İnsanız, Vicdanlıyız, Reddediyoruz!
Barış için vicdani retçiler inisiyatifinin yapmış olduğu çağrıyla Boğaziçi Üniversitesi’nde Vicdani Ret Kurultayı düzenlendi. Kurultay’a vicdani retçi Halil Savda, vicdani retçi Özlem Mollamehmetoğlu ve Lambda aktivisti Aykan Safoğlu konuşmacı olarak katıldılar. Kurultaya konuşmacı olarak katılmak üzere sabah evinden yola çıkan vicdani retçi Enver Aydemir ise polisin kimlik sormasıyla sabah saatlerinde gözaltına alındı. Ayrıca önceki günün akşamında BDP’ye yönelik baskılara karşı kurultayda sıkça destek konuşmaları yapıldı. Gerçekleşen kurultayda 7 kişi vicdani reddini açıklayarak, vicdani reddin hak olarak yasalarca tanınması için mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı.
Kurultaya İstanbul Ahali, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu ve Lise Anarşist Faaliyet de kurumsal olarak katılım sağladılar.
Kurultaydan sonra Güney Meydan’da toplanan katılımclar B.Ü. Kuzey Kampüsün önüne kadar yürüyüp bir basın açıklaması gerçekleştirdiler. Polisin sık sık gerginlik yaratmaya çalıştığı yürüyüşte “Hiç kimse asker doğmaz”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Reddet diren hayır de askere gitme”, “Biz ‘Ordu’ya sadece fındığa gideriz” sloganları atıldı.
Basın açıklamasında “Bu topraklar 25 yıldır kardeşin kardeşi öldürdüğü bir kirli savaşa tanıklık ediyor. Barış umuduna darbe vuran zihniyete karşı ellerimize silah almayı, katil olmayı ve bu savaşı sürdürmeyi reddediyoruz” denildi.
Lise Anarşist Faaliyet’in kurultay da okumuş olduğu yazılı metin;
BU SAVAŞA LAFIMIZ VAR!
Dört tarafı düşmanlarla çevrili bu kara parçasında ve dünyanın dört bir tarafında bizce anlamsız iktidarlarca vazgeçilmez savaşlar yaşanıyor. Ve bu savaşlarda asker insanlar, sivil insanlar, yetişkin-çocuk insanlar ayırdedilmeksizin ölüyor. Ve bu insanları öldüren silahların tetiklerinde; tankların direksiyonunda, savaş uçaklarının pilot koltuğunda yine insanlar duruyor. Ordular bizi savaşmaya; ölmeye-öldürmeye çağırıyorlar ve ölmek-öldürmek noktasında hiçbir nedeni olmayan insanlar gönüllü ya da gönülsüz bu emre itaat ediyorlar.
Biz 14-17 yaşlarında gençleriz. Henüz askere çağrılmadık ya da orduda bulunmadık. Askere gitmemiş olmamıza rağmen buna karşı bir tutum geliştirebiliyoruz.
Ancak abileri-ablaları gibi bizim yaşlarımızdaki akranlarımızın çoğu da askere gitmek noktasında kör bir heves besliyorlar. Televizyonlarda çatışma haberlerini gördüğünde şuursuz bir şekilde “ben askere gittiğimde komando olacam” diyor; 15 yaşındaki kız çocukları “beni de askere al paşam” diyebiliyorlar.
Ordu kurumunun bu başarısını, askere çağırmadan çok önceleri başlayan itaat kültüründe aramak lazım.
Çünkü asker olmasak da asker olma durumunu uzun süredir yaşıyoruz. Daha ilk oyuncaklarımız ellerimize verildiğinde askerleştirilmeye başlıyoruz. Silahlar, asker adamlar, tanklar ve asker elbiseleri ile tanışıyoruz. Ve terörist öldürme oyunları… Ve askere alınmayacak olan kız çocuklarına layık görülen çocuk bakıcılığı, barbie bebekler.
Kışlalarda bulunmuyoruz ama okullarda emir komuta sisteminin içindeyiz. Bizler her sabah gitmek zorunda bırakıldığımız okullarda kafamızın içinde her an rahat-hazırol sesleri çinlayan gençleriz. 6 yaşından beri her sabah türk olmanın, doğru ve çalışkan olmak anlamına geldiğini sesimiz kısılırcasına haykırmamız dikte ediliyor bize. Yurdumuzu özümüzden çok sevmeye ve varlığımızı Türk varlığına armağan etmeye and içiriliyoruz her sabah. Ve milli tarih, ulusal edebiyat, nasyonal coğrafya, milli güvenlik dersleriyle askerleştiriliyoruz.
