Plastik hayatımızın her alanında olan bir madde. Ekolojik tahribata, birtakım hastalıklara sebep olan plastik aynı zamanda bir kazanç maddesi. 19. yüzyılın başlarında gelişen mühendislik uygulamaları ile birlikte doğada saf halde bulunmayan bu ürün hayatlarımıza entegre edildi. Doğada ayrık halde bulunan karbon, hidrojen, oksijen ve azotun inorganik veya organik elementlerin monomer bağlarını uzatıp polimer bağlara dönüştürdüler. Hatta yapılan araştırmalar gösteriyor ki yeryüzündeki petrolün %4’üne yakını bu yolda harcandı. Hem üretim maliyeti düşük hem de kullanım alanı geniş bu polimerler ile sadece insanlığın yaşam alanları değil başta okyanuslar olmak üzere birçok biyohabitat tahrip edildi. Sadece 2017 yılında neredeyse 250 milyon ton plastik üretimi yapıldı. Bu üretimin %90’ına yakını fosil yakıtlar ile gerçekleşti. Dolayısıyla küresel iklim değişikliği de plastik üretiminden payını aldı.
Peki düşük maliyetli plastik karşısında ödediğimiz bedel nedir?
İşçiler bunun bedelini kanser, üreme ve solunum sistemi rahatsızlıkları gibi meslek hastalıklarıyla ödemiştir ve ödemeye devam etmektedir. Biyohabitatlar ise bunda hiçbir payları olmamalarına rağmen türlerinin yok oluşuyla ödemektedir. Bugün baktığımızda birçok su kenarı plastik çöplüğü halindedir. Bu görüntüler hem gözümüze kötü gelmekte hem de daha ciddisi sağlığımızı olumsuz etkilemektedir.
Okyanuslara her yıl ortalama 8 milyon tona yakın plastik karışmaktadır ve plastik üretimi her geçen yıl artmaktadır. Tüm bunların dışında bugüne kadar dünya üzerinde üretilen plastiğin %9’unun geri dönüştürülebiliyor. Peki sanayilerde üretilen bu polimerler nasıl oluyor da son yolculuklarını okyanuslarda tamamlıyorlar? Plastiğin doğaya karışmasının birkaç yolu var aslında. Ayşe teyzeyi ele alalım mesela; Ayşe teyze marketten aldığı diş fırçasıyla dişlerini fırçalarken lavabosuna düşen mikro plastik parçacıkları gider borularıyla okyanuslara taşınabilir. Bir başka yolla ise Ayşe teyze kullanım ömrü biten diş fırçasını atık kutularına atar ve bu diş fırçası atık toplama merkezlerinden okyanuslara taşınabilir. Yahut en çok karşılaştığımız seçenek Ayşe teyzenin diş fırçasını direkt olarak okyanus sularına bırakması. Petrol bazlı polietilenden üretilen plastik poşetler, plastik sorunun büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Her yıl ortalama 4–5 trilyon adet üretilen plastik poşetlerin geri dönüştürülmesi, maliyeti karşılamadığından dolayı sonları geri dönüşüm merkezleri değil okyanuslar olmaktadır. Günümüzde İngiltere, Almanya, Çin, ABD, Norveç gibi devletler plastik poşet tüketimine bazı sınırlamalar getirmiş durumda.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye de bu kervana katıldı. Dört bir yanımızı saran, nasıl nefes almamız gerektiğinden nasıl yaşamamız gerektiğine kadar her şeye bizim adımıza karar veren bilmem kaç sayılı kanunun bilmem kaç sayılı düzenlemesine bir yenisi daha eklendi.
“Geri Kazanım Katılım Payı”
Peki 10 Aralık 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7153 sayılı Kanunla Çevre Kanunu’na eklenen ek 11. maddeyle hayatımıza giren bu “geri kazanım katılım payı” nedir?
Bu vergi, uygulanacak taban ücret 25 kuruştan (15 kuruş vergi, 10 kuruş maliyet) az olmamak üzere her yıl bakanlar kurulu tarafından güncellenecek olan ekolojik tahribatın bedelini, tahribatı üretenlerden değil onu asgari düzeyde tüketenlerden alınmasına yarayacak olan yeni bir vergidir.
Yani basit bir matematikle her 130 plastik poşetten 20 lira olmak üzere Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hazinesine aktarılacak olan ve nereye kullanılacağı meçhul sözüm ona çevre vergisi. OECD verilerine göre Türkiye bugüne kadar toplam çöpünün sadece %1’ini geri dönüştürmüş durumdadır.
Buna rağmen “Yıllık ortaya çıkan 6 milyon ton plastik çöpün 3,5 milyonunu biz topluyoruz. İngiltere Çevre Ajansı’na ihracatçılar tarafından bildirilen verilere göre, 2018’in ilk 3 ayında İngiltere Türkiye’ye gemiyle 27 bin 34 ton plastik çöp gönderdi. Türkiye’nin plastik ithalatı ise Doğu Asya raporuna göre 2016 yılının başında aylık 4 bin tondan 2018’in başında aylık 33 bin tona yükseldi. İthalat 2018 yılının ortalarında aylık 20 bin tona geriledi ve sabit kaldı.
Doğayı korumakta kararlı devletlerin plastik tüketiminden aldığı vergiler çoğu zaman kısmi olarak bile olsa üreticilerden talep edilmiyor. Hal böyle olunca dünyanın en çok plastik atık üreten Coca Cola, Pepsi, Nestlé, Danone, Mondelez International, Procter & Gamble, Unilever, Perfetti van Melle, Mars Incorporated, Colgate-Palmolive şirketleri kendilerini yeşile boyamakta ısrarcı oluyorlar. Doğayı önemsemekte olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Fakat gerçeklik şu ki bir kirlilik varsa -ki var- bunun en büyük sebepleri onlardır. Velhasıl okyanusları ve yaşam alanlarını yok edenler Ayşe teyzeler değil akarsu yataklarını kirleten holdingler, ekolojik tahribatı genişleten sanayilerdir.
Ahmet Soykarcı – Patika Dergisi 3. Sayı