncesi etrafında dönmektedir.
Bununla beraber, bu tartışma pek de kesin çizgilere sahip değildir. Yani, ‘uyulması gereken kurallar ve gelenekler bütünü’ fikri çerçevesinde, anarşizm bir ideoloji mi, yoksa ‘bir hareket tarzı veya gayrı meşru otoriteye karşı tarihsel bir eğilim’ yaklaşımıyla metodoloji midir? Ben toplumsal anarşizm ve yaşam tarzı anarşizm arasındaki ikilemin temelini bu tartışmanın oluşturduğuna inanıyorum ve bunun üzerinde durmaya çalışacağım.
İdeolojik anarşistlere Anarşist -büyük ‘A’lı anarşistler-, metodolojik anarşistlere ise anarşist -küçük ‘a’lı anarşist adını veriyorum, böylece kimi kastettiğimi anlayacaksınız.
Anarşizmin net, belirli bir anlamı vardır. Örneğin, Amerikan Heritage Sözlüğü’nde şöyle tanımlanmıştır:
1) Yönetimin her şeklinin baskıcı ve istenmeyen olduğunu ve de ortadan kaldırılması gerektiğini belirten teori. 2) Anarşistlerce, devlete karşı ortaya konan aktif direnç ve terörizm. 3) Tüm birleşik kontrol ve otorite şekillerinin reddedilmesi.
Öyleyse bu bakış açısına göre anarşist; tüm yönetim şekillerini baskıcı ve istenmeyen olarak gören, tüm birleşik kontrol ve otorite şekillerini reddeden kişi anlamına geliyor. Bu ölçütlere uymayan biri anarşist sayılamıyor.
Bu düşünce anarşizmin bir ideoloji olduğu görüşünü -ana bir ilkeyle temellendirilmiş tutarlı düşünceler bütünü- destekliyor. Eğer böyle bakılırsa, anarşist olduğunu ‘söyleyen’ herkese anarşist denilebilir mi?
Elbette hayır, yaşamtarzcılık tartışmasının temelini bu oluşturur, aynı entelektüel bir hakaret olan ‘anarko-kapitalizm’ konusundaki anarşist karşı duruşta olduğu gibi.
Ancak ideolojik ve metodolojik muhalefet arasında bir fark olduğu göz ardı edilemez. ‘A’narşistlere bakarsak, anarşizmin ne olduğunun sınırları çizilmiştir düşüncesine dayanarak ‘X anarşizm değildir’ derler. Onlar için bunu kanıtlamaya veya tatbik etmeye gerek yoktur, iddiaları başlı başına yeteri kadar gerçektir.
‘a’narşiste göre ise, yaşamtarzcılık ve ‘anarko’-kapitalizm metodolojik olarak anarşizme giden yol olmadığından reddedilmiştir. Benzer sonuçlara ulaşmak için yanlış araçlar, örneğin insan mutluluğunu kullanırlar.
Yaklaşımlar arasındaki fark açık sanırım?
Delilik vs. metod
A’narşist, toplumsal devrim için ideolojik uygunluğu ön gereksinim olarak vurgular -başka bir deyişle, A, B ve C doktrinlerini yutarsınız artık bir Anarşistsinizdir. Hareket planları şu minvalde gerçekleşir: 1) merkezi bir Anarşist örgütlenme yaratmak 2) İşçi sınıfına Anarşizm ilkelerini öğretip, onları eğitmek (doktrini aşılamak) 3) bu suretle bir kitle hareketi oluşturmak 4) toplumsal bir devrim yaratmak.
Anarşist; “hakikati yaymak” adına manifesto, platform veya başka bir yol gösterici doktrinle uyuşur, düşünce ile hareketin birliği, ve ideolojik uygunluğun etkili örgütlenmenin temeli olduğuna vurgu yapar.
anarşist bunların hepsini reddeder. Bizim sıralamamızsa şöyledir: 1) anarşist örgütlenmeler, kendilerine yönelik bir talep olmadıkça yaratılamaz 2) doktrinin aşılandığı insanlar özgür değildirler 3) merkezi bir otoriteyle temellendirilen (örneğin, merkezi Anarşist örgütlenme) ve doktrinin aşılandığı bir kitleyle beslenen bir hareket genel ve toplumsal değil, elit ve politik bir hareket olacaktır 4) Böylesi bir çaba sonucu, toplumsal devrim, anarşistlerin iktidarı ele geçirdiği politik bir devrime dönüşecek ve ihanete uğrayacaktır.
