Editör’ün Önsözü
Peter Kropotkin (1842-1921) zamanının önde gelen anarşist kuramcılarından birisiydi. Geleneksel köy komünlerinin doğrudan demokratik ve otoriter olmayan uygulamalarına hayran olsa da, hiç bir zaman küçük ve tecrit edilmiş (ing. isolated) edilmiş komünal deneyselciliği (ing. experimentalism) savunmadı. Çalışmalarını okuyanların bir çoğu, hem onun kendi döneminde, hem de (Kropotkin’in temel eserlerinin yeniden basıldığı ve etkili olduğu bir dönem olan) 1960’ların hippileri arasında bu tip komünler kurmak için ondan esinlendiler. Kropotkin bu tip girişimlerin ne başarılı olacağına, ne de daha geniş devrimci amaçlara ulaşmakta faydalı olacağına inanıyordu. Gençliğinde Güney Amerika’da bu tip bir girişimin içinde yer alan arkadaşı Elisee Reclus küçük komünal deneyimlere karşı daha da saldırgandı. 1960’lardaki hippi komünleri (hemen hemen hepsi çok kısa bir zaman içinde ortadan yok oldu) kurucularının bazılarının Kropotkin’i dikkatlice okumamaları üzücüdür. Yazık ki kendilerinden bir yüzyıl önceki bir çok anarşist, komünist ve sosyalistin yaptığı hataları aynen tekrar ettiler. Anarşist basında bugün bile küçük ve tecrit edilmiş küçük anarşist kolonileri destekleyenler bulunmaktadır. Yine Kropotkin hakkındaki pek çok değerlendirme, onun federe olmayan ve bağımsız köy-benzeri yerleşim tipi bir toplum bakışına sahip olduğunu, ve anarşist topluma ulaşmanın aracı olarak küçük komünal deneyimleri desteklediğini söyleyerek, Kropotkin’i yanlış yorumlamaktadırlar. Bir yüzyıldır basılmayan aşağıdaki konuşma ve iki “açık” mektup, duygusal olarak bu tip maceralara karşı çıkmasa da, Kropotkin’in onların başarısı hakkında oldukça kuşkulu olduğunu ve anarşist hareketin enerjisini tüketeceğine inandığını açıkça ortaya koymaktadır. Uyarılarının yanısıra, bu makaleler hala vahşi doğada küçük komünal deneyimler oluşturmakta ısrarlı olanlar için, ve belki de gelecekteki bir zamanda uzaya yerleşecekler için kullanışlı ve pratik tavsiyeler içermektedir.
Graham Purchase
Pek çok anarşist ve düşünür Komünizmin topluma sunabileceği büyük faydaları kabul etmekle birlikte, bu toplumsal örgütlenme biçimini bireyin özgürlüğü ve özgür gelişmesi için bir tehlike olarak nitelendirmektedir. Bu tehlike bir çok Komünist tarafından da farkedilmiştir; ve bir bütün olarak değerlendirirsek, çağımızın tüm çıplaklığı ile ortaya koyduğu bir başka büyük sorunla iç içe geçmektedir: bireyin toplumla olan ilişkisi. Bu sorunun önemli olduğu tartışma götürmez.
Sorun bir çok nedenle karmaşıklaşmaktadır. Komünizm hakkında konuşunca, bir çok insanın aklına bu yüzyılın ilk yarısında savunulan ve bazı komünlerde uygulanan, az ya da çok Hristiyan ve manastır tipi olan, ve her zamanda otoriter Komünizm gelmektedir. Bu topluluklar [cemaatler, ing. communities] aileyi bir model olarak kabul ederek, “insanı ıslah etmek için, büyük Komünist aileyi” oluşturmaya çalıştılar. Bu amaç doğrultusunda ortak çalışmanın yanısıra, aynen bir aile gibi iç içe yaşamayı ve mevcut uygarlıktan tecrit olmayı veya kopmayı savundular. Bu aslında her bir üyenin bütün özel hayatı da dahil olmak üzere, tüm “erkek kardeşlerin” ve “kız kardeşlerin” toptan birbirine karışmasından öte bir şey değildi.
Bunun yanısıra son üç ya da dört yüzyılda, farklı vesilelerle kurulan tecrit edilmiş komünler ile toplumsal devrime doğru yönelen bir toplumda ortaya çıkması muhtemel sayısız federe komünler arasındaki farklılıklara yeterince dikkat çekilmedi. Aslında konunun beş farklı yanı ayrı ayrı ele alınmalıdır:
1. Ortak üretim ve tüketim,
2. Ortak eviçi yaşam (bir arada yaşama: bunu bugünkü aile modelinin ardından [ardılı olarak] düzenlemek gereklimidir?),
3. Zamanımızın tecrit edilmiş komünleri,
4. Geleceğin federe komünleri, ve
5. Komünizm mecburen bireyselliği azaltır mı? Diğer bir deyişle, Komünist toplumda Birey.
Bu yüzyıl boyunca Sosyalizm adı altında, sosyalizmin hakim akımlarını şekillendiren Babeuf, St. Simon, Fourier, Robert Owen ve Proudhon ile başlayan; ve modern Sosyalizmin kurucularının fikirlerini popüler hale getiren ya da onları bilimsel bir temele oturtan (Fransız) Considerant, Pierre Lerous, Louis Blanc; (Alman) Marks, Engels; (Rus) Chernychevski, Bakunin gibi sayısız takipçileri ile devam eden, engin bir fikirler hareketi gerçekleşti.
