Devlet iktidarının ve kapitalist rant çevreleri şirketlerin “kentsel dönüşüm” adını verdiği ve özü itibarıyla kentleri soylulaştırma, kent yoksullarını ise şehirlerin merkezinden öteleme amacı taşıyan proje,2012 yılı ekim ayında resmen başlamıştı. İstanbul ,Ankara ve İzmir başta olmak üzere coğrafyamızdaki neredeyse tüm şehirleri kapsayan “Kentsel Dönüşüm Projesi” kapsamında devlet, inşaat şirketleri ve bu sektörle bağlantılı şirketler önemli bir rant paylaşımı içindeler. Devlet ve şirketler tarafından bu söz konusu rant paylaşımında kentlerde yaşayan yoksul insanların evlerine “acele kamulaştırma” adı altında neredeyse yok pahasına el konuyor.
Kentsel Dönüşümde Kanser Riski
Yukarıda saydığımız gerçeklikler, devletin, iktidarı ve şirketlerle ,içerdiği muazzam rant nedeniyle ( 7 milyon binanın elden geçirileceği ve 400 milyar dolarlık olduğu söylenen) “hayati önem” verdiği projeyle alakalı ,genellikle kamuoyunda konuşulan ve görünen noktalar. Bu olgularla birlikte aslında meselenin sağlıkla ilgili boyutları da var. Isı yalıtımında dayanıklı bir madde olması sebebiyle binaların yapımında önceleri inşaat kumuna karıştırılarak , sonralarda ise dış cephe kaplamalarında da kullanılan asbest maddesi , içerdiği kanserojen etki nedeniyle bu aralar bina yıkımları ile de gündelik yaşamımızda olan kentsel dönüşümün sağlığa karşı oluşturduğu tehtidi ortaya çıkarıyor. Yapıların dinamitle ya da klasik olarak yıkımları sonucunda binanın inşaat içeriğinde kullanılan asbestin havaya yayılmasıyla civarda yaşayanlar tarafından solunması sonrası maksimum 10 yıl içinde belirtilerini olgunlaştıracak olan akciğer kanseri vakalarına yol açması söz konusu.
1.Derecede Kanserojen: Asbest
Asbest, 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra, ısıyı ve elektriği yalıtması, sürtünme, asitlenme gibi dış etkilere dayanıklı olmasının keşfedilmesiyle özellikle inşaat alanında ve tersanelerde gemi yapım sökümünde yoğun olarak kullanılmaya başlandı. Ancak bu “sihirli mineral”, 20 yüzyılın ikinci yarısından itibaren sağlığa önemli zararlar veren bir kanserojen madde olmasının tespitiyle, “öldürücü toz” olarak anılır oldu. 1960’ların sonlarına doğru Fransa ve İngiltere’de asbeste bağlı 120.000 akciğer kanseri vakası teşhisi konuldu. Bu tespit sonucunda asbest kullanımı ülkelerde yavaş yavaş azaltılır ve kontrollü bir şekilde sonlandırılırken , (Avrupa devletleri kesin olarak 2000 yılında sonlandırdı.) yaşadığımız coğrafyada bu “sonlandırma” tarihi 2011 yılını buldu. Yukarıdaki cümlede sonlandırmayı tırnak içinde kullandık çünkü asbestin, ucuz ve kolay ulaşılabilir olması nedeniyle hala yaygın bir biçimde kullanıldığı bir gerçek.2010 yılı sonrası, maddenin dünyadaki en büyük ihracatçısı durumundaki Rusya’dan 500 bin ton asbest alındığı biliniyor.