Bu anlamsal bir farklılık değil; aksine hareketin tam kalbinde bulunuyor ve bu tartışmanın başlangıcı Bakunin’in denemelerinde de görüldüğü gibi Birinci Enternasyonel’in kuruluşuna kadar gidiyor.
Haklı olan kim? Ben anarşizmin metodik yanının, ideolojisinden çok daha önemli ve yaşamsal olduğunu düşünüyorum. Böyle düşünüyorum çünkü dilin, bilhassa büyük emeller peşinde koşmaya hizmet ederken, her zaman olduğu gibi güç elitlerine hizmet ettiğine inanıyorum.
Bir grup kendini Anarşist olarak tanımlayabilir, ancak bu onları gerçekten anarşist yapmaz, değil mi? Sadece isimlerine bakıp fikir yürütmek yerine, kendi ölçütlerinizle değerlendirme yapmalısınız.
Toplumsal mücadelenin iki modelinden biri Marksist model -politik bir öncünün kitleleri sosyalist bir topluma yönlendirmesi düşüncesi- ve diğeri Bakuninist model- tüm politik otoritenin reddi ve genel bir doğrudan eylemliliğin, sosyalizmin tahmin edilemeyen bir fi tarih yerine ‘burada ve şimdi’ uygulanması düşüncesi.
Günümüze bakarsak, Marksist model bir yüzyılı aşkın bir süredir radikal solda baskın durumdaydı; lakin Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, on yıllardan beri ilk kez ideolojik atmosfer soluk almaya başladı. Bu tartışma bu yüzden tam vaktinde ve kritik, çünkü anarşizmin büyümesi ve ilerlemesi bir ölçüde buna da bağlı.
İtirazımın asıl nedeni ideolojik anarşizmin serbest düşünmeye ve doğrudan harekete değil de itaate, pasifliğe ve dıştaki bir mekanizmaya (manifesto, platform veya diğer kontrol mekanizmaları) uygunluk zorunluluğuna dayanıyor olması. Bundan başka, Anarşizmi merkezden dışa yayma amacıyla üst-ast temelli merkezi bir örgütlenme izlenmesi de itirazımın gerekçelerinden biri.
Özgür bir topluma ulaşmak için, özgürlüğü kısıtlayan araçlar kullanmak gülünç olur. Arkanızda henüz bir kitle yokken, popüler ve özgürlükçü bir örgütlenme yaratmanız da bir o kadar saçmadır. Bunlardan size kalan, hiç de sürpriz diyemeyeceğimiz bir şekilde, radikal solun bugünkü haliyle paralellik gösteren, elit bir aktivist kadrosu olacaktır.
İdeologlar için doktrinin saflığı her şeyden önemli olduğu için kaçınılmaz olarak şu sonuçlara varırlar: 1) bitmek bilmeyen bir şekilde küçük, önemsiz konuları tartışmak 2) sürekli bir hain aramak ve ondan arınmak 3) potansiyel yol arkadaşlarını bu elitizm yoluyla yabancılaştırmak.
Anarşizm “herşey mübah” türünden bir kavram değildir, bir anlamı vardır. Bununla beraber, bir emekçinin harekete “uygun” hale getirilmesi için ona bir doktrinin aşılanması zorunlu değildir. Noam Chomsky, anarşizmi “insanların gayrı meşru otoriteye karşı başkaldırmaya olan tarihsel eğilimi” olarak açıklarken metodolojik bakış açısını en iyi şekilde ifade etmiştir.
Örneğin; 1921’de, Kronştad denizcileri Bolşeviklere karşı başkaldırarak -gayrı meşru otoriteye karşı genel bir doğrudan eylemlilikle- metodolojik anarşizmi uygularken, Bolşevikler, aksi yöndeki iddialarına rağmen, kendilerini iktidarla güvenceye almak suretiyle Devrime ihanet ettiler.
Anarşistler değil anarşizm
Anarşistler, insanları Anarşiste dönüştürmeye çalışmak yerine, anarşist düşüncelerin yayılması ve daha da önemlisi anarşist örgütlenme yöntemleri üzerinde durmalıdırlar. Bu oldukça önemli bir ayrım.
