Kayyum Atamalarına Dair; Kürtlere Saldırmak Bir Devlet Politikasıdır
Devletin geleneksel Kürt politikası yine devreye girdi. Bugün yerel seçimler, Kürt özgürlük hareketi ve devletin Kürt düşmanlığı üzerine benzer algı ama farklı olaylar üzerinden yeni gelişmeler yaşanıyor.
Kürdistan’da son olarak 2016 yılının Eylül, Ekim ve Kasım aylarında toplam 82 belediyeye atanan kayyumlardan sonra bugün itibariye Amed, Mardin ve Van’da da büyükşehir belediye başkanları görevden alınarak yerine kayyumlar atandı. Geçtiğimiz 31 Mart yerel seçimleri öncesinde de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yaptığı bir konuşmada “Kayyum atanan yerleri geri alacağız diyorlar. Benim vatandaşım bunları geri almana fırsat veriyorsa, devletin imkânlarını Kandil’e gönderecek olursanız yine kayyumlarımızı atarız.” demişti ve TC devletinin başı olarak devletin bu konudaki klasik tavrından yine şaşmadı.
Devletin, daha önce atanan kayyumların 31 Mart seçimleri sonrasında ortaya çıkan yolsuzluk ve usulsüzlüklerini hazmedemediğini belirtmek gerekiyor. Sandıkla alamayacağını bildiği koltukları şiddet, usulsüzlük ve hileyle geri almasının ardındaki fütursuzluğun, rahatsızlığın bir sebebi de bu.
Kürtlere Yönelik Saldırı Bir Devlet Politikasıdır
Son süreçte iç ve dış politikayla ilgili olarak gerek oy alabilmek gerekse gücünü hissettirebilmek için takındığı sert ve hiddetli tavrını yeri geldiğince yumuşatabilen Erdoğan, devletin Kürtlere yönelik saldırgan politikasının fevri ve rahat bir şekilde gerçekleştiriliyor olmasından ötürü bu kez yumuşatmadı.
Hatırlanır ki 31 Mart seçimleri sonrası seçilen belediye başkanlarından bir kaçına KHK’li olmaları sebebiyle YSK tarafından mazbataları verilmemişti. İBB Başkanı’nın mazbatası kadar gündem olmayan Kürt belediye başkanlarının mazbatası örneği, kayyumların neden bu kolay atanabildiğini gösteriyor. İstanbul’da demokrasiden bahsedenler Kürdistan’da demokrasiden bahsetmiyor. Çünkü bölgede olanlar beka sorunsalı adı altında meşrulaştırılıyor. Coğrafyanın batısında demokrasinin kalkanı arkasına saklananlar, devletin beka söylemiyle Kürdistan’daki siyasal iradeyi, siyasal sisteminin dışına itme potansiyeline sahip olma durumunu görmezden geliyor.
Kayyumlar o dönem OHAL koşulları altında siyasi gündeme girmişti ve demokrasi dışı olarak nitelenen “olağanüstü” kararlar olağan, sıradan hale gelmişti ama bugün görevden alınma ve kayyum atamaları OHAL şartlarında gerçekleşmiyor. Bu fark da bize devletin özellikle Kürt halkına yönelik politikalarında herhangi bir bahane aramadığını, politikalarda hali hazırda olağanüstülüğün var olduğunu gösteriyor.
Kayyum, Demokrasi ve Yerel Seçimlerin Sınırıdır
Devletin genel seçimlerde seçilen Kürt vekilleri 90’larda meclisten derdest ederek uzaklaştırması politikası, bugün de vekil ve belediye başkanlarının tutuklanması ve görevden alınması yoluyla devam ediyor. Geçtiğimiz yıllarda atanan kayyumlar, o gün yerel yönetimlerin sınırlılıklarını nasıl hatırlattıysa bugün de atanan kayyumlar bu olgunun güncelliğini ortaya koydu.
Devletin Kürt halkının kazanımlarına, temsili demokrasi içindeki yöntem ve stratejilerine bile düşmanlık besleyen politikası kendi hukuk kurallarını, çıkarları uğruna ne kadar kolay değiştirebildiğini gösteriyor. Devletin hukukunun, adaletsizliğin kurallar haline getirilmiş biçimi olduğunu bu süreçte tekrar görüyoruz. Şiddetin, devletin olağan politikası haline getirildiği bu dönemde dikkat etmemiz gereken bir diğer nokta bu hukukun ve demokratik yöntemlerin sınırlılıklarıdır. Bu adaletsizlik mekanizmasının kazanılabilir kıldığıyla yetinmek ve onun hukuk kuralları içerisinde hareket etmek ezilenlere kazandırmamıştır. Yaşadığımız coğrafyadaki seçimlerin, daha önce de kayyum atamalarıyla, türlü hile ve yolsuzlukla liberal demokrasinin kurallarına bile uymadığını bir değil birçok kez deneyimledik. Her seçim kendi sonucunu kabul ettirmek üzere mühürsüz pusulalar, yol kenarlarından çıkan sandıklar, diriltilen ölü seçmenler, açık oy kullanımları için zorlananlar, plakasız araçlar, silahlı kolluklar, araç olarak kullanılacak seçim kurumları, denetmenleri… İstenilmediği takdirde, sistemin oyununun galibi olmanın kazanan olmak anlamına gelmediğini biliyoruz.
Devletin Beka Demokrasisinin İçerisinde Kalmak
Anarşist bir perspektifle değerlendirdiğimizde halk iradesini önemsiyormuş gibi gözüken genel ve yerel seçim gibi demokratik yöntemlerin açıkça bir kandırmaca olduğunu söylemiştik. Devletlerin çıkarlarına uymadığı zaman beka, terör gibi yalan neden ve bahanelerle siyasi kazanım olarak nitelenen durumları ortadan kaldırabileceğini bir kez daha deneyimliyoruz. Oyunu hazırlayanların kendi kurallarına uymayabileceğini; bunu yaratanın, devletli siyasetin ta kendisi olduğunu anlıyoruz.
Barış sürecinin tekrar konuşulduğu, her şeye rağmen konuşulabildiği bu günlerde devlet aklı kendini bir kere daha göstererek devlet oldukça ezilenlerin iradesinin hiçbir zaman dikkate alınmadığını aksine tekrar ve tekrar baskı altına alınacağını göstermiştir. Üstelik bu baskıyı, meşruluğunu sağlamaya çalıştığı seçimleri yok sayarak yapabileceğini göstermiştir. Devletin bekası, ezilenlerin yaşamları karşılığında sağlanmaktadır. Ezilenlerin önüne koyulan sandık, bu gerçeği görmemizi hiçbir zaman engelleyemeyecektir.