17. yüzyılın sonuyla birlikte ekolojik tahribatların yaşamı katletmesi önüne geçilemeyecek derecede yükselmiştir. Sanayi Devrimi ile birlikte yapılan ekolojik yıkımlar yalnızca bulunduğu alanla sınırlı kalmamış, yapılan tahribatlarla açığa çıkan ağır gazlar ve atıklar, havayı da suyu da toprağı da tekrar tekrar kirletmiştir. Yaşadığımız bu dönemde kapitalizmin küreselleşmesiyle tahribatın boyutları gün be gün artmıştır.
Bütün bu ekolojik yıkımlarla beraber kapitalist sistem hız kesmeden insanlar arasındaki ilişkiyi de tahrip etmeye başlamıştır. Hem insanların birbirleri arasındaki ilişkilerde, hem de doğa ile kurduğu ilişkide katlanarak devam etmiştir. Kaçınılmaz olan ise; kapitalizmin yaşamsal olan her şeyi bir meta haline getirerek sömürmesi ve ranta çevirmesiydi. Kapitalizm doğadan payını da etkileri hala geçmeyen ekolojik yıkımlarla aldı.
Fakat bahsettiğimiz ekolojik yıkımlar, sadece bulundukları alanı ve zamanı etkilemediler. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu yeryüzünde, bu yıkımların etkileri farklı doğa olayları ile başka yerlere ve ileriki zamanlara da taşındı. Yani ekolojik yıkım, zamanı ve mekanı aştı. Tıpkı Çernobil’in etkilerinin santralin patladığı yer olan Pripiat’tan 900 sene boyunca silinmeyecek olması ve patlamanın etkisinin rüzgar ve yağmurlar yoluyla binlerce kilometre öteye taşınması gibi.
Termik Santraller
Kapitalizmin daha fazla ilerleme ve daha fazla kalkınma düşünceleri beraberinde gelen termik santraller…Bilindiği üzere kömürle çalışan termik santrallerin bacalarından, yanma sonucu oluşan küllerin bir kısmı ve ağır gazlar yayılırken, yanma sonrası oluşan küller ise depolanır. Depolanan küllerden doğaya yayılan ağır metallerin yanı sıra, termik santrallerde oluşan küllerin yaklaşık yüzde 35’i de bu depolamaya girmez, rüzgar ile suya, toprağa yayılarak, yaşamları tehdit etmeye devam eder.
Yine termik santrallerin bacalarından çıkan CO2, SO2, NOX’ler gibi sera gazları, iklim değişikliğine neden olur, yağış rejimiyle birlikte ekolojik uyumu bozar. Kükürt ve azot oksitler de termik santrallerin bacalarından yaşamlarımıza nüfuz eden gazlardan. Rüzgarlarla ortalama 3-4 gün içerisinde atmosfere taşınan bu gazlar, bölgenin arazi yapısı ve hava koşullarına bağlı olarak, etkiyi yüzlerce kilometreye uzaklığa götürebilir.
İklim değişikliğinin dışında, santrallerin bacalarından yükselen bu gazlar “yağış değişiklikleri”ne de sebep olur. Bu gazlardan oluşan asidik kimyasallar yağmur, kar, çiğ veya kuru parçacıklar halinde toprağa düşer. Göllere, akarsulara düşen bu asit yağmurları, sudaki asit dengesini bozarak yaşamın da dengesini bozar. Asit yağmurlarının çıkardığı sülfat ise solunum yoluyla alındığında bronşit, astım, kansere sebep olur.
DDT (dikloro difenil trikloroethan)
1960’lı yıllarda tarımda böcek ilacı olarak kullanılan DDT (dikloro difenil trikloroethan) maddesi hala etkilerini sürdürmekte. Kullanıldığı bitkilerde kalıntılarının tespit edilmesi bir yana, ölü bebeklerin hatta Antarktika’daki ölü penguenlerin dokularında dahi tespit edilen DDT maddesi yağ dokularında birikmesiyle dünyada 1,5 milyondan daha fazla bulunmakta. Hidrolik tesislerde kullanılan PCB (Poliklorlubifenil) maddesi de yine aynı şekilde vücut yağlarında biriken maddelerden biri. Vücutta yağ tabakasının erimesiyle birlikte kana karışabilen bu maddelerin zehirleme zamanlarının ise bir kesinliği yok.
Çernobil Örneği
1986 yılının 25 Nisan’ına geldiğimizde; Çernobil Nükleer Santral’inde planlanan deney büyük bir patlamaya neden oldu. Patlama sonrası yüksek radyasyon yayılımı, yağmurlarla birlikte daha da hız aldı. Yağmurun kilometrelerce uzağa taşıdığı radyasyon 2727 km’yi aşkın uzaklıkta, İngiltere’nin Galler kasabasında dahi yoğun olarak tespit edildi. Hayvanların otlaklara girmesi yasaklandı. Ancak çok kısa zamanda radyasyonun hayvan otlaklarına ve tarım arazilerine radyoaktif bulutlar aracılığıyla taşınması, et ve süt ürünleriyle bulaşan kanserleri ortaya çıkardı. Çocukluk çağı tiroid kanseri de içilen sütlerdeki radyoaktif iyodin sebebiyle 4000’den fazla çocukta tespit edilmiştir. Radyasyonun, dna mutasyonuyla gelecek nesillere aktarımı anemi, lösemi, kısırlık, Down Sendromu, Edwards Sendromu gibi genetik bozukluklara ortam sağlıyor. Bütün bunların yanında geride kalan Pripiat şehri ise uzun saatler süren çalışmalar sonrası boşaltılmasına rağmen, bulunan radyasyonun 900 yıl boyunca daha Pripiat şehrini hayalet şehir olarak bırakacağı düşünülüyor.
Çernobil gibi, Hiroşima’da da Nagazaki’de de atomların atmosferde patlamaları sonucu radyoaktif maddelerin toz bulutları şeklinde birikmesi ve zamanla yeryüzüne radyoaktif yağışlarla inmesi, durmadan devam eden bir ekolojik yıkım dizisine dönüşüyor.
Kaya Gazı
Yakın zamanda ise Kaya Gazı çıktı karşımıza.“Hidrolik kırılma” denilen bir yöntemle çıkarılması sağlanıyor, sondaj yardımıyla 500’ün üzerinde kimyasal maddenin içinde bulunduğu tazyikli suyun, kayanın derinliklerine gönderilmesiyle uygulanıyor. Bu patlamalar kaya kütlesinde çatlamalara yol açıyor ve serbest kalan gaz, çatlaklardan yeryüzüne çıkıyor. Yaşamı, tamamen kurutan bu sistem, evlerdeki musluk sularından, akan dere yataklarına kadar kimyasalın yayılmasına neden oluyor.
Yaşamı Savunmak!
Kapitalizm yaşamı katletmeye devam ediyor. Bu uzun yıllar boyunca yanı başımızda görebileceğimiz bir kanser vakası şeklinde içimize nüfuz ederken, yeri geliyor kilometrelerce uzağa giden bir kimyasal da olabiliyor. Vücutlarımızda birikenlerden, mutasyona sebep olanlara kadar aktarılan bu maddeler ekolojik yıkımın boyutlarını büyüttükçe büyütüyor. Bizler, yani yaşam savunucuları diyoruz ki; bizden sonraki yaşama bırakacağımız şeyin; hastalıklar, tahribatlar, yıkımlar olmaması için yaşamı savunmaya, yüzümüzü ekolojik uyuma dönerek devam etmeliyiz.
Büşra Cengiz – Patika Dergisi 2. Sayı