Anarşistler, toplumsal mücadelenin kendisinin -eylem yoluyla propaganda ile- kitleleri politize ve radikalize ettiğini düşünür. Kolektif doğrudan eylem sayesinde oluşan öz yetkinlik sonucu karşınızda anarşistleşmiş insanlar -anarşizm düşüncesini doktrinler yoluyla değil, pratik deneyimler sonucunda kavrayan yoldaşlar- bulursunuz, önemli olan da budur. Bu yöntem sonucunda elinize geçen yetkinleşmiş, doğrudan eylemden çekinmeyen, aktif serbest düşünürlerdir, yani anarşistler.
Tüm aktivistlerin anarşist olduğunu söylemek yanlış olur, çünkü değiller. Sağ kanat azımsanmayacak bir gerici aktivist kitleye sahiptir, ama aslında bu aktivistler geniş bir otoriter yapının görevli memurlarıdır -efendileri emrettiğinde harekete geçen asalak sürüsüdürler. Veya, daha yaygın şekliyle, aldatılmaları ve manipüle edilmeleri sonucu kendi çıkarlarına taban tabana zıt bir pozisyona düşen iyi niyetli insanlardırlar.
Oysa gayrı meşru otoriteye karşı birlikte çalışan, örgütlenen ve doğrudan eyleyen bir grubu ele aldığınızda, itaat ve pasiflik için çağrı yapan diğer doktrinlerden çok anarşizme sıcak bakan insanlar görürsünüz. Anarşistçe yöntemlerle sürdürüldüğünde, toplumsal mücadele kendiliğinden anarşist düşünceyi yayacaktır.
Maalesef, bugün emekçiler arasında dayanışmayı örgütlemek yerine inatla ve bitmek tükenmeyen bir şekilde kendi dogmaları üzerinde odaklanan bir Anarşistler -ideologlar- güruhu görüyoruz. Bu durum da, elitler, hizipler, klikler ve çekirdek kadroların hüküm sürdüğü, anarşist hareketin bugünkü kasvetli ve sıkıntılı haline sebep oluyor.
İdeolojinin Ana Kuralı -ideologun asla ve asla yanılmayacağı fikri- tartışmaların da asla bitmemesi ve herkesin sayısız küçük ve ilgisiz parçalar halinde bölünmesi anlamına geliyor.
Metodoloji ise, neyin işe yarayıp, neyin yaramadığı ve bu noktalar arasındaki derece farkları konusunda daha açıktır. Bir strateji işe yaramıyorsa, yararlı olana dek onu düzeltene dek üzerinde çalışırsınız.
Biz anarşistler, emekçilerin “şu an ve burada” devrim için hazır olduğunun farkındayız. insanlar içgüdüsel olarak özgürlüğe ve yaşam koşullarındaki iyileşmelere meyillidirler. İnsanlar köle olmak istemiyor -iktidardakiler özgür olduklarına inandırılmak için ne kadar uğraşsa da gerçekte özgür değiller. Anarşistler -neredeyse marxist bir bakış açısıyla- emekçilerin “mesajı almak” için fazla ırkçı, cinsiyetçi, hımbıl ve homofobik olduklarını düşünseler de; bizler özgürlüğün herkese yaraşacağına inanıyoruz.
Gerçekte, işler ne zaman Anarşistlerin istediği gibi gitmezse, kendileri dışındaki herkesi suçlamaya başlarlar, bu da solun ayrılmasına ve giderek elitist olmasına yol açar -siz, işçiler Yüce ve Asil Düşüncelerimizi anlamak için fazla aptal, ırkçı ve cinsiyetçisiniz. Bu yaklaşım, işçilerin neden radikal solu görmezden geldiğini açıklamaya yardımcı olacaktır.
İdeoloji ve insan doğası
Tüm ideologlar insan doğasına dair negatif bir görüşü paylaşıyorlar: insanın temelde kötü olduğu ve geliştirilmek zorunda olduğu (geliştirilmekle kastedilen, onların başını çektiği bir doktrinin tamamlanması süreci). Dahası, ideologlar kendilerini bu negatif genellemenin dışında tutup, kendilerinin iyi, dünyanın geri kalanınınsa kötü ve bilinçsiz olduğunu iddia ediyor.
