Bir halk ki köyleri boşaltılıyor, kendini, dilini ve kültürünü yaşayamıyor. Ve bir halk ki yıllardır bu coğrafyada zulme karşı direniyor.
Kürt halkı yıllardır T.C Devletinin asim-ile çalışmalarına, kültürlerinin yoksayıldığı gibi yaşamlarının da yok sayılmasına karşı isyan ediyorlar. Bu direnişi ve isyanı sadece Mezopotamya coğrafyasında değil Türkiye’nin her yerinde sokaklardaki insanlarla görüyoruz. Devletin copuna, tankına, panzerine, silahına, gazına karşı direniyorlar. 7 sinden 60 ına kadar herkes devletin kolluk kuvvetlerine karşı taşlarını kullanıyor. Bu devlet için tehlikeli olsa gerek. Çünkü Kürt halkının engelleyemedikleri tek kültürleri olan direniş kültürünün altında eziliyorlar. Bizler Kürt halkına direnişçi diyoruz, devlet’e ise *terörist(* 12 yaşında 13 kurşunla öldürülen Uğur Kaymaz gibi). Devletin, halkı terörist diye adlandırması kendi üzerindeki çamuru başkasına bulaştırmaya çalışması gibi geliyor.
Bir de Devletin bu topraklarda var olan “terörü” engellemek için çıkardığı Terörle Mücadele Kanunu var. Güya hukuk devleti olan Türkiye bu yasası ile “terörün” önüne geçiyor. Günümüzde ise bu yasa da en çok çocukları mağdur ediyor. TMK mağduru çocuklar son zamanlarda her kesimin dikkatini çekmekte. 1991 yılında çıkan ve 2006 yılında yenilenen Terörle Mücadele Kanunuyla çocuklar “yetişkin” gibi gözaltına alınmaya, sorgulanmaya, yargılanmaya ve hapsedilmeye maruz bırakıldı. Tabi ki bu durumun ön koşulunu medya hazırladı. Sürekli izlediğimiz “bölücüler yine çocukları kullandılar” haberleri boşuna değildi. Arkadaşlarımızın karşılaştığı bu adaletsizlik ancak böyle sıkı bir karalama sürecinden sonra olabilirdi. Bu kanun sadece birçok çocuğun hapsedilmesini değil aynı zamanda yaşamlarının yok edilmesini
sağladı.1991’den bu yana Polis ve Asker şiddetiyle Mezopotamya coğrafyasında öldürülen çocuk sayısı 328(aralarında bebeklerde var).
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine göre 18 yaşın altında bulunan “herkes” çocuktur. Bu anlaşmaya göre suçlu çocuk yoktur, suça sürüklenmiş çocuk vardır. Fakat bizim coğrafyamızda böyle olmuyor. Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılanan yaşıtlarımız yetişkinler ile aynı mahkemelerde yargılanıyorlar. Yaş ortalamaları 12 ile 18 arasında değişiyor.
Bu cezalar 7 yıldan 30 yıla kadar çıkabiliyor. Bu arkadaşlarımızın gözaltına alınışları ise genelde cebinde taş bulunması, atletinin ıslak olması ya da sadece olaylar sırasında sokakta bulunmaları sonucu oluyor. Çoğu gerçekte yetersiz delillerle yargılanıp hapishaneye atılıyor. Ayrıca yaşıtlarımızın gözaltı süreçleri de oldukça zor. Bir arkadaşımız şu şekilde anlatıyor yaşadığı süreci;
‘Orada yaşadıklarımı asla unutamam. Bir kadın polis copla bana vurdu, o ve diğer erkek polisler çok pis küfürler ediyorlardı bize. Daha çok Öcalan’a küfür ediyorlardı.