Ve sokaklar… Sokaklarda öğretiliyor bize itaat etmek. Herşey düşünülmüş sokaklarımızda. Tabelalar, çizgiler, ışıklı levhalar bizlere itaat etmeyi öğütlüyor : “Dur yoksa ölürsün. Dön yoksa yanarsın. Herşey senin iyiliğin için. Biz herşeyi düşündük; sen itaat et yeter.”
Ve televizyonlar… Saat başı baba haber bültenlerinde holywood aksiyon film müzikleri eşliğinde kahraman mehmetciklerin operasyon görüntüleri; acıklı yeşilçam müzikleri eşliğinde ağlayan asker anneleri ile duygularımıza tecavüz ediliyor. Ama herşeye rağmen “vatan sağolsun paşam, siz sağolun.”
İşte böyle böyle, yavaşça; sinsice sindiriliyoruz. İşte bu yüzden “en büyük asker bizim asker” nidalarıyla uğurlanıyor gençler askere. Çünkü askere gitmek artık insanları sevmek anlamına geliyor. Öldürmek artık kahraman olmak için bir şart. Tezkereyi almadan “erkek” olmak; erkek olmadan bu toplumda insan olmak imkansız çünkü. Bu yüzden korka korka da olsa güle güle gidiyor gençler askere.
Ve bugün, yeryüzünün bu dört tarafı düşmanlarla çevrili kara parçasında kendi dilini konuşmak; kendi kültrünü yaşamak isteyen kürt halkına karşı amansız bir savaş yürütülürken askere gitmek demek patronların kar hırsına; paşaların ve parlamenterlerin iktidar hesaplarına alet olmak adına kardeş kanı dökmek demektir. Özgürlük ve eşitlik adına mücadele edenlere kurşun sıkmak demektir.
Bizler bu savaşın ve herhangi bir savaşın piyonları olmayacağız. Bu yüzden de “Türküm, doğruyum, çalışkanım” değil “İNSANIM, VİCDANLIYIM, REDDEDİYORUM”
Lise Anarşist Faaliyet
İstanbul Ahali’nin kurultay da okumuş olduğu yazılı metin;
REDDEDİYORUZ
Hak ihlal edildiği noktada ortaya çıkar. Varoluş özgürdür ve özgür varoluşa yapılan her müdahale; karşısında hak mücadelesini yani özgür yaşam mücadelesini bulmak zorundadır. Kürt halkının varoluşunu yoksaymayla-yadsımayla ihlal eden devlet de karşısında kürt halkının özgürlük mücadelesini bulmuştur. Ve bugün gelinen noktada tahakküm ve sömürü çarklarının daha iyi işlemesi için mezopotamyada savaşsızlık halini kendi yararına gören devlet kürt halkının onurlu barış talebine her zamanki gibi karşılık veriyor.
Barışın “teslim olmak” olarak dayatıldığı; açılımın devlet iktidarının yeni ufuklara yelken açması anlamına geldiği bir öneriyi kabul etmesini; vicdanı olan hiçkimse kürt halkından bekleyemez.
Devlet kürt halkının özgür varoluşuna müdahale ettiği gibi resmi ideolojinin makbul vatandaşı olan Türk halkının varoluşunu da, ortaya çıkarılan bu savaşta devletten yana olmaya zorlayarak; devletin ordusun da savaşmaya zorlayarak ihlal etmektedir.
İşte bu yüzden herhangi bir “türk” gencinin ordunun bir neferi olmayı, savaşmayı, ölmeyi ve öldürmeyi reddetmesi hem kendine dayatılan itaat ve işbirliğini reddetmek, hem de kendisi gibi saldırı altında olan Kürt halkının haklı mücadelesiyle dayanışmak anlamında pasifist bir eylemle aktif bir katılımı anlamına gelecektir.
Bugün ise vicdani ve total red mücadelesi özelliklede gelinmiş bu süreçte atılması gereken önemli bir adımdır. Savaşın bir öznesi olmama durumu ve yaşanan bu savaşın insan kaynaklarını yok etme ilkesi her türk ve kürt gencinin kardeş kanı dökmeyeceği anlamına gelmektedir.
Bizler kendi bulunduğumuz noktadan mücadele etmek durumunda olduğumuz gibi tahakkümün olmadığı bir dünya düşlüyorsak; bütün ezilenlerin mücadelesi ile dayanışmak zorundayız. Ve biliyoruz ki ancak bu dayanışma, yine tahakkümün hiyerarşik kalıplarından bakmak, akıl vermek, verilen akla uygun hareket edilmediğinde ise uzlaşmış sayılmakla değil, kendimizin ve diğer ezilen grupların ezilmesini sağlayan aygıtların yaratılması ve yaşatılmasına ortak olmadığmız bir tarzda olabilir.
Ve bizler yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz, şimdi, şu anda büyükmekte ve özgür yaşamlardan yana reddetmeyi seçenler: şimdi, şu anda zaman dayanışmanın zamanıdır.
İstanbul Ahali