Taliban’ın Kabil’e girdiği günün ertesinde, 16 Haziran’da havalimanında ortaya çıkan görüntüler uzun süre hafızalardan silinmeyecek. ABD kargo uçaklarına hınca hınç doluşanlar, uçakların iniş takımlarına ve kanatlarına tutunmaya çalışırken düşerek yaşamını yitirenler “Taliban cehenneminden” can havliyle kaçmaya çalışırken ölüm dahil birçok tehlikeyi göze alanlardı. Ancak bazıları onlar kadar şanssız değildi. Rusya’nın Kabil Büyükelçiliği’nin Sözcüsü Nikita İşçenko açıklamasında, ilgili diğer devletlerle birlikte bu cehennemin mimarlarından olan Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin kaçarken yanında götürdüğü paraların bindiği helikoptere sığmadığını, bu nedenle bir kısım parayı pistte “bırakmak zorunda kaldığını” belirtiyordu. ABD ise New York Times ve Washington Post’ta yer alan haberlere göre diplomatik misyonunu ve üst düzey askerlerini Kabil’den tahliyesi sırasında Taliban ile bir “saldırmazlık anlaşması” yapmıştı. Böylelikle ABD açısından Kabil’de, Nisan 1975’te Vietnam/Saygon’da yaşananlara benzer “kaçış” görüntüleri ortaya çıkmadı.
Saygon’da ABD elçiliğinin çatısından havalanan son helikopterin yarattığı hazin tablonun aksine Kabil’deki sakin tahliye görüntüleri, bir yılını doldurmayan Biden hükümetinin hanesine artı mı yoksa eksi mi olarak yazılacak, bu konuda ABD kulislerinde yorumlar birbirinden farklı. ABD eski başkanı Barack Obama’nın yardımcılığını yaptığı dönemde Afganistan’dan çekilme stratejisini savunan Joe Biden, önceki başkan Donald Trump’ın Taliban ile Şubat 2020’de vardığı anlaşmayı nihayete erdirmiş oldu. Trump döneminde alınan kararları geçersiz kılma vaadiyle iş başına gelen Biden için çelişki gibi görünen bu durumun yaratacağı siyasi etki önümüzdeki yıl yapılacak Kongre ara seçimlerinde görülebilir.
Pazar gününden bu yana sosyal medyada yayılan görüntüler ise “Afganistan İslam Emirliği” adını kullanmaya başlayan Taliban’ın, “ülkesini işgalden kurtaran direnişçiler” olarak vitrine çıkarılmak istediği bir PR çalışmasını akıllara getiriyor. Kadınların sosyal alanlarda -kısmen- daha görünür olacağı vaadini “bahşeden”, Şiilerin Muharrem törenlerinde “korunması” görüntüsü veren Taliban’ın, bölgede ABD çıkarlarının dışında politikalara sahip devletlerle uzlaşı içinde olduğu, hem bu devletler hem de Kabil’in yeni iktidar sahibi tarafından gizlenmiyor. Taliban heyetlerini Moskova’da “ağırlayan” Rusya bu diplomasi trafiğiyle Tacikistan, Özbekistan ve Kazakistan üzerinden sınırlarına yönelmesinden endişe ettiği cihatçı akınının önünü kesmeyi Taliban’a havale ediyor. Muhtemelen Rusya ile Taliban arasındaki bir diğer “anlaşma” ise Afganistan’ın en önemli “ihraç ürünlerinden” biri olan eroin ile ilgili. Geçtiğimiz yılın verilerine göre 6 milyon eroin bağımlısının olduğu Rusya’da bu durum “ulusal güvenlik tehdidi” olarak adlandırılan bir soruna dönüşmüş durumda. Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nde Rusya ile benzer bir cihatçı terörizm tehdidi algılayan Çin de Rusya gibi Taliban ile benzer bir anlaşmaya varmış durumda. Çin ile Taliban arasında varılan anlaşmalar kuşkusuz, Pekin yönetiminin ABD ile en önemli ticari rekabet projesi olan “Kuşak-Yol” için de Afganistan’a ciddi bir rol biçiyor. Rusya ve Çin gibi, bölgede ABD’nin politik ajandasının tersine bir hatta sahip olan İran’ın ise Taliban’ı, bölgedeki ABD varlığına kıyasla “kötünün iyisi” olarak görmesinin yanı sıra, bölgesel güvenliği için “taktik bir ortak” zeminine çekmesi mümkün. Filistin’de İsrail karşıtı duruşunu, Sünni Hamas ile işbirliği yaparak temellendiren İran, benzer bir taktiği Afganistan’da Taliban’la, anti-ABD politikalarının bir tezahürü olarak hayata geçirebilir. Taliban’dan da Şii Hazaralara yönelik İran’ı “rahatlatacak” barışçıl görüntüler sosyal medyada çokça paylaşıldı.