Bu fikirler belirgin bir şekil alırken iki ana akımı ortaya çıkardılar: Otoriter Komünizm ve Anarşist Komünizm; ve yine bu ikisi arasında bir yol bulan Devlet Kapitalizmi, Kolektivizm, İşbirliği [ing. Co-operation] gibi ara okulları da ortaya çıkardılar; bunlar işçi kitleleri arasında, Sermaye’ye karşı mücadele [etmek] için tüm işçi kitlelerini sendikalarda örgütlemeye uğraşan, ve farklı uluslardan işçiler arasında sıkı bir münasebet kurulmasını sağlayarak giderek uluslararasılaşan görkemli işçi hareketlerini yarattılar. Bu büyük fikir ve eylem hareketleri sonucunda üç temel nokta kazanıldı, ve bunlar halihazırda kamusal bilincin içine büyük ölçüde işlemiştir:
1. eski serfliğin modern bir biçimi olan ücret sisteminin lağvedilmesi,
2. üretim araçlarındaki bireysel mülkiyetin lağvedilmesi,
3. birey ve toplumun, ekonomik köleliğin sürdürülmesine yardım eden siyasi makina’dan, yani Devlet’ten özgürleş[tiril]mesi.
“Emek banknotu”nu savunanlar, veya Brousse gibi “herkesin görevli [ing. functionaries] olmasını”, yani [herkesin] Devlet ya da komünün bir çalışanı olmasını arzulayanlar –bu önerilenlerden sadece bir kısmına taraftar olsalar dahi, [sadece bir kısmını savunmalarının nedeninin] Komünizme derhal ulaşma olasılığının olmadığını düşünmeleri olduğunu kabul ederler– dahil olmak üzere, herkes bu üç nokta üzerinde hemfikirdir. Onlar bunu kestirmeci [ing. expedient, sonuca kısa yoldan yönelen] olan, tavizler vererek bir uzlaşmaya varma olarak kabul ederler, ama onların amacı her zaman Komünizm olarak kalır. Ve Devlet bağlamında ise, Devletin, otoritenin ve hatta diktatörlüğün en şiddetli taraftarları bile, bugünkü sınıfların ortadan kalkmasıyla Devletin de sonunun geleceğini kabul ederler.
Böylece, Sosyalist hareketin [içindeki] kendi kısmımızın –Anarşist kısmın– önemini abartmadan, Sosyalizmin farklı kısımları arasında varolan tüm (herşeyden önce, az ya da çok, her kısmın eylem araçlarının devrimci karakterinden kaynaklanan bu) farklılıklara rağmen; kendi düşünürlerinin sözleri ile, tüm bu kısımların Sosyalist evrimin amacının Özgür Komünizme doğru bir evrim olduğununun ayırdında olduklarını söyleyebiliriz. Tüm diğer herşey, kendilerinin bilhassa itiraf ettikleri üzere, bu amaca ulaşmaktaki ara basamaklardır [ara aşamalardır,ing. stepping-stones].
Modern toplumun gelişiminin eğilimlerini incelemeden, bu ara basamakları tartışmak anlamsız olacaktır.
Tüm bu farklı eğilimler arasında, hepsinden ayrı olarak iki tanesi dikkatimizi çekmeyi hak ediyor. Bunlardan birisi modern üretimde her bir bireyin payının saptanmasının giderek güçleşmesidir. Endüstri ve tarım o kadar karmaşıklaştı ki, o kadar birbirleriyle iç içe geçti ki, [sonucunda] tüm endüstriler birbirine bağlı hale geldiler ve endüstri geliştikçe üreticiye [ürettiğininin doğrudan karşılığı olacak şekilde] ödeme [yapmak] da giderek imkansız hale geldi; parça başına ödemenin yerini ücret [maaş, aylık, vb.] ödenmesi aldı. Diğer yandan da ücretler giderek daha eşit hale geldi. Modern burjuva toplumunun sınıfsal temelde bölünmesi tabii ki devam etmektedir; ve daha az bir şeyler yaptıkça, daha çok kazanan bütün bir burjuva sınıfı vardır. İşçi sınıfı ise kendi içinde dört büyük bölüme ayrılmıştır:
1. kadınlar,
2. tarımsal işçiler,
3. niteliksiz işçiler, ve
4. nitelikli işçiler.
Bu bölünme dört farklı sömürü derecesini ifade etmektedir, ve [ortak olarak] bunlar burjuva örgütlenmesinin sonuçlarıdır.
Herkesin ticaret yapmayı öğrenebileceği ve kadının erkek tarafından, köylünün imalatçı tarafından sömürüsünün sona ereceği eşitler toplumunda bu sınıflar ortadan kalkacaktır. Ama bugün dahi, bu farklı sınıfların her birinin içinde ücretler giderek eşit hale gelmektedir. Bu ise [bizi] şu “sonu甑a götürür: “liman [işçisinin] günlük çalışması bir mücevhercininki ile aynı değerdedir”, ve [bu bir anlamda] Robert Owen’in tasavvur ettiği, gerekli metaların üretiminde harcanan saatler karşılığında ödenecek olan “emek banknotları”nı ortaya çıkarmıştır [gerçekleştirmiştir].
