HAYDAR PAŞA YANDI!
28 Kasım’da tarihi Haydarpaşa Garı yandı.
Yangın sonucunda garın dördüncü katı tümüyle yandı, kuleler önemli oranda hasar gördü ve çatının neredeyse çöktüğü ise vapurla geçerken net bir şekilde görülebiliyor. Televizyonlar, canlı yayınlarda “yangını duyan sorumlu vatandaşlar koşa koşa olay yerine gitiler, bu ‘İstanbul’ için ne kadar önemli bir kazanımdır” gibisinden laflar etselerde yangın esnasında orada bulunan herkes, ağlamanın kıyısında bir çaresizlik içindeydi. Haydarpaşa köprüsünün üzerinde bir taraftan yangını seyreden bir taraftan dertleşen insanlar gerçektende üzgündüler. Yangın saat 14:00 civarlarında başlamış ve ilk farkedenler ise yakındaki bir binada çalışan işçiler olmuş. İşçiler ilk olarak “az bir duman” gördüklerini ve önemsemediklerini ancak zaman geçtikçe dumanların yoğunlaştığını ve alevlerin çoğalmaya başladığını anlatmış. Zaman geçer, alevler artarak devam eder, Haydarpaşa garı cayır cayır yanar. Her gün işine gücüne giden İstanbul’lunun imrenerek seyrettiği, içinde vakit geçirmekten keyif alanların, evsizlerin, bekleşenlerin, kavuşmayı bekleyenlerin, sokak hayvanlarının ve tarihi mimarisiyle o görkemli mabeti, haydarpaşa garı yanıyor…
Gelgelelim İsanbulluyu bu kadar üzüntüye boğan bu hadise bir yangın değilde başka bir şey olsaydı. Haydarpaşa başka türlü yansaydı acaba duyarmıydık, görürmüydük, yazarmıydık. Kim bilir? Haydarpaşa Projesi olarak adlandırılan “özelleştirme”nin pek çok sermayenin odağı olduğu ve devlet ricalinin, gündüz gece hayaline, düşüne girdiği sır değil …
İstanbul’da ufacık yeşil alanları, büyük çocuk parklarını, hallice kamu arazilerini, artık sinema/tiyatro olamayacak kadar değerlendiği düşünülen binaları (üzerinde bulundukları arazileri) yüksek yoğunluklu yapılaşmaya açmak için her yolu deneyenlerin, yapabileceklerinin sınırlarının genişlediğinden kuşku duymak haksız mıdır?
Önceleri, içi boş, bakımsız, tarihi binalar bir gece nasıl olduğu anlaşılmaz biçimde yanar giderlerdi. Eski binanın “boşalttığı” alanda yapılan yenileri ise gıcır gıcır güvenlice dururlar. Şimdiyse İstanbul’un önemli simgelerinden biri içinde en az insanın bulunduğu bir pazar günü, öğleden sonra yandı.
Doğrudur, sermaye bu kadar önemli bir binanın kendisinden vazgeçmeyecek kadar akıllıdır. Ancak, uzun bir süre kullanılamayan bir tren garının insanların hafızasında silikleşmesi, ulaşım tercihleri sıralamasından çıkması ve sonra da antrepoları, tamirhaneleri, arka açık alanları ile kentin merkezindeki devasa bir alanın rahat rahat “projelendirilmesi”nin orta vadede sermaye için çok parlak bir yatırım “stratejisi” olduğu apaçık değil midir?
Haydarpaşa Garı’nın günlük yaşamımızın bir parçası olmaktan çıkması, uzaktan baktığımız bir hayalet haline gelmesi; birkaç yıl sonra kimi kurtarıcıların, çağın gereklerine ve sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde “yenilemesi”nin önünü açacak formüllerden bir tanesidir.
İhtimal bir “aydınlatma projesi” uygulaması yapıldığı yönündeki açıklama ile yetinmemiz, adından bile belli olduğu üzere İstanbul’un en önemli anıt yapılarından birinde yoğun bir elektrik aksamı ile yapılan çalışmalar sırasında gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı dahi açıklanmayacaktır. İhtimal, bilmem hangi taşerona bağlı olarak çalışan, sigortalı olup olmadıklarını bilinmeyen, bir Pazar günü çalışmalarına karşın fazla mesai ücreti alıp almadıklarını bilmediğimiz, iş güvenliği tedbirlerinin yeterli olup olmadığı belirsiz iki işçi kardeşimizi “suçlu” olarak önümüze atacaklar, onların ihmalini lanetlemekle yetinmemizi bekleyeceklerdir.
Bizlerin ise Haydarpaşa’dan vazgeçip geçmediğimize karar vermemiz gerekiyor …