Küresel Kapitalizmin “Kıskacında” Tarım

30 Nisan 2015
9 dakika okuma

1970’li yıllarla beraber ABD, ‘fosil yakıtlar tükenmeye başladı’ çığırtkanlığını yükseltti. Evet, kapitalizm artık dokunduğu her şeyi kirlettiğini, tükettiğini görmeye başladı. Bu yıllarda ardı arkasına yeni ‘çevreci’, ‘temiz enerji’, ‘temiz su’ adı altında yasalar çıkarmaya başladı. Suyun ticarileştirilmesi de, çok önemli bir noktada duruyordu. Çünkü su hayattı. “Suyun kullanım hakkını devralan” şirketler, başta Güney Amerika olmak üzere, dünyanın birçok bölgesinde yaşamlara direkt müdahale etme ‘hakkını da devralmış’ oldu. Bugün yaşamlarımıza şirket tarımcılığını getirmiş, küresel bir politikalar zinciri uygulamaktadır. Özenle kurulan bu sistem, vakıf stratejilerinin GDO’lu gıdaların dünyanın her yerine yayılması hususunda ,büyük bir önem taşımaktadır.

Tarımda, tohum piyasası birkaç büyük şirket ile büyüme eğilimi göstermesinin yanında, tarım kimyasalları da, GDO araçlarının birlikte kullanılması ile firmalara bir artı etki daha kazandırmaktadır. Şirketlerin, tohum çeşitlerinin yalnızca tarımsal ilaç ve gübrelerle yetiştirilebilecek özellikte üretmesi, çiftçileri yine bu şirketlerin ürünlerini almaya zorlamaktadır. GDO’lu tohumlar katil kapitalistlere, daha da üstün bir güç kazandırmaktadır.

Kapitalizm Yoksullaştırır, Yoksunlaştırır

Kapitalizm için enerji üretmek ilk sıralardaki görevlerindendir. Tabi bunun yolu sömürüden geçmektedir. Bir diğer önceliği ‘kalkınmadır’. Sürekli tüketimin gerekliliği yalanlarını büyüme, ilerleme vaatleri ile bezeyerek, devletlerin hükümetlerini ikna yoluna gidilmesi bunları peşi sıra izler. Bankaların kredi vermek için birbirleri ile yarıştığını bildiğimiz 1980’li yılarda, Afrika ülkeleri bankalar tarafından bu yarışa dahil edilmeyen kesim olarak kaldılar. Çünkü; ‘Avrupalı’ olmayan yerlere IMF girecekti. IMF, DTÖ, DB gibi küresel iktidarlara  borçlanmaları sonrasında, bu ülkelerin ekonomik ve siyasal bağımlılığı da pekiştirilmiş oldu. Yapılan anlaşmalar sonrasında bu ülke halkları yoksullaşıp, yoksunlaştırıldılar.

“Yiyeceği Kontrol Ederseniz İnsanları da Edersiniz”

ABD, tarımının düşüşünü önlemek için tarımsal destekleme uygulamaları oluşturdu. Bu desteklerden daha çok büyük şirketler yararlandılar. Böylelikle bu şirketler, bütün dünyaya önemli tarım ürünlerinin çoğunu dampingli olarak ihraç etmeye başladılar. Damping, ihracat yapan firmanın malını dışarıya, iç piyasada sattığından daha düşük fiyatla satmasıdır. Damping karşısında bir ülke derhal bunu giderecek bir gümrük vergisi koyabilmelidir. Aksi halde damping, büyük tarım şirketlerine olağanüstü kârlar sağlamaktadır. Tarım girdilerinin, (tohum, makine, gübre, ilaç, yem, mazot) bugün dünyada var olan 10 kadar büyük firma tarafından merkezileştirilerek piyasaya sokuluyor olması, tarımda kullanılan kimyasallarının satışının %85’ini gerçekleştiriyor olmaları, günümüz tarım politikalarının ne noktaya geldiğini görmemiz açısından önemli. Tarım kimyasallarının II. Dünya savaşından sonra küresel olarak pazarlanması, Cargill, Continental Grain, Bunge ve ADM gibi şirketlerin oluşturduğu tahıl karteli ve Amerikan petrokimya endüstrisi için yeni pazarlar arama sorununu da ortadan kaldırmıştı. * 1960-70 arası “yeşil devrim” sürecinde tarım küreselleşirken, Rockefeller ailesi de, bu ilerlemeyi şekillendirmekteydi.* Soğuk savaş döneminde ABD dış politikasının rotasını belirleyen kişi olan Henry Kissinger; güvenilir gıdaya ulaşmayı neredeyse imkansızlaştıran devlet politikaları ve bunlarla eş güdümlü olan kapitalist şirketlere tercüman olmuştu. “Yiyeceği kontrol ederseniz insanları da edersiniz.”