Fakat geçmişe dönüp bu yönde yapılan girişimlere bakacak olursak, Birleşik Amerika’daki birkaç bin çiftçi hariç olmak üzere, ilk defa yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarından itibaren Owen’in basmaya [piyasaya sürmeye] çalıştığı emek banknotlarının yaygınlaşmadığını görüyoruz. Bunun nedenleri başka yerlerde tartışıldı (“Ekmeğin Fethi” adlı kitabımın Ücret Sistemi kısmına bakınız).
Öte yandan Komünizme doğru eğilimli olan çok sayıda kısmi toplumsallaşma teşebbüsü görmekteyiz. Bu yüzyılda hemen hemen her yerde çok sayıda Komünist komün kuruldu, ve biliyoruz ki bunların içinde yüz ya da daha fazlası, az ya da çok Komünist idi. Burjuva toplumunda, ya bireyler arasında ya da belediye işlerinin toplumsallaşması bağlamında yapılmaya çalışılan bu sayısız girişimin neredeyse tümü Komünizm’in yönelimi ile aynıdır –[burada] demek istediğimiz Kısmi Komünizm.
Oteller, vapurlar, konaklama evleri girişimlerinin tümü bu doğrultuda burjuvazi tarafından üstlenilen girişimlerdir. Hiç kimsenin ne kadarını yediğinizi kontrol etmediği otellerde ya da vapurlarda, günlük olarak size ayrılan on ile elli tabak [yemek] arasında tercih yapma hakkına [olanağına] sahipsinizdir. Hatta bu örgütler uluslararası düzeydedir, ve size Fransa, Almanya, İsviçre, vs. [ülkelerdeki] yüzlerce otelde konaklama imkanı sunan (bir günlüğü 10 frank olan) kuponları Paris ya da Londra’dan ayrılmadan önce satın alabilirsiniz.
Burjuvazi, tüketim bağlamında bireyin sınırsız özgürlüğü ile iç içe geçmiş kısmi Komünizm’in yararlarını derinlemesine anlamıştır; ve ayrıca tahsil edilen pahalı ekstralar (şarap, özel daire gibi) hariç olmak üzere, tüm bu kurumlarda aylık sabit bir ödeme karşılığında barınabilir ve beslenebilirsiniz.
Yangın, hırsızlık ve kaza sigortaları (özellikle [yaşam] koşullarının denkliğinin tüm sakinlerden [ikamet edenlerden] eşit [miktarda] aidat kesilmesine olanak tanıdığı köylerde), küçük bir aileninin tüketimine denk olacak [miktardaki] balığı haftalığı 1 s.’nden sağlayan büyük bir ingiliz mağazaları düzeni, klüpler, hastalık sigortası için varolan sayısız topluluk, vb. 19. yüzyıl boyunca yaratılan [buna benzer] kurumlar yığını, bizim toplam tüketimimizin bir kısmı bağlamında komünizme doğru yönelen yaklaşımlardır.
Ve nihayetinde de, tüketimi toplumsallaştırmak doğrultusunda benzer girişimlerin giderek artan ölçüde yapıldığı belediyeler düzeyinde engin bir kurumlar silsilesi vardır (su, gaz, elektrik, işçi barınakları, sabit ücretli trenler, evler vb.).
Tüm bunlar halihazırda Komünizm değildir tabii ki. Bir hayli uzağındadır. Ama bu kurumların ilkesi, Komünizm ilkesinin bir kısmını içermektedir; gün başına (bugün para olarak, yarın emek olarak), şu ya da bu (lüks olanlar hariç) isteklerinizi karşılama hakkına sahipsinizdir.
Komünizmi talan eden [onunla ilgili bir şeyleri çağrıştıran, ama farklı olan] bunlar gerçek Komünizmden pek çok şekilde farklıdır, temel olarak aşağıdaki iki şekilde: (1) emek yerine para cinsinden ödeme [yapılması], (2) tüketicilerin işlerin yürütülmesinde söz sahibi olmaması. Ama eğer bu kurumların eğilimleri, yani fikirleri iyi anlaşılabilirse, bahsedilen birinci ilkeyi gözeten özel ya da kamusal girişimleri topluluklar içinde bugün dahi başlatmak pek güç olmayacaktır. Varsayalım ki 500 hektarlık bir alana, her biri bir bahçe ya da çeyrek hektarlık bir meyva bahçesi ile çevrili olan 200 tane kulübe [ing. cottage] kurulu olsun. Yönetim her kulübede oturanlara, gün başına beş tabaklık yemek ile [yemeği] evde hazırlamak için gereken ekmek, sebze, et, kahve arasında seçim yapma imkanı tanıyor olsun. Bunun karşılığında ise, yıllık olarak belirli bir miktar para ödemesi veya tüketicinin tercih ettiği bir bölümde (tarım, hayvan yetiştiriciliği, aşçılık, temizlik) belli bir zaman [süresince] çalışması talep edilsin. Bu gerekirse yarın bile gerçekleştirilebilir; ve girişken otel mal sahipleri tarafından bu tip çiftlik/otel/bahçe’nin halen kurulmamış olması konusunda düşünmeliyiz.
