Gülüşünün kıyısına bulaşmış çikolatayla arkadaşlarını izliyordu. Adına mutluluk denen duyguyu sonunda tatmıştı. Ve bu duygunun tek başınayken eksik kalacağına artık inanmıştı.
Sokakta oynarken bir araba geçerdi. Büyük bir arabaydı ve üzerine resmedilmiş çikolatalara dudakları aralıklı bakarlardı. Gece hemen hepsinin rüyalarını süsleyen çikolatalar, arabanın şoförünün siluetiyle kâbusa dönüşürdü.
Adamın kocaman gövdesi, düşük omuzları, omuzlarının ucunda da neredeyse ayaklarına dolaşıp O’nu yere devirecek kadar uzun ve hareketsiz kolları vardı. İri gözleri çocukları görünce daha da irileşir, yüzünde iki çukura dönüşür, bakıldığında sonu gelmeyen bir düşüşe geçtiğin hissiyatını yaratırdı.
Belki düşünü kurdukları çikolatalar yüzünden, belki adamın iri gözlerinin içinde ne olduğunu merak ettiklerinden. Ama muhtemelen çikolatalar yüzünden çünkü şu an gülüşerek çikolata yemek, adamın gözlerinin içinde yuvarlanmaktan daha iyi bir fikirdi onlar için.
O gece düşlerini eylediler. Oyun oynamayı ertelediler ve gölgelerinden daha büyük biri gibi planlarını yapıp beklemeye başladılar. Beklerken bir saatin içinde altmış dakikanın, bir dakikanın içine altmış saniyenin saklandığını fark ettiler. Zaman geçmiyordu sanki. Korkuyorlardı, heyecanlanıyor en çok da kızıyorlardı. Kızıyorlardı çünkü oyun oynamayı öğrendikleri yeri, tepedeki çimenliklerini ellerinden almışlar, kocaman bir market yapmışlardı. Şimdi bütün çikolataları oraya götürüyorlardı. Kimse yiyemiyordu. Çikolataların sonunun geldiğini, bu yüzden bütün çikolataları bulup oraya depoladıklarını düşünüyorlardı sık sık.
Düşüncelerinden sıyrıldılar çünkü kamyon sokağı dönmüş, adım adım yaklaşıyordu. İşte başlıyorlardı. Kafalarına kapüşonlarını geçirdiler ve bir yüze sahip oldular. Her şey düşledikleri gibi gitti. Dokunabildikleri bütün çocukların gülüşlerinin kıyısına çikolata bulaştırdılar.