Biyoyakıt Enerjisi

Çok geniş tarım arazileri üzerinde biyoyakıt laneti dolaşmaktadır şimdilerde. Bazı organik maddelerden (şeker kamışı, mısır, soya, kolza, hurma..) elde edilen biyoyakıt, toprağın gıda dışı kullanılmasıdır. Biyoyakıt enerjisini karşılamak için kapitalistler, şimdiden Endonezya’daki tropikal bitki örtüsünü yok etmiştir. Petrol ithalatını durdurup, gıda ithalatının başlatılması ile, gıdanın son sezonlarda çok yüksek fiyatları bulması birbirini kapatıyor. *

Küresel Kapitalist Şirketler Devletlerle El Ele Yaşamları Yönlendiriyor

Monsanto gibi DuPont, Syngenta, Bayer ve Limagrain firmaları da, GDO ve herbisit pazarını ellerinde bulundurduklarından, iş birliği halinde oldukları devletlerle, kimi zaman devletlerin savaş politikalarıyla, kimi zaman da devletlerden aldıkları sübvansiyonlarla coğrafyanın en uç köşelerine girebilmektedirler. *

T.C’de ise bu süreç yine IMF, DTÖ ve DB uygulamaları ile ‘Tohum Yasası’ adı altında çıkarılan yasayla gıda güvenliğinin, küresel sermayenin eline sunulması şeklinde gelişmiştir.

T.C tarihinde, IMF’ye niyet mektuplarında rahatça görmekteyiz ki, “yapısal reform” adı altında insanlara dayatılan, toplumsal varlığı, geleneği, geçmişi küresel kapitalist şirketlerin lehine çevirmektir. Çiftçiliği bitiren bu yolun diğer adı da; IMF ve DB’nın “yapısal uyum programları’’ydı. Yaşamlara müdahale etme hakkı ile; toprağın, tohumun, suyun, yani yaşamsal olan her şeyin özelleştirilmesi başladı. O coğrafyada yaşayan halkların tüm toplumsal ilişkileri küresel kapitalist şirketlerin egemenliği altına geçirilmiş oldu. Bütün bunlar da, yasal düzenlemeler ve patent yoluyla gerçekleştirildi. T.C’nin daha yakın tarihinde ise; 4572 sayılı ‘Kooperatifler Kanunu’* göze çarpıyor. Bu kanunla beraber çiftçiler; daha önceden atayamadıkları kendi genel müdürlerini atayabildiler lakin bunun bir bedeli olmalıydı. İşte bu kez Dünya Bankası patentli, Yeniden Yapılandırma Kurulları’nın kriterlerine göre kooperatifler değiştirildi. Entegre tesisleri, A.Ş.‘lere dönüştürülerek şirketleştirildiler. Kamu bankalarından kredi almaları tarihteki gibi tekrardan yasaklandı. Şirketlere karşı kurulan kooperatifler şirketleştirildi. Doğrudan serbest piyasa kooperatifçiliğine dönüştürüldü.

Devlet Etkisi

Devletlerin el koyarak ‘kendi hazinesi’ haline getirdiği topraklar, yeri geliyor sit alanı oluyor, yeri geliyor acele kamulaştırmaya maruz bırakılıyor. İnsanların eline sıkıştırılan 3 kuruş para ile, topraklarından çok uzaklarda yeni yaşamlar kurmaları bekleniyor. Bekleniyor çünkü; toprağından edilen köylüler, göçe zorlanmış oldukları büyük şehirlerde, kapitalistlere kol gücü olarak geri dönecekler. Bu yüzden o insanların çok ağır, yoksul, yoksun koşullar altında bile olsa, yaşamlarına devam edebilmeleri şirketler için çok önemlidir.