Hiç şüphesiz ki işte tam bu noktada, Komünistlerin genelde başarısız olduğu [söylenerek] ortak emeğe itiraz edilecektir. Ama bu itirazlar aslında geçersizdir. Başarısızlığın nedenleri başka yerlerde aranmalıdır.
İlk olarak hemen hemen tüm topluluklar bir dini coşkunluk dalgasıyla kurulmuştur. İnsanlardan temkinli [titiz] bir ahlakın gereklerine uymaları, Komünist yaşamla adeta tekrar yaratılmaya başlamaları, tüm emek ve boş zamanlarını topluluğa adamaları, tamamı ile topluluk için yaşamaları, “insanlığın öncüleri” olmaları istenmiştir.
Bunun anlamı ise basitçe rahipler gibi davranmak, ve insanlardan aslında olmadıkları bir şey olmalarını –hiç bir gerekliliği yokken– talep etmektir. Ancak bu yakın zamanlarda, bu vurgular olmadan, [çalışanların] sadece ekonomik amaçlarla –yani kendi kendilerini kapitalist sömürüden özgürleştirmek için– biraraya geldikleri Anarşistler işçiler tarafından kurulmuş olan topluluklar da vardır.
İkinci bir hata ise, topluluğu bir aile modelinin aynısı şekilde yönetme, onu “büyük bir aile” yapma arzusudur. Hepsi [birarada] aynı evin içinde yaşarlar ve böylece hep aynı “erkek ya da kızkardeşlerle” yüz yüze olmaya zorlanırlar. İki gerçek kardeşin bile aynı evde birarada yaşaması oldukça zordur, ve aile hayatı her zaman uyumlu değildir; işte bu nedenlerle, her bireye olabildiğince özgürlük ve ev hayatı sağlamayı denemenin yerine, tüm herkesi “büyük bir aile” [yaşamına] zorlamak büyük bir hatadır.
Bunun yanısıra küçük bir topluluk uzun ömürlü olamaz; yeni etkileşimlerin yoksunluğunda, hep birbirileriyle yüz yüze olmaya zorlanan “erkek ve kızkardeşler”in birbirlerinden nefret etmesiyle sonlanırlar. Ve eğer iki kişi basitçe birbirlerine rakip olmaları ya da birbirlerinlerinden hoşlanmamaları nedeni ile oluşan bir anlaşmazlık sonucu topluluğun dağılmasına yol açabiliyorsa, bu tip toplulukların yaşamlarının uzatılması [dağılmalarının suni olarak ertelenmesi] garip bir şey olacaktır –özellikle bugüne kadar kurulan topluluklarrın kendilerini yalıttıkları [düşünülecek olursa]. Kaçınılmaz olarak vardığımız sonuç 10, 20 veya 100 kişiden oluşan sıkı bir birliğin [ing. association] üç ya da dört yıldan fazla sürdürülemeyeceğidir. Hatta daha fazla sürmesi acıdır, çünkü bu [böyle bir durum] yanlızca herkesin bir bireyin etkisi altına girmiş olduğunu veya tümünün bireyselliklerini yitirdiğini ispatlamaktadır. Hem de üç, dört ya da beş yıl içinde topluluğun üyelerinin bir kısmının ayrılmayı isteyeceği kesinken, şu ya da bu sebeple bir topluluktan ayrılanların başka bir toplulupa girebilmeleri [ve] diğer yerlerden gelen yenilerinin bunların yerini alabilmeleri için, en az bir düzine veya daha fazla federe hale gelmiş cemaatler olmalarıdır. Aksi takdirde Komünist arı kovanı ya tamamen yok olur, veya (hemen hemen hepsinde olduğu üzere) bir bireyin –genelde “kardeşlerin” en üçkağıtçı olanının– eline düşer.
Sonuncu olarak, şimdiye kadar kurulan tüm topluluklar kendilerini toplumdan soyutlamışlardır; ama mücadele, mücadele hayatı faal bir adam için iyi donanmış bir masadan daha acil bir gereksinimdir. Bu dünyayı görme [tanıma], onun akımları ile [onunla] iç içe geçmek [karışmak], onun savaşlarına katılmak arzuları genç kuşaklar için zorunlu bir çağrıdır. İşte bu nedenle 18-20 yaşına gelmiş genç insanlar (Çaykovski’nin kendi deneyimi ile belirttiği gibi), toplumun tümünü kavramayan [yansıtmayan] topluluğu ister istemez terk ederler.
Tüm çeşitleri ile hükümetlerin bütün topluluklar için en ciddi engel olduğunu eklememize dahi gerek yok [aslında]. Buna en az veya (Young Icaria’da olduğu gibi) hiç maruz kalmayan [topluluklar] en başarılı olanlarıdır. Siyasi düşmanlıkların doğası itibariyle en vahşi alanlardan biri olduğu kolayca anlaşılabilen bir şeydir. Eğer siyasi hasımlarımızı her an görmeye zorlanmazsak, onlarla aynı şehirde yaşayabiliriz. Ama birbirimize her köşe başında rastladığımız küçük bir toplulukta yaşam nasıl mümkün olabilir. Siyasi muhalif çalışma odasına, atölyeye, dinlenme odasına girer ve yaşam imkansız bir hale gelir.
