Meçhul Öğrenci(ler) Odtü’deydi.

Meçhul Öğrenci(ler) Odtü’deydi

28 Aralık 2010

Dil Tarih ve Coğrafya fakültesinden sonra,Meçhul öğrenci ODTÜ’de göründü. Turnikeye kimliğini okutmadan yurda giriş yaparken bir uyarı aldı yine yurt müdüründen, yurt danışmasından. ÖGB’ye kimlik göstermek zorunda kaldı yine okuluna girerken. Yine ve her şeye rağmen gülümsüyordu meçhul öğrenci, kendisini adım adım izleyen “güvenlik” kameralarına. O gülümseme ki içindeki isyanın ve nefretin en basit dışavurumuydu.

Meçhul öğrencinin çağrısına kulak veren onlarca kişinin de katılımıyla bir meçhul öğrenci anıtı daha açıldı. Kara önlükler ve maskeler giyilerek eyleme çağrı yapıldı ve bildiri dağıtıldı önce. Sesimize katılan seslerle büyüdük ve çoğaldık. Fizik önünde toplanan meçhul öğrenciler meşaleler yakarak, ellerindeki dövizleri ve kara bayraklarıyla önce yemekhaneye ilerlediler, yemekhanenin içinden sloganlarını sürdürerek geçtiler. Ardından kütüphane binasına doğru yürüyüşe devam edildi. Kütüphane geçildikten sonra geri dönülerek, anıtın açılacağı yere -fizik önüne- varıldı. Bir “meçhul öğrenci mektubu” okundu önce. Yıllar önce kara tahta önünde tek ayak üzerinde bekletilmiş bir çocuğun isyanıyla, polisin ve faşistlerin işbirliğiyle katledilen Şerzan Kurt’un isyanıyla, daha doğmadan polis copuyla öldürülmüş bir bebeğin isyanıyla, ögb’nin taciz ve darp ettiği öğrencilerin isyanıyla okundu mektup. Ve sonra Ece Ayhan’ın “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiiri okundu. Ardından meçhul öğrenci anıtının açılışı yapıldı; “meçhul öğrenci hatıra fotoğrafı” çektirdiler meçhule itilenler. Eylem başından sonuna kadar örgütlü, örgütsüz, politik yahut apolitik öğrencilerin, personelin şaşkınlık ve merak dolu bakışlarına tanıklık etti.

Meçhul Öğrenci’nin mektubu şöyleydi:
__________________________________________

Dostlarım, tanıdıklarım, tanımadıklarım yaşamın her anında “uyumsuz, asi, solcu, erkek olmamak, kadın olmamak, eşcinsel olmak, gebe olmak, içki içmek, akademisyenlere kafa tutmak, fikir beyan etmek, hastalık taşımak, tiyatro koymak, şenlik yapmak, polise mukavemet etmek, ögb’ye kimlik göstermemek, Türklük dışında başka bir etnik kimliğe ait olmak, şarkı söylemek, sigara içmek, sevgili olmak” gibi saçma sapan yüzlerce “suçtan” ya süreli ya süresiz(?) okuldan uzaklaştırılıyor, atılıyor, her gün kapitalizmin ve iktidarların tacizine, tecavüzüne, gözetimine, kontrolüne maruz kalıyoruz ve disipline ediliyoruz.
Ben, Meçhul Öğrenci tanımlamasının içini dolduran ve tüm koşullarını yaşayan; üniversite yönetimlerince “Potansiyel Suçlu” olarak tanımlanıp okulundan izole edilen, hiçleştirilen ve öğrenim hakkı yaklaşık 6 yıl süreyle elinden alınan, Muğla Üniversitesinde okurken polis ve faşistlerin işbirliğiyle katledilen, kampüslerde cinsel tacize ve tecavüze uğrayan, sınavlara çalışmaktan ve derslere girip çıkmaktan gökyüzüne bakması, koşması, arzuları unutturulup 18’inde ölüp 70’inde gömülen, 19 yaşında çocuğunu düşüren, harç parasını ödemek için çalışırken trafik kazasına kurban edilen, meçhule itilmiş biri olarak yazıyorum bu mektubu.
Girişte kısaca ifade ettiğim durum; üniversite öğrenim hayatıma başladığım günlerden itibaren devlet dersinden kalmış olmanın bedelini cezalandırılarak ödüyorum. Bu bedel, hukuk sisteminin işlerliğini, demokrasinin ileri adımlarını dillendirenlerin, özgürlüklerine ve insana dair başka bütün değerlere sahip çıkanlardan duyulan korkuyu açıklamaya yeterlidir sanırım. Vaziyetin vahametine karşın, bu olayı münferit diye nitelendirenler, nefret ve ikiyüzlülüklerinin bütün çıplaklığına rağmen, tek bir kelimeyle, vicdanlarından kurtulmanın en eski ve en kestirme yolunu kullananlardandırlar.
Evet, yalnız değilim; ODTÜ’de, İTÜ’de, Ankara Üniversitesi’nde, Dicle Üniversitesi’nde, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde, Muğla Üniversitesi’nde soruşturularak, uzaklaştırılarak, katledilerek, cinsel taciz ve tecavüze uğrayarak, gözetlenerek, kontrol ve disipline edilerek, standart hale getirilmiş sayısal bir değer olarak iyi ve uslu bir öğrenci haline getirilerek, ruhlarımız, arzularımız, zihinlerimiz ve bedenlerimiz okul, medya, şirket ve idollerin güzellik, arzu ve hakikat anlayışıyla ve Teknokent değerleriyle “eğitilip” biçimlendirilenlerin ve bunlara direnerek öğrenim hayatına devam edemeyenlerin bir örneğiyim…
Benimle beraber üniversitelerde yüzlerce hatta binlerce öğrenci, insanca bir yaşam adına savundukları değerlerden ötürü, üniversite engizisyonuna uğruyor. Bazı okullarda “milli duyguları güçlü, vatanını ve projelerden gelen paraları seven” okul idarecileri kolaylıkla kendilerine durumdan vazife çıkarabiliyor ve üniversiteleri, yaşam alanlarımızı birer ceza infaz, kontrol ve disiplin ya da tüketim merkezleriyle, kültür ve sanat aktiviteleriyle, ağaçlı nezih kampüsleriyle “özgürlük” kurumuna dönüştürüyorlar. Tacizci ÖGB’lerin, kampüsü kışlaya çeviren polislerin, öğrencilere asalak muamelesi yapan akademisyenlerin ve kariyer günlerinde “güzel” bir gelecek vaat eden şirketlerin gözünde birer meçhulden öteye geçemeyen bizler, karşı çıkıp reddettiğimizde, sorgulayıp birey olduğumuzu hatırlattığımızda ya tehdit ediliyor ya saldırıya uğruyor ya da uzaklaştırma marifetiyle ortadan kaldırılanlar oluyoruz…

Dayanışma