Yazının başında belirttiğimiz gibi hangi siyasal öznenin faaliyetlerini hangi siyasal gerçeklik içinde gerçekleştiriyor olduğunu belirginleştirmek önemlidir. Bu belirginleşme için dünyada yaşanan birçok farklı deneyimi araştırabiliriz. Fakat çok da uzağa gitmeden yakınımızda gerçekleşen Taksim Gezi İsyanı’nı hatırlamamız da yeterli olacaktır. Taksim Gezi İsyanı’nı yaratan süreç, isyanın içinde yer alan bireylerin, polis şiddetine, hükümetin yasaklarına karşı siyasal tavırlarını toplumsallaştırmasıyla oluşmuştur. Bu toplumsallaşma, sadece İstanbul’la da sınırlı kalmamış, şehirden şehire sıçrayarak coğrafyanın farklı yerlerine yayılmıştı. Taksim Gezi İsyanı’ndaki politikleşme, dışsal bir etkenle değil, bireylerin doğrudan içsel siyasi tavırlarıyla gerçekleşmiş, seçimlerin yarattığı yapay bir politikleşmeden uzak, kendilindenliğe yakın bir politikleşmeyle bezenmişti.
Bireyin belirginleştiği isyan sürecinin etkilerini sürdürdüğü forumlarla beraber, siyasal karar mekanizmaları doğrudan demokrasiyle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu gerçeklikte doğrudan demokrasi kavramı gündeme gelmiş ve devlet dışı siyaset toplumda meşruluk kazanmıştır. İsyan sürecinde katledilen kardeşlerimiz için devam etmekte olan her eylemlik süreci, toplumun siyasal gerçekliğinin parçasıdır. Devletin katliamlarına karşı girişilmiş bu çabalar, falanca partinin adalet konusunda yapacağı yeni düzenlemelere bırakılmadan doğrudan adaleti amaçlar. Bu siyasal gerçekliğin öznesi, siyasal partiler değil, doğrudan devletin ve kapitalizmin mağduru kesimlerdir.