Öte yandan ortak [iyilik] için çalışmaya, yani Komünist üretim [için çalışmaya] inanmanın hayret verici şekilde başarılı olduğu ispatlanmıştır. Hiç bir ticari işletmede, Amerika ve Avrupa’da kurulan topluluklardaki kadar, emek toprağa değer katmamıştır. Aynen kapitalist girişimlerde olduğu gibi hesaplama hataları her yerde olabilir, ama kurumlar [ticari işletmeler] kurulduktan sonraki ilk beş yıl içinde bunların büyük bir kısmının iflas ettiği biliniyorken, bu ya da buna benzer herhangi bir şeyin Komünist topluluklarda olmadığı da kabul edilmelidir. İşte bu nedenle burjuva basını kurnazlık yaptığını sanarak, Anarşistlere kendi topluluklarını kurmak için bir ada vermeyi önerdiklerinde, tecrübemize dayanarak bu öneriyi kabul etmeye hazırız; tabii bu adanın örneğin bir Fransız adası (Paris) olması ve payımıza düşen toplumsal değerin saptanması koşulu ile. Ama ne Paris’i, ne de toplumsal refahtan payımıza düşeni vermeyeceklerini bildiğimiz için, bir gün bir tanesini ele geçirmemiz ve Toplumsal Bir Devrim yolu ile kendimizinkini [toplumsal refahtan bize düşen payı] almamız gerekecektir. Paris ve Barcelona buna oldukça yaklaşmıştı –ve o zamandan bu yana fikirler ilerleme gösterdi.
[Bu] ilerleme her şeyden önce izole edilmiş bir şehrin, ilan edilmiş bir Komünün varolmasının oldukça güç olduğunu görmemize olanak tanıyor. Bu nedenle Amerikan Sosyalistlerinin önerdiği gibi, ki bunda haklıydılar; bu girişim belli bir arazi [ing. territory] –örn. Batı Devletlerinden birinde, Idaho yaa da Ohio’da– üzerinde yapılmalıdır. Geleceğin Komünizm deneyimini tek bir şehrin sınırları içinde değil, yeterince geniş bir arazi üzerinde uygulamaya koymaya başlamalıyız.
Sık sık Devlet Komünizminin imkansız olduğunu gösterdik, yani bu konu üzerine durmak faydasızdır. Dahası bunun ispatı Devlete inananların, yani Sosyalist Devlet taraftarlarının bizzat kendilerinin Devlet Komünizmine inanmamalarıdır. Bunların bir kısmı kendilerini bugünün devlet erkini –Burjuva Devletini– ele geçirmekle meşgul etmekte; ve Sosyalist Devlet fikirlerinin, herkesin devletin bir aracı durumuna indirgendiği Devlet kapitalizminden ne farkı olduğunu açıklamak konusunda kendilerini bir nebze olsun sıkıntıya sokmamaktadırlar. Biz bunlara aslında amaçlarının bu olduğunu [yani Devlet kapitalizmi ile aynı olduğunu] söyleyince, [bundan] rahatsız olmaktalar; ama kurmaya çalıştıkları diğer toplumsal sistemi açıklamaya da hala yanaşmamaktalar. Yakın bir gelecekte toplumsal devrim olmasına imkan vermedikleri için, onların amacı bugünkü Burjuva Devleti içinde hükümette bir yer almaktır, ve bunun nerede sona ereceğine karar vermeyi ise geleceğe bırakırlar.
Geleceğin Sosyalist Devriminin ana hatlarını ortaya koymaya çalışanlarsa, tüm önerdiklerinin istatistik büroları kurmak olduğu noktasında eleştirilerimize maruz kalırlar. Ama bu aslında sadece sözcüklerle oynamaktır. Bunun da ötesinde bugün artık anlaşılmıştır ki, ortadaki tek istatiksel değerler, yaşlarının, işlerinin, toplumsal konumlarının, veya alıp-sattıklarının, ürettiklerinin ve tükettiklerinin listelerini bireylerin kendilerinin kaydettiği istatistiksel değerlerdir.
Ortaya konacak sorular genelde (bilim adamları ve istatistik topluluklarınca) [yürütülen] gönüllü ihtimama [oldukça ayrıntıları bir şekilde inceleme, ing. voluntary elaboration] dayanır, ve istatistik bürolarının halihazırdaki işleri soruların Dağıtılması, cevapların düzenlenerek, mekanik bir şekilde özetlenmesinden oluşmaktadır. Devleti, hükümeti bu işleve indirgemek, ve “hükümet” ile sadece bunun anlaşılması gerektiğini söylemek, (samimi olarak söyleniyorsa) onurlu bir geri çekilmeden başka bir şey değildir. Ve artık 30 yıl öncesinin Jakobenlerinin, diktatörlük ve sosyalist merkezileşme fikirlerinden tamamı ile vazgeçtiklerini de kabul etmeliyiz. Artık hiç kimse patates ya da pirinç üretimi ya da tüketiminin Berlin’deki Alman Halk Meclis (Volkstadt) tarafından düzenlenmesi gerektiğini söylemeye kalkışmıyor. Bu yavan şeyler artık söylenmiyor.