Oysaki bu görüş anarşizmle hiç de uyumlu değil ve kesinlikle otoriter ideolojilere yakın. Otoriterler hepimizin temelde kötü olduğumuzu ve eğitimin, gözetimin zorunlu olduğunu düşünür ve de en çok ele geçirmek istedikleri şey olan ‘kontrol’ün kaçınılmazlığını savunurlar.
anarşist ise, aksine, insanın temelde iyi olduğunu ve yönlendirmeye, baskıya ve kontrole ihtiyacı olmadığını öne sürer. Biz toplumdaki şeytanların birileri kontrol ve baskı istediği için ortaya çıktığını biliyoruz; güç, ayrıcalık ve kontrolün en iyi niyetli insanı bile suç ortağı bir yöneticiye dönüştürebileceğini de.
Başka bir deyişle, anarşistler, insanı iyi olarak tanımlarken, ideologlar bunun tam tersini savunuyor, kontrol ve otorite sistemlerinin olmazsa olmaz mekanizmalar olduklarını ileri sürüyorlar (bu sistemleri onlar yönettikleri sürece tabi -eğer başka biri onları kontrol ederse işler değişir- iktidar ellerinde değilken anti-otoriter görünürler -sadece iktidara ortak olmalarını bekleyin, gerçek yüzlerini göreceksiniz). Bu ayrım oldukça önemli ve bu kurumlardan çıkan örgütlenmelerin doğasını belirliyor.
İnsan doğasına dair negatif görüşle temellendirilen örgütlenme daha çok güç ve kontrol üzerinde durup, bunları olduğunca az kişinin eline bırakıp merkezileştirecektir. İnsan doğasını iyi olduğunu kabul eden tarafsa gücü yaymanın, kontrolü ortadan kaldırmanın, merkezi idareden vazgeçmenin ve bunları olduğunca fazla kişinin eline bırakmanın yollarını arayacaktır.
İdeologun en tehlikeli tehdidi ise kendilerini, kendi kurallarından muaf tutmalarıdır, bu ayrıcalıklı görüş onların “ışığı görmüş” olmalarından ve geri kalanın ya aptal ya da kötü olmalarından kaynaklanıyor (evet kötüler, çünkü yüce doğrulara sırtlarını çeviriyorlar). Eğer onların programına karşı çıkarsanız, gerekçeniz ne olursa olsun, suçlusunuzdur.
Bu yüzden, ideologun en doğal akıbeti güç kullanımıdır, dogmatik ve mantıksız olduklarından, meşruiyet için tek dayanakları güç ve şiddettir, bu da beraberinde merkeziyetçiliği ve güç kullanımını getirir. Bunun en yeni ve en tehlikeli şekli de devlet örneğidir.
Başka bir deyişle, ideolog katı bir otoriterdir, tehlikesi bundan kaynaklanır. Anarşist gibi görünürler, çünkü gücün bir parçası değilken gücün varlığını reddederler. Ama aslında gücün kendisine değil, kendilerine yetki verilmemesine karşı çıkarlar. Otoritenin bir basamağına ulaştıklarında, kendilerinden öncekiler kadar despot olurlar.
Otoriteleri ideolojilerinin -Büyük Düşüncelerinin- içindedir, ve buna karşı çıkacak olanlar riski göze almak zorundadırlar. Galleanistler’i (İtalyan anarşist Luigi Galleani’nin taraftarları) yoldan geçen birçok masum insanı seri şekilde bombalamaya iten de buydu. Çünkü onlara göre, “Büyük Düşünce” yi anlamayan hiç kimse masum değildi.
Doğru olan şu ki: doğru diye bir şey yok
Politik bir yazıda geçen bu cümle mantık dışı görünebilir. Söylemek istediğim; anarşistler Doğrunun, en güçlünün arka cebinde olmaya meyilli olduğunu düşünür. Başka bir deyişle, en güçlü olan kendi görüşlerini doğru ilan eder ve aksi yönde konuşursanız (ya da sadece düşünürseniz) sizi lanetler.
Esas Doğruya ilişkin iddialardan daha ideolojik bir tartışma olamaz ve bence anarşistler bu tartışmaların bir parçası olmamalılar. Bizim görüşümüz, aksine, savunmaya değer tek bir doğrunun aslında var olmadığıdır. Çünkü herkesin anlayacağı ve göreceği sonsuz doğrular yoktur, yalnızca bize mantıklı gelen ve gelmeyenler vardır.