Bana ‘Sen kızsın ne işin var burada’ diyorlardı ve askerlerin hepsinin bana tecavüz etmesi ile
tehdit ediyorlardı. Ben polislere taş bile atmadım sadece Kürt olduğum için beni gözaltına aldılar. Sen söyle abla, Sakarya da bir Kürt’ü öldürdüler, bir Kürt’ü linç ettiler, bunlar Kürtlerin hepsini yok etmek istiyorlar. Annem beni almaya geldiğinde ‘neden ifademi Kürtçe veremiyorum’ dedi. Bence çok haklı biz Kürt’üz neden anlamak istemiyorlar. Ben Eruhluyum. Zorla, baskıyla Siirt merkeze geldik. Bizim köyü her gün ateşe veriyorlardı, ‘bizim eve gerillalar geliyor’ diye. Çok iyi hatırlıyorum, askerler gece gelip dedemi götürüyorlardı, biz birkaç gün sonra tarlada zincire bağlanmış, öldüresiye dövülmüş bir şekilde buluyorduk dedemi. Evimizde Kürtçe kasetler olurdu, onları toplar yakarlardı. Bir gün evimizi de yaktılar… Babam, ben üç-dört yaşındayken mayına bastı. Minibüste Eruh’a yakın bir yerde mayına basmışlar. Annem anlatıyor, askerler eve gelmişler ‘mayınları gerillalar döşemiş deyin, size maaş bağlayalım’ demişler. Annem de ‘ben bilmiyorum mayını kim döşemiş, askerler de döşemiş
olabilir’ demiş. Anneme küfür edip,
dövüp gitmişler.1 Evet, bu sözler daha 16 yaşında olan bir arkadaşımızın hayatı. 7-30 yil ceza verdikleri yaşıtlarımızın yaşamları bu. Bu zor yaşamın yıprattığı yaşıtlarımızın dört duvarın içinde olması yaşamın son kalmış anlamlarını da yok etmek oluyor.
Okulu, arkadaşları, aileyi, mahalleyi ve oyunu, sokakları kaybediyorlar. Bu psikoloji ile girdikleri hapishane koşulları da oldukça zor.
Çünkü hapishanelerde sürekli bir psikolojik şiddete maruz bırakılıyorlar. Aileleri ile görüşme yok. Kürtçe şarkı söylemek yok. Sürekli vatan-millet propagandası ve ırkçı küfürler… Mahkeme süreçleri de bir o kadar zor oluyor. Avukatla yapılan görüşmelerde, “acaba çıkacak mıyım?”, “ya burada kalırsam?” sorularını soruyorlar. Bu çocuklar TMK mağdurlarıdır. Bunu büyük bir ihtimalle daha önce duydunuz, uykusuz dergisinde, Cnn’de gece 12 sonrası tartışma programlarında ya da gazetelerin ön kapaklarında sol alt köşede üç dört cümlelik bir cümle şeklinde… Ama şunu anlamalıyız bu “çocuklar” bizim yaşımızdalar ve kocaman panzerlere, tam teçhizatlı “robokop”lara taş attıkları için hapishanede yaşamlarının en güzel yıllarını geçiriyorlar.
Bugün bu topraklarda 4000 çocuk Terörle Mücadele Kanunu bahanesiyle devlet tarafından sindiriliyor. Devlet tektipleştirme politikaları ile okullarda eğitemediği bizleri, hapishanelere koyarak dizginlemeye çalışıyor. Devlet kendisine itaat edecek “milleti” yaratmaya çalışıyor. Ama artık bu toprağın insanları ezenlere karşı özgürlük mücadelesini, direnişini sürdürmekte kararlı. Biz bu kararlılığı panzerin tam karşısında elinde taşla duran insanlarda ve mücadelemizde görüyoruz. Not: Batıda yaşayan bizler doğuda olan yaşıtlarımızın yaşadıklarını arada bu kadar kilometreler varken anlayabimemiz dertlerine ortak olabilmemiz zor. Eğer böyle bir derdin varsa sana bu arkadaşlarla mektuplaşmanı öneririz. Bu konuda sana yardımcı olabiliriz.
Bu yazı Lafanzin’in 4. sayısında yayınlanmıştır.