12 Eylül Darbesi: Faşizm ve Kapitalizmin Ortaklığı
Faşizm, devlet içinde geçici bir organizasyon değil, daima diri tutulan bir zihniyet ve uygulamadır. Devlet varoldukça faşizm sürekli yeni formatlarıyla üretilecektir. Parlamentarizmin varlık kaynağı, burjuvazinin ezilenlere hükmetmek için meşru bir alana sahip olma istencidir. Üniter ve parlamentarist bir nitelikte olan T.C. devletinde, hiçbir hükümetin faşizme karşı mücadele etmesi onun özü itibariyle söz konusu olamaz.
Darbe sonucu topluma yaşatılan Özal’lı yıllar, Çiller ile birlikte koruma altına alınan özel harekat durumu ve final dönemi olarak nitelendirebileceğimiz AKP politika ve uygulamaları, TC’nin kuruluş aşamasında “muassır medeniyet seviyesi” olarak adlandırılan modern kapitalist ülkelerin arasına girme hedefinin aşamalarıdır. AKP hükümetinin sözde 12 eylül faşizmi ile hesaplaşma iddiasının düpedüz yalandan başka bir şey olmadığı gün gibi aşikardır.
Ezilen sınıfının Türkiye ve Kürdistan topraklarında 1980’lerde karşı karşıya kaldığı çıplak faşizmle günümüzde AKP hükümeti temsiliyetinde uygulanan uygulamalar arasında herhangi bir ileri-geri durumu söz konusu değildir. Burjuvazinin gözünü diktiği, dünyanın kalbi olarak adlandırılan Ortadoğu topraklarına açılan kapı olma durumuna sahip Kürdistan topraklarında, 31 yıl önce Diyarbakır zindanlarında yaşatılan durumdan daha büyük bir imha politikası izlenmektedir. 31 yıl önce ‘düşman’ sadece TSK nezdinde somutlaşmışken, bugün düşman kâr istencinin kaynakları olan şirketler ve devlet eliyle Kürdistan’a sokulan kapitalist sömürü somutlaşmaktadır. Rengi ne olursa olsun şirketler planlı şekilde işletilen yok etme politikalarını doğrudan kendi eline almıştır.
Tıpkı Karadeniz topraklarında yaşandığı gibi Kürdistan’da hayata geçirilmek istenen sözde enerji projeleri, bizzat yerli burjuvazi aracılığıyla yapılan kentsel-sosyal dönüşüm projeleri (kırklar dağının plazalaşması, sur bölgesinin temizlenmesi), ya da ancak egemenlerin kontrolünde gerçekleşmesine izin verilen Kürtçe’nin sözde meşrulaştırılması ve TRT6 gibi demokrasi adı altında yürütülen asimilasyon uygulamaları, en az Kürdistan’da katledilen sivillerin, bölgedeki demokratik siyasal yapılanmalara ve temsilcilerine karşı uygulanan hukuki baskı rejimlerinin varlığı kadar açık bir şekilde faşizmin sürekli diri tutulduğunun ispatıdır.
Ezilenlerin öz-örgütlülüğünün artması, kapitalizmin hegomanyasının ellerinin arasından akıp gittiğine işaret eder. Kapitalizm bugün bu tehlikeyi çok güçlü bir şekilde hissetmektedir. Toplum üzerinde estirelen savaş rüzgarı, duyduğumuz savaş çığırtkanlığının tüm nedeni budur.
Kapitalizmin en büyük silahı olan korku imparatorluğunun yolu, bireyleri-halkları yalnızlaştırmaktan geçmektedir. Tüm bu siyasal-ekonomik ve kültürel yıkıma karşı topyekün ve birleşik bir mücadeleden başka kapitalist uygarlığı ortadan kaldırmanın yolu yoktur.
Yaşamsal örgütlülük başta olmak üzere politik mücadeleyi yükseltmeli ve kapitalizmi doğrudan hedef alarak özgür alanları yaratmalıyız. 1980’de başlayarak günümüze kadar farklı yüzleriyle karşımıza çıkan 12 Eylül faşizmini yok etmek ancak bu yolla mümkün olacaktır.