Kullanıldığı bir çok iş sektöründe çalışanları maruz bıraktığı, etkileri belki on yıllar sonra ortaya çıkan sonuçlar sebebiyle asbest, meslek hastalıklarına da yol açıyor. İnşaat sektörü dışında kullanıldığı bir çok alanın yanı sıra tersane sektöründe de kullanılan maddenin gemi söküm işlemleri sırasında ortama toz halinde salınımı sonucu tersane işçileri ve hatta ailelerinin sağlığını da ciddi anlamda tehdit ediyor. 2007 yılında babasının iş elbiselerinden dolayı asbeste maruz kalarak kanser teşhisi konan ve İngiliz devletine tazminat davası açarak kazanan bir tersane işçisinin kızı bu duruma en bariz örnek teşkil ediyor. Şu anda kentsel dönüşüm projesi kapsamında bina yıkımları ve inşaatlarında çalışan ya da çevrede yaşayan insanları düşündüğümüzde asbestten kanyaklı tehdit için önümüzde önemli bir veri durduğunu görebiliriz.
Asbest Kullanımının Sınırlandırmasına Şirketlerin Engeli
Aslında 1890’lı yıllarda zararları belirlenmesine karşın maddenin kullanımına sınırlandırma yaptırımı uygulanmasının 1950’li yılların sonrasına kalmasındaki en önemli etken şirketler. Asbest sanayiindeki büyük şirketler, Kanada, Rusya gibi asbest üreten devletler başta olmak üzere hükümetler ve onların aracılığıyla uluslararası denetleme kuruluşları üzerinde bir dizi baskı politikası hayata geçirdi. 1929 yılında Belçika Eternit ve İsviçre Eternit şirketleri ortak çıkarlarını korumak ve asbeste dair küresel anlamda lobi faaliyeti yürütmek üzere Uluslararası Asbestli Çimento Derneği’ni kurdular. Dernek bünyesine daha sonrasında İngiliz asbest şirketi Turner and Nawall LTD. başta olmak üzere birçok şirket katıldı. Bu dernek temel olarak devletler ve hükümetler bazında “asbestin güvenli kullanımı” odaklı bir lobi faaliyeti yürüttü. Derneğin küresel ölçekte sürdürdüğü lobi çalışmasının aslında sonuç getirdiği de söylenebilir .1938 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) “Meslek ve Sağlık Ansiklopedisi’nde” asbest-kanser ilişkisini gündeme getirmesine karşın, asbeste ilişkin ilk düzenlemesini ancak 48 yıl sonra 1986 yılında yapmıştır.
Coğrafyamızda Durum:STK’ların Girişimleri, Devletin Bilindik Yaklaşımı
Kentsel dönüşümün başlaması sonrası medyaya ve internete düşen ,asbestin içerdiği sağlık tehditi ile ilgili haberler sonrası birtakım meslek örgütleri ile işçi sağlığı kuruluşlarının konuyla ilgili bazı girişimleri oldu. Aslında bir önceki paragraftaki tarihsel dönemlere bakıldığında coğrafyamızda asbeste dair farkındalığın oluşmasının gecikmiş olduğunu söylenebilir. Düzenlenen panellerde maddenin yapılarda kullanımı ve bu yapıların yıkımı sonucu havaya salınımından doğacak sağlık sorunları konuşuldu. Yıkımlar esnasında asbestin , korunaklı giysiler giymiş işçilerce uygun bir ortamda ayrıştırılıp sonrasında imha edilmesi yönünde ilgili bakanlığa yönelik önerilerde bulunulmasına karşın bakanlıktan verilen cevap, Çernobil ve benzeri olaylardan aşina olunan devlet pişkinliğini hatırlatıyordu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan verilen tek cümlelik “net” yanıtta, ”Asbest kullanımıyla ilgili ellerinde hiçbir veri bulunmadığı(!)” belirtiliyordu. Asbestin insan sağlığındaki olumsuz etkilerinin en az 10 yıl sonra ortaya çıktığı gerçeği önümüzde dururken, devletin bakanlığının verdiği bu “net yanıtla” kastettiği “verinin” ne olduğunu ve devletin rant, sömürü ile yaşamlarımız arasında tercihini hangisinden yana kullanacağı yönünde bizlere iyi bir fikir veriyor.
Emircan Kunuk – Patika Dergisi 2. Sayı