Gerçeklik vardır (gerçi bu bazı filozoflarca hala tartışılmaktadır) ve doğrular tamamen sübjektifken gerçeklik objektiftir. Bir taşı alıp bıraktığınızda düşecektir, çünkü yerçekimi objektif bir güçtür, gerçektir. Doğru herhangi başka bir kaynaktan değil, gerçeklikten yola çıkar.
Doğrunun öznelliği, otoriterlerin çok rahatsız olduğu bir durumdur. Çünkü bu devrimci bir kavram, eğer doğru öznelse, bu toplumun çatısının yıkılacağı anlamına gelir. Hukuk, din, Devlet bunların hepsi, bazılarının Doğru diye iddia ettiklerinin arkasında aslında güç ve baskı olduğunu fark ettiğinizde çökecektir. Güç söz konusu olduğunda; gerçekte efsaneler, yalanlar ve batıl inançlar bütünü olan Doğru gündeme gelir.
Anarşistler doğrunun öznel olduğunu savunurlar. Bu savunu, dogma ve manifestolara karşı çıkışımızın da temelini oluşturuyor. Bazıları buna çabalasa da, hiçbir anarşist, her durumu, çelişkiyi veya etkileşimi açıklayacak yüce bir manifestoyla kendini ifade etme yolunu seçmemelidir.
Serbest düşünme, sonsuz Doğrunun yokluğunda güvenilecek tek metodolojidir. Bu metodoloji, başkasının sizin dünyanızı sizin için tanımlamasını değil, kendiniz için neyin ne olup olamayacağını düşünüp değerlendirmenizi gerektirir ve bu tarz düşünmenin değeri güçte değil, mantıkta yatmaktadır.
Otoriterler, tabii ki sadece kendilerinin görebildiği bir objektif ideal olan Doğruya sadık kalırlar. Bu süreçte size düşen Doğruya itaat etmek ya da ona direnmek ve bu karşı çıkıştan dolayı acı çekmektir. Bu nedenle, özgürlüğü el üstünde tutan kapitalist ‘kendi’ mülkünün üzerine “Buraya izinsiz girenler vurulacaktır” yazar ve gece rahat uyur, (Oysa bu uyarıyı yazanın kendisi mülküne sahip olmak için başka insanları vurmuştur) ve tanrıdan korkan hıristiyan, Kutsal Kitaptan ‘ötekini sev’ vaazında bulunurken meşaleye bir cadı koyar.
İdeologlar, asil cümlelerini gaddarca eylemleriyle daima ayaklar altına alırlar. Anarşistler bunun bir parçası olmaya ihtiyaç duymazlar. Onları ve onların Doğrularını reddediyoruz.
Öyleyse herşey anarşizme uyar mı?
Anarşizmin Doğruya karşı çıkışı, anarşizmin hiçbir dayanağı olmadığı anlamına mı gelir? Evet ve hayır -gayrı meşru otoriteye zarar veren anarşisttir, vermeyense değildir. Bu metodolojimizin, ayrıcalıklı ve güçlüye direnişimizin de temelidir.
Baskı olmadığında (örneğin, serbest ortaklıklar) meşru olan tek otorite özgürce kabul edilendir. Bu birçok sıradışı aktiviteye açık kapı bırakır ve anarşizme her şeyin uyduğu “görüntüsünü” yaratır. Özgür karar alabilme, yalnızca toplumun üyelerinin uyumlu çalışmalarıyla ve örgütlenmeleriyle sağlanabilir.
Bundan dolayı, yaşamtarzcıları reddediyoruz. Çünkü onların aradıkları narsistik bir otonomi ve bu birleşik parçalardan oluşan toplumumuzda imkansız ve hiç de anarşistçe değil, çünkü içe dönüklük adına dayanışmayı yok ediyor, sınıf mücadelesini ve örgütlenmesini küçümsüyor.
Yaşamtarzcılığa karşı çıkışımızın metodolojik temeli, yaşamtarzcı da dahil olmak üzere kimseyi özgürleştirmiyor olması ve bu yüzden de gayrı meşru otoriteye karşı hiçbir tehdit oluşturmamasıdır. “Geçici otonom bölgeler”, baskının başlıca kaynağı Devleti itiraz kabul etmez, dokunulmaz ve bozulmaz olarak gördüğü için pek de gerçekçi sayılmaz.