Çiftçiliğin Bitirilmesi

Çiftçiler, endüstriyel üretim ile şehirlerde çalışacak ucuz iş gücü haline getirilirler. Zaten göç politikalarının ne menem bir şey olduğu ortadadır AB ülkelerinin.

Tarımda devlet desteğinin IMF, DB, DTÖ dayatmaları, anlaşmaları ile kaldırılması, tarımsal kredi faizlerini piyasa düzeyine çıkarma, tarımda suyun ücretlendirilmesi, özelleştirmeler, bir çok ürünün yasaklanması, üretilen ürünlere kota konması, toprakta tek tip ekim yapılması, üretilen ürünün yok fiyatlardan alınması, tohumculuk alanında da, denetleme yetkisinin Türkiye Tohumcular Birliğine verilmesi, tohum üretimi, sertifikasyonu ve piyasa denetimi, küresel kapitalist tohum şirketlerinin yetkisine girmiş oldu.

Hava koşullarına göre değişen bir üretim biçimi olan tarıma bu noktada duyulan güvensizlik, tarımsal alanları az verimli olmaları ile nitelendirirken, diğer yandan da zenginliğini kaybetmesini sağlayacak politikalar sonrasında, ‘işe yaramaz’ alan olarak göstererek, buralara devasa RES ve GES projelerinin yapımını meşrulaştırmışlardır.

Tarım Alanında Küresel Kapitalizme Karşı, Çiftçilerin Öz Örgütlenmesi

Bizler patronsuz, sömürüsüz bir dünyayı bugünden yaratırken, şirketlere karşı mücadele ederken, onlara muhtaç olmamak için üretmek; özgürce ve birlikte üretmek bizler için elzemdir. Bir ürün üreticiden tüketiciye ulaşana dek, yani gıdanın tohumdan sofraya yolculuğu esnasında artan fiyatın arkasındaki sömürüyü biliyoruz. Kırsal ve doğal alanlarda faaliyet alanını genişleterek, yerli yaşamları ve ekolojik bütünlüğü yok eden pazar politikaları, tarım için önemli olan toprakları da kah otel kurarak kah baraj gölleri ile su altında bırakarak kah HES(Hidroelektrik Santral), RES (Rüzgar Enerji Santralleri), GES (Güneş Enerji Santralleri) şeklindeki ekolojik kıyım faaliyetleri ile zimmetlerine geçirirler. Endüstriyel tarımla üretici, tüketicinin ihtiyaçlarına yönelik değil, devletin kalkınma planlarının ya da oluşturulan pazarın ihtiyaçları doğrultusunda üretime zorlanmaktadır. Bu yolla şirketleşen kooperatiflerin de, üretici ile tüketici arasındaki bağı kurması beklenemez. Çiftçiliği, her geçen gün ortadan kaldırmaya yönelik yasalar çıkaran, küresel bir politikalar zinciri ile karşı karşıyayız. Şirket tarımcılığını yaşamlarımıza sokan bu kapitalist düzende bizler, tarımda ve sistemin yaşamlarımızı kanserli hücrelere dönüştürme planları yaptığı diğer tüm alanlarda, öz örgütlenmeler ile, halka ulaştırılan besin maddelerinin kimler tarafından, nasıl üretildiğini bilmesine zemin sağlamalıyız.

Emre Bayyiğit – Patika Dergisi 2. Sayı

Dipnotlar:

  1. http://www.theguardian.com/environment/2008/jul/03/biofuels.renewableenergy?gusrc=rss&feed=environment
  2. http://www.panna.org/issues/pesticides-profit/chemical-cartel
  3. http://www.corporatewatch.org.uk/?q=node/202%3f
  4. http://pulsemedia.org/2009/10/03/why-the-population-bomb-is-a-rockefeller-baby/
  5. www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.4572.doc