Özellikle sosyal medyanın gelişimiyle yaşamlarımızda daha da önemli bir yer tutan dijital iletişim olanakları “sayesinde” hızlıca tüketilip yenilerinin beklenir olduğu Sedat Peker videolarındaki ifşaatlar, devletin iktidar koalisyonunda yeni bir kırılmayı açığa çıkardı.
Devletin iktidar koalisyonunda, 7 Şubat 2012 MİT Krizi ve 17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk Operasyonları sonrası AKP-Cemaat arasında yaşanan kırılmanın bir benzerinin gerçekleştiği bu süreçte, “malumun ilamı” şeklinde nitelendirmeyi hak eden ise devletin bizatihi mafya-çete yapısına sahip olduğu gerçeğinin ifşasıdır. Bir çetecinin, mensubu olduğu ancak şu sıralar denklem dışı bırakıldığı anlaşılan devlet adlı büyük çeteye dair ifşaatları, yaşadığımız coğrafyanın katliamlarla dolu tarihini bir kez daha hafızalarımızda tazeledi. Devletin gerçekleştirdiği bu katliam ve cinayetlerdeki ana motivasyon ve söylemin “bayrak, vatan, din” eksenine oturduğunu, tüm bunların yine bizzat devletin gözetimi ve teşviki ile başta uyuşturucu ticareti olmak üzere, bilumum mafya yöntemleri kullanılarak hayata geçirildiği görüldü.
Görünürde, devletin kontrgerilla örgütlemesinin önemli isimlerinden Mehmet Ağar ile Süleyman Soylu’yu hedef alan ifşaatlar, bir yandan Ağar’ın 90’lardaki fail-i devlet cinayet ve katliamlarındaki ortağı Korkut Eken’i, diğer tarafta da Soylu üzerinden Kolombiya-Venezuela hattından Doğu Akdeniz’e uzanan uyuşturucu trafiğini kapsamına aldı. Söz konusu uyuşturucu trafiği, eski başbakan ve halen AKP Genel Başkan Vekili olan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın içinde bulunduğu, birtakım ilişkileri ortaya çıkardı.
Devlet ricalinin oğullarının dâhil olduğu bu “kirli ilişki”lere, 17-25 Aralık sürecinde eski İçişleri Bakanı Muammer Güler, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğullarının adının karıştığı, ancak daha sonra AKP tarafından üstü örtülen yolsuzluk ve rüşvet dosyalarından aşinaydık. Ancak Peker’in, altıncı videosunda dile getirdiği “Kıbrıs” detayı, TC Devleti’nin adanın kuzeyini uyuşturucu ve kumar başta olmak üzere mafyatik faaliyetlerin yanı sıra kontrgerilla ve özel savaş yöntemlerini “deneyimleyerek geliştirdiği” bir laboratuvara dönüştürdüğünü bir kez daha gözler önüne serdi. 1996’da işlenen ve gazeteci Kutlu Adalı’nın katledildiği cinayet, 1960’lı yıllardan itibaren Kuzey Kıbrıs’taki TSK ve paramiliter çetelerin varlığı üzerinden Ankara’nın “Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözümdür” doktrininin arka planına sadece bir örnek olarak önümüzde duruyor.
Devletin, farklı kliklerinin içinde bulunduğu son yılların bu en büyük çatışması, geçtiğimiz nisan ayında 104 eski amiralin bildirisi ile ilk işaretlerini vermiş, ancak söz konusu gündem AKP-MHP koalisyonu tarafından seçmen tabanına “darbeye karşı tek yürek” mottosuyla kısmen “savuşturulmuştu.” Kısmen savuşturulmuştu çünkü hem iktidar koalisyonunun toplumu içine düşürdüğü ekonomik kriz anlatacak başka bir hikayeye yer bırakmıyor hem de Peker’in ifşaatlarında açığa çıkan devletin mafyatik ve kontrgerilla