Yaşamtarzcılık, ideolojiye karşı olan itirazlarında haklı olsa da, bu yanlış bir metot. Toplumsal anarşist, yaşamtarzcılarla tartışmak yerine onları soytarılıklarıyla baş başa bırakmalıdır. Toplumsal anarşistin hedefi onların yaşamtarzlarıyla dalga geçmek yerine etkili bir şekilde örgütlenmek olmalıdır.
Anarşizm, başta örgütlenme ve eylem olmak üzere gözlem ve düşünceyi gerektiren rasyonel bir kuram ve felsefedir.
Tümden gelimci ve tümevarımcı anarşistler
Karşılaştırma ve mantıktan bahsederken ayrıntıyla incelenmesi gereken bir diğer konu da ideolojik anarşisti metodik anarşistten ayıran tümdengelim ve tümevarım konularıdır.
Tümdengelim, bir öncülden yola çıkarak açıklama yaptığınızda söz konusudur. Örneğin, “Ben bir anarşistim, bu nedenle her yaptığım anarşistçedir” dersem eğer. Kendi anarşizmimin doğruluğunu açıklarken tümdengelimi seçmiş oluyorum. Yaptıklarımdan herhangi bir şeyin anarşistçe olmadığını söyleyen biri olursa onu “Hayır, yanılıyorsun. Ben bir Anarşistim ve Anarşizmin ne olduğunu biliyorum ve benim yaptığım da Anarşizm. Benimle aynı fikri benimle paylaşmadığına ve ben bir Anarşist olduğuma göre sen de bir otoriter olmalısın, yani benim düşmanımsın” şeklinde cevaplarım.
Sorun açık mı? Bu tarz tümdengelimci ideoloji sadece Anarşizmle sınırlı değil. Aslında bu en çok insanların kendi söylediklerini uygulamadıkları otoriter ideolojilerde yaygın. anarşizm ise, tümdengelimi serbest düşünmeyi önlediği için ölümcül kabul eder. Tümevarımcı anarşizm, neyi niçin yaptığınıza bakar ve anarşist olup olmadığınızı bu temelde değerlendirir.
Gayrı meşru otoriteye karşı mücadele eden herkes anarşist değildir, zaten mesele de bu değil. Tümevarımcı anarşizme göre birinin anarşist olup olmadığının ölçütü iddia ettikleri değil, yaptıklarıdır.
Bu ayrım çok önemli, çünkü anarşist hareketin içine sinsice nüfuz eden otoriter öncü yanlılarına karşı hazırlıklı olmanızı sağlar. Bakunin’in Marx’a karşı çıkarken fark ettiği de buydu. Marx ve ekibi sosyalizm için uğraştıklarını “söylediler” ve programlarının sosyalizmi temelini sarsmasına, hatta çökertmesine rağmen, kendi programlarına herkesin destek vermesini istediler.
Aynı risk anarşizm için de söz konusu. Tümdengelimci Anarşizm kolaylıkla hareketin içindeki otoriter fırsatçılara yüzünü dönebilir (ve bunlara itiraz da pek mümkün değildir, çünkü bu tarz örgütlenmeler ideolojik uygunluk adına farklı düşüncelere sıcak bakmazlar). Bu da fırsatçıların kendi grupları içinde dahi eleştirilemeyeceği anlamına gelir.
Tümevarımcı veya metodolojik anarşizme ise ihanet etmek o kadar kolay değildir; bir dengesizlik ortaya çıktığında bunu size bir başkası söylemez, kendiniz değerlendirir ve kendi açıklamanızı yaparsınız.
Tümdengelimci Anarşistler (öğrenip, ezberleyip sonunda da itaat etmeniz için ürettikleri) manifesto, platform, broşür ve doktrinlere düşkündürler. Sizi olabildiğince değiştirip dönüştürdüklerinde, Anarşinin mümkün olabileceğini düşünürler. Saydığımız bütün bu çabaları da sizin henüz hazır olmadığınızı varsaydıkları içindir.
Tümevarımcı anarşistler, hiçbir manifestonun ya da doktrinin insanların tüm hayallerini, umutlarını ve isteklerini kapsayamayacağını düşündüklerinden bu fikirleri anlamsız ve gülünç bulurlar. Dahası, bugünün insanlarının, anarşist düşünceyi anlayabileceğini ve bunları pratiğe dökebileceğini ileri sürüyoruz, sadece insan olmaları bunun için yeterli.