Komünist devlet kendi taraftarlarınca bile terk edilmiş bir Ütopya’dır, ve artık [bunun] ötesine geçmenin zamanıdır. Sorgulanması gereken çok daha önemli bir soru ise şudur: Yine Anarşist veya Özgür Komünizm de aslında bireysel özgürlüğün azaltılmasını ima eder mi, yoksa etmez mi?
İşin doğrusu, özgürlük hakkındaki tüm tartışmalarımızda, fikirlerimiz geçmiş yüzyılların serfliğinin ve dinsel baskıcılığının süregelen etkisiyle gölgelenmektedir.
İktisatçılar efendi ile (açlık tehlikesi altındaki) çalışanı arasında yapılan sözleşmeleri [kontratları] bir özgürlük ortamı olarak sunmuşlardır. Siyasetçiler [aslında] Devlet’in bir serfi ve vergi ödeyicisi durumuna gelen vatandaşın halihazırdaki durumunu [özgürlük olarak adlandırmışlardır]. Mill ve onun birçok takipçileri gibi en ileri ahlakçılar, diğerlerinin eşit [derecedeki] özgürlüklerini ihlal etme durumu hariç olmak üzere, hürriyeti [ing. liberty] herşeyi yapabilme hakkı olarak tanımlarlar. “Hak” kelimesinin geçmiş dönemlerden kalma, hiç ya da hemen hemen hiç [denebilecek] bir anlam ifade etmesinin yanısıra; Mill’in, Spencer ve birçok yazarın ve hatta bazı bireycil Anarşistlerin [hürriyet] tanımı, mahkemeleri ve kanuni cezaları, hatta ölüm cezalarını tekrar oluşturmalarına olanak tanımıştır –yani [onlar] takdire şayan bir şekilde eleştirdikleri devleti, kaçınılmaz bir şekilde tekrar işin içine katarlar. Yine özgür irade fikri de tüm bu uslamlamaların gerisinde saklıdır.
Eğer tüm bilinçsiz eylemleri bir kenara bırakıp, sadece (hukuki, dini ve ceza sistemlerinin etkilemeye çalıştıkları) önceden tasarlanmış eylemleri dikkate alırsak, bu çeşit eylemlerin her birinin insan beynindeki bazı tartışmalar tarafından öncellendiğini görürüz. Örneğin “Dışarıya çıkıp, yürüyüş yapacağım” [derken], bazısı [ise] “Hayır, bir arkadaşımla randevum var”, ya da “Bir işi bitirmeye söz verdim”, veyahut “Eşim ve çocuklarım evde kalmamdan memnun olacaklardır”, ya da “eğer işe gitmezsem, işimi kaybederim” diye düşünür.
Bu son fikir bir cezalandırma korkusunu ifade eder. İlk üç durumda, kişi sadece kendisiyle, sadakat (ing. loyalty) alışkanlığıyla, tutkularıyla [ing. sympathy] yüzleşmek zorundadır. Ve işte bütün fark burada yatmaktadır. Ceza korkusu ile belirli taahhütlerinden [ing. engagement] vazgeçmesi gerektiğini düşünmeye zorlanan insanın özgür bir insan olmadığını söyleyebiliriz. Ve biz insanlığın kendisini cezalandırılma korkusundan kurtabileceğini ve kurtarması gerektiğini; ve cezalandırılma korkusunun ve hatta suçlanma isteksizliğinin [suçlanmadan korkmanın] ortadan kalkacağı Anarşist bir toplumu kurabileceğini söylüyoruz. Biz bu ülküye doğru yürüyoruz. Ama biliyoruz ki kendimizi ne sadakat (sözlerimizi tutma) alışkanlıklarından, ne de tutkularımızdan (sevdiğimiz, üzmek ve hatta hayal kırıklığına uğratmak istemediğimiz kişilere acı çektirme korkusu) tamamı ile alıkoyabiliriz. Bu açıdan insan hiç bir zaman özgür değildir. Adasındaki Crusoe özgür değildi. Gemisini inşa etmeye, bahçesini ekmeye ya da kış için erzağını biriktirmeye başladığı anda, o hapsolmuş, [yaptığı] iş [ing. work] tarafından zaptedilmişti. Kendini [aylak] hissettiği ve mağarasında rahatça yan gelip yatmayı tercih edeceği bir anda, bir anlık tereddüt geçirmişse de mamafih işine devam etmiştir. Bir köpeğin, iki üç keçinin arkadaşlığına mahzar olduğu anda, ve herşeyden öte Cuma ile karşılaştıktan sonra, bu kelimelerin bazen tartışmalarda kullanıldığı anlamda, artık o mutlak olarak özgür değildi. Artık yükümlülükleri vardı, diğerlerinin çıkarlarını da gözetmek zorundaydı; artık o zaman zaman onda görmeyi umduğumuz mükemmel bir bireyci [ing.perfect individualist] değildi. Bir eş ve çocukları olduğu, kendisini eğittiği ya da diğerlerine (topluma) güvendiği anda; evcil bir hayvana sahip olduğu ve hatta belli saatlerde sulanması gereken bir meyva ağacına sahip olduğu anda –artık o andan itibaren–, zaman zaman özgür insan biçimi olarak tasvir edilen “hiçbir şeyi umursamayan”, “egoist”, “bireyci” [kavramlarının] dışına çıkmıştı. Ne Crusoe’nin adasında, ne de olası herhangi bir toplumda, bu [insan] biçimi varolabilir. İnsanlar, aralarındaki karşılıklı çıkar [ing. interest, fayda] ilişkilerinin kuruluşuna oranla diğer insanların çıkarlarını gözönüne alır ve alacaktır da; ve bu daha fazla böyle oldukça, diğerleri de kendi duygu ve arzularını daha fazla beyan edeceklerdir [olumlu bir şekilde ortaya koyacaklarıdır].