Taliban’dan El Kaide bağlantılı Türkistan İslam Partisi ile IŞİD’in Afganistan ve Pakistan’daki kolu İslam Devleti Horasan Vilayeti konusunda güvence alan Rusya, Çin ve İran’ın Kabil’deki iktidar değişimine dair yaklaşımı “olumlu sinyaller” içeriyor. Bu devletlerin “Taliban Barışı”nda işler şimdilik iyi gidiyor gibi görünse de “cihatçı gömleğini” çıkarmış görünen Taliban’ın tekrar fabrika ayarlarına dönmesi şaşırtıcı olmaz.
Taliban, yirmi yıldır kendisiyle “savaşan” ancak terör örgütü olarak görmeyen ABD ile açık ya da örtük bir diplomasi ilişkisi geliştirdi. Irak, Suriye ve Libya gibi coğrafyalarda cihatçılara verdiği destekle bilinen Washington yönetiminin bölgesel ve küresel rekabet halinde olduğu bu üç devletle yaşayacağı gerilimin tonu, Taliban’a bu “gömleği” tekrar giydirebilir. Bu, şu anda “Taliban Barışı” sarhoşluğu yaşayan devletlerin tersine, bölge halklarına kalıcı savaş şeklinde dönecektir.
“Taliban Barışı”nın gönüllü askeri olan Ankara cenahında ise -Kabil’in Taliban’ın eline geçtiği pazar gününe kadar- Afganistan’dan çekileceğini aylar önceden duyuran ABD ile yapılan havaalanı güvenliği pazarlığı şu anda rafa kalkmış görünüyor. Reuters haber ajansının TC kaynaklarına dayandırdığı habere göre, havalimanına dair söz konusu teklifin “Taliban isterse” teknik ve güvenlik destek şeklinde gerçekleşeceği belirtiliyordu. Bu haberde geçen, Afganistan’ın “tam kaos altında” olduğu vurgusu, Ankara tarafında sahada aktif konum alma konusunda itidalli bir bekleyiş olabileceği izlenimi yaratıyor. Buna karşın, bölgedeki iki müttefik üzerinden Taliban ile -zaten ardına kadar açık tutulan- diyalog kanallarının geliştirileceği düşünülebilir. İstihbarat servisi ISI kanalıyla Taliban’ın 1994’te ortaya çıkmasında önemli bir rol oynayan Pakistan ve Doha’da açtığı siyasi büro ile diplomatik yüzünün “keşfedilmesini” sağlayan Katar bu anlamda Ankara için kapı olma işlevindeler. Bu kapı, İhvan kuşağı projesi Tunus’taki son gelişmelerle suya düşmüş görünen AKP için, “ılımlılaşan, uzlaşmaya açık ve izolasyonist olmayan” bir Taliban ile yeni bir ittifak deneyimi anlamına geliyor. Eğer hesaplar tutarsa bu müstakbel ittifak aynı zamanda “muhayyel” nüfuz alanlarını, 200 milyonluk Müslüman nüfusu nedeniyle Hindistan’a genişleten AKP’nin için siyasal yatırım demek.
Ancak gerek ABD gerekse AB tarafından Afganistan konusunda AKP’ye biçilen rolün “göçmenlere bekçilik” olduğu açık. Bu anlamda, Brüksel’de 14 Haziran’da gerçekleşen Biden-Erdoğan görüşmesinin açıklanmayan, göçmenlerle ilgili detaylarının bir süredir devrede olduğuna dair güçlü izlenimler mevcut. İşgal sırasında ABD ile iş birliği yapmış Afganistanlıların da aralarında olduğu göçmenlerin, İran topraklarını aşarak Van’a, oradan da İstanbul gibi metropollere geldikleri biliniyor. Söz konusu göçmen hareketliliği, Suriyelilerden sonra Afganistanlılara da kapılarını açarak Batı’ya şirin görünmek isteyen AKP’ye hiç ummadığı bir fırsat sunabilir. Parlamenter muhalefetin iktidara geldiklerinde göçmenlere kapıyı gösteren vaatlerinin, yoksul göçmen evlerinde olduğu kadar ABD ve AB’de de derin bir endişe yarattığı kesin. Bu anlamda AKP’nin açık kapı politikasının Batı’da yaratacağı “sempati” AKP’ye, iktidara tutunmak için yeni bir ikbal kapısı açabilir.
Devletler -şimdilik- iktidarlarını korumak ya da yeni iktidar alanları açmak için “Taliban Barışı” politikalarının bir müddet sürdürücüsü olacaktır. Kabil Havalimanı’ndan kalkan uçaklara tutunan, o uçaklardan yere çakılanların ortaya çıkardığı görüntüyse aslında, devletlerin on yıllardır sürdürdüğü işgal, talan, katliam politikalarının yere çakıldığının ispatı. “Barış” görünümünde ya da savaş kostümlerini yeniden kuşanmış halde; ister yeni sultanlık heveslisi, ister devlet olma isteklisi, imparatorluklar mezarlığı Afganistan yeni “sakinlerini” beklerken bu cehennemden kaçmaya çalışan bir Afgan’ın söylediklerini hatırlayalım:
“Önce İngiliz geldi, sonra Rusya geldi, sonra Amerika geldi. Şimdi Taliban var, Amerika var, IŞİD var, NATO var. Kime bakarsan bizi öldürüyor.”