İnsanlar sınırlandırılmayı ve emredilmeyi sevmezler. Eğer sevselerdi, güç sahipleri sizi aslında bir köleyken, özgür olduğunuza inandırmak için bunca zaman, enerji ve para harcamazlardı. Bu aşamada anarşistin rolü yalnızca o ilk fark edişi yaratmak ve otoriteyi zayıflatıp ona zarar veren örgütlenme metotlarını hayata geçirerek sürecin kendi işlerliğini sağlamasına vesile olmaktır.
Tam tersine, Anarşist, sadece kendi kabilelerinin gördüğü Doğruya güvenileceğini düşündüğünden daha aktif ve öncü bir rol ister. Onlar sahne arkasından her şeyi yoluna koyan gölge rehberlerdir, çünkü sizler kendi işinizi göremeyecek denli zavallısınızdır.
Radikal solun işçi sınıfıyla ilgisiz, gerici, ırkçı, cinsiyetçi olduklarını iddia ederek ciddiye almamasının sebebi de bu yaklaşımdır. İşçi sınıfı binlerce hastalık taşır! Sizi, onların liderliğine ve talimatlarına muhtaç, yetersiz bir topluluk olarak görürler.
Bir anarşist olarak, bu yaklaşımın anlamsız olduğunu düşünüyorum. Doktrin aşılanmış insanlar özgür değillerdir ve özgürlükçü olmayan metotlar kullanarak anarşist (özgür) bir toplum yaratmak imkansızdır.
Peki asıl konu nedir?
Aslında önemli olan sadece iki konu var
1- Çalışanlar arasında dayanışmayı örgütlemek
2- Doğrudan ve genel bir hareketi teşvik etmek. Bu anarşistlerin amacıdır, ya da amaçları olmalıdır. Bizim amacımız diğer insanlara nasıl düşüneceklerini veya davranacaklarını öğretmek değildir, bu onların meselesidir, bizim değil.
Anarşistler, ‘dünyanın geri kalanı (benim gibi) Anarşist olsaydı, her şey yolunda olurdu’ derken kendilerini anarşik saflığın bütünü olarak görürler. Bu düşüncenin kökeni Marksizm’e dayanır ve aşırı derecede öncü fikirler taşır.
En önemlisi anarşizmin metodolojisidir, çünkü kelimeler ve doktrinlerin boş ve anlamsız olması durumunda -aleni zorbalıklar kullanılıp size çok doğru ve şirin gösterilmeye çalışılsa da- kişinin kendi kararını vermesi çok kolaydır. Amerika “demokrasi ve özgürlük” adına insanları bombalıyor ve demokratik bir şekilde seçilmiş liderlere suikastlar düzenliyor. Sizden istedikleri demokrasinin metodolojisini değil, Amerikan İdeolojisini benimseniz!
Amerikan yönetimi metodolojik açıdan incelediğinizde uygulamalarının demokrasi, özgürlük, genel kabul ve temsil edilme hakkıyla hiç de uyuşmadığını kolayca fark edebilirsiniz, fakat bu kavramlar iktidardaki elitler tarafından mide bulandırıcı sıklıkta kullanıldı.
Lenin, Bolşevikler için destek bulmaya çalışırken, işçilerin istediğinin genel bir oto-idare olduğunu bildiğinden partisinin “Tüm iktidar Sovyetlere” sloganını kullandı. İşçiler Lenin ve Troçki’ye inanmışlardı, fakat iktidara geldiklerinde gerçek yüzlerini gösterdiler ve kendilerine karşı olan bütün Sovyetleri ortadan kaldırdılar. “Tüm iktidar Sovyetlere” sloganı kısa zamanda “Tüm iktidar Bolşeviklere” (yani Devlete) şekline büründü. Komünist Parti komünizmi yok etti, çünkü komünizm onların iktidar alanını tehdit ediyordu.
anarşistin tek yapması gereken, özgürlükçü toplumsal devrimin gerçekleşmesinin araçlarını göstermektir; yani yol haritasından ziyade bir alet çantası hazırlamak. Bu strateji diğerine nazaran çok daha anarşistçe, çünkü bireyi olması gereken yerde bırakıyor; sokakta, çarşıda, dersliklerde -bireylerin gayrı meşru otoriteye karşı bir araya gelip mücadele edebileceği her yerde…
Dave Neal
kara mecmuA