Böylece şu söyleyeceğimizden daha başka bir hürriyet tanımı bulamayız; toplumca uygulanabilecek cezalandırmanın korkusu (arkadaşımızdan kaynaklanması haricinde, bedeni sınırlamalar, açlık ve hatta sansür tehdidi) olmadan yapma [eyleme] imkanı.
Hürriyeti bu anlamda kavrayınca (bunun daha kapsamlı ve aynı zamanda daha gerçek bir tanımlaması bulunabileceği konusunda şüpheliyiz), Komünizmin bireysel hürriyeti azaltabileceğini, ve hatta tamamen yok edebileceğini söyleyebiliriz, ve pek çok Komünist komünde buna teşebbüs edilmiştir; ama bu [Komünizm] aynı zamanda hürriyeti ulaşabileceği azami sınırına da genişletebilir.
Bunların [üst paragrafta bahsedilen farklı sonuçların oluşması olasılıklarının] hepsi, birliğin [ing. asssociation] üstünde kurulduğu temel ilkelere dayanır. Bu köleliği içeren bir birlik biçimi değildir; Birliğin, az ya da çok, liberter tabiatını belirleyecek olan, birliğe [beraberimizde] getirdiğimiz bireysel hürriyet[-e dair] fikirlerdir.
Bu tüm birlik biçimleri için geçerlidir. İki bireyin aynı çatı altında birarada yaşaması her ikisinin de hürriyetine yol açabileceği gibi, birisinin diğerinin arzusu dahilinde köleleşmesine de yol açabilir. Aynı şey bahçe bakımı yapan veya gazete çıkaran bir aile’de de, iki kişinin işbirliğinde de geçerlidir. İster büyük isterse küçük birlikler olsun, her toplumsal kurum için bu geçerlidir. İşte bu nedenle onuncu, onbirinci ve onikinci yüzyıllarda, eşitler komünlerinin [ing. communes of equals], yani insanların eşit olduğu [komünlerin kurulduklarını] –ve dört yüzyıl sonra ise aynı komünün rahiip diktatörlüğünü talep ettiğini– görüyoruz. Özgürlük, müzakere yolu ile anlaşmazlıkları halletme ve federalizmi tam olarak uygulama silinip giderken; hakimler ve yasalar varlıklarını devam ettirdiler, Roma hukuku ve Devlet fikri hakim hale geldi; ve böylece de kölelik canlandı. Bugüne kadar denenmiş olan tüm toplumsal örgüt biçimleri ya da kurumları arasında, Komünizm –topluluğu ortaya çıkaran fikrin Hürriyet, Anarşi olması şartıyla– en azami miktarda bireysel hürriyeti sağlayandır.
Komünizm diğer kurumların gerçekleştiremediği tüm özgürlük ve baskı biçimlerini içinde barındırmaya muktedirdir. Herkesin örtük olarak [sorgusuz, sualsiz] baş rahiplerin emirlerine itaat ettiği bir manastır ortaya çıkarabileceği gibi; bireye tüm özgürlüğünü sağlayan, ancak ortakları [katılımcıları] beraber olmayı arzuladıkça varolan, hiç kimseye hiçbir şeyi dayatmayan; bireyin hürriyetini savunmaktan ziyade arzulayan, büyüten, tüm yönleriyle genişleten, tamamı ile özgür bir örgüt de ortaya çıkarabilir. Komünizm otoriter de (ki bu durumda topluluk çok geçmeden çürüyecektir) olabilir, Anarşist de olabilir. Aksine Devlet[-te] bu olamaz. [Devlet] ya otoriterdir, ya da Devlet olmayı sürdüremez.
Komünizm ekonomik özgürlüğü diğer birlik biçimlerinden daha iyi sağlar; çünkü günlük çalışmanın yerine az bir miktarda çalışma karşılığında refahı ve hatta lüksü bile sağlayabilir. Şu halde onaltı saatin on veya onbir saatini (sekiz saat uyuyarak) bilinçli bir hayat yaşayacağımız boş zaman olarak vermenin anlamı, bireysel hürriyeti binlerce yıldır insanlığın ideallerinden biri olan bir noktaya getirmektir [genişletmektir].
Bu bugün Komünist bir toplumda yapılabilir, insan en azından on saatlik bir boş zamanı kullanabilir. Bu insan üzerindeki köleliğin en ağır yüklerinden birinden kurtulmak demektir.
İnsanları eşitler olarak ilan etmek ve bir insanın başka bir insan tarafından idare edilmesini reddetmek başka bir şeydir; bireysel hürriyeti herhangi bir biçimdeki bir birliğin –hayali olarak bile– ortaya koymadığı bir derecede arttırmak başka bir şeydir. Bu ancak ilk adım atıldıktan sonra mümkün olabilir; [yani] insanın varoluşunun [yaşamasının] araçları güvence altına alındığı, ve onu sömürmek için lütfeden kimselere artık ne kas, ne de beyin [gücünü] satmaya mecbur kalmadığı bir zaman.
Son olarak [bir yandan] insanın daha önceki eğitimi ve öğreniminin olanaklı kılacağı işini değiştirme [fırsatı saklı olmak üzere]; meşguliyetlerin [yapılan işlerin] çeşitliliğini tüm ilerlemenin kökeni olarak kabul etmek, ve boş zamanında ise insanı tamamen serbest bırakacak şekilde örgütlenmek; yine kendi [kişisel] gerçek gelişimi için tüm yönlerdeki kapıları [ardına kadar] açık bulacak bireyin özgürleşmesini ifade eder.
Tüm geri kalan şeyler içinse, herşey topluluğun üstüne inşa edildiği ülkülere dayanır. Kendisini mutsuz hisseden ve bunu yüzüne yansıtanlara “kardeşler” tarafından şöyle hitap edildiği dini toplulukları bilmekteyiz: “Üzgünsün. Yine de mutlu bir görünüm takın, aksi takdirde erkek ve kız kardeşlerini hüzünlendireceksin”. Ve yine yedi üyesi olan ve birisinin [bir üyenin] bahçe bakımı, idare, ev bakımı ve alışveriş gibi dört ayrı komitede başkan olarak mutlak yetkilerle görev aldığı toplulukları biliyoruz. [Yine] “otoritenin suçluların”ca kurulan ya da işgal edilen (Mr. Lombrose’a tavsiye edilen özel bir çeşit) topluluklar olduğunu; ve dikkate değer sayıda bir topluluğun da, bireyin toplum tarafından içerilmesinin [özelliklerini yok ederek içerme, ing. absorption] çılgın destekleyicileri tarafından kurulduğunu biliyoruz. Ama bu insanlar Komünizmin değil, (özünde gayet otoriter olan) Hristiyanlığın ve Roma hukukunun, Devletin ürünleridirler.
Toplumun polissiz ve yargıçsız, Devlet fikri olmadan varolamayacağını savunan insanların bu temel fikri tüm hürriyete karşı süregelen bir tehlikedir, ve –her bir bireyin kesin hissesini hesaplamadan, tüketmek ve üretmekten oluşan– Komünizmin temel fikri değildir. Aksine bu [Komünizmin] fikri özgürlüğün ve özgürleşmenin fikridir.
Böylece şu sonuçlara varmış durumdayız: Bugüne kadarki Komünizm girişimleri başarısız olmuştur, çünkü:
# Topluluğu, basitçe ekonomik tüketim ve üretimin aracı olarak görmek yerine, dini nitelikteki güdülerle oluşturulmuşlardır,
# Kendilerini toplumdan soyutlamışlardır [izole etmişlerdir],
# Otoriter bir ruh ile şekillendirilmişlerdir,
# Federe olmak yerine izole edilmişlerdir,
# Mensuplarının emeğine o kadar ihtiyaç duymuşlardır ki, [üyelerine] boş zaman bırakmamışlardır,
# Bireyin olası en azami özgürlüğünü hedefleyecek [biçimler] yerine, babaerkil aile biçimini model olarak almışlardır.
Gayet ekonomik bir kurum olan Komünizm; bireye, başlatıcıya, belirginleşen geleneklere karşı isyan edene sağlanacak hürriyet miktarı hakkında herhangi bir şekilde bir ön kestirimde bulunmaz. Bu otoriter olabilir, ki bu durumda kaçınılmaz olarak topluluğun ölmesine yol açacaktır; ve bu liberter de olabilir, ki [bu] 15. yüzyılın genç şehirlerindeki kısmi komünizm [deneyimi] altında dahi, tamamı ile dinç olan genç bir uygarlığın ortaya çıkmasına, Avrupa’nın yeni baharına yol açmıştır.
Tek kalıcı Komünizm biçimi, [buna toplulukta birarada yaşayan] arkadaşlar arasındaki yakın ilişkinin neden olduğu [-nu gören], her çabanın bireyin hürriyetini tüm yönleri ile genişlettiği bir [Komünizmdir].
Bu koşullar altında, bu düşüncenin etkisi altında, halihazırda ona garanti edilen boş zaman miktarı ile arttırılmış olan bireyin hürriyeti, bugün olmakta olan belediye gazı, büyük mağazalarca yapılan evden eve yiyecek servisi, modern oteller, ya da çalışma zamanlarında arkadaşımız [olan] binlerce emekçi ile beraber çalışıyor olmamız gerçeğinden daha başka şekillerde kısıtlanamaz.
Amaç ve araç olarak Anarşiyle Komünizm mümkün hale gelir. Bu olmadan zorunlu olarak köleliktir ve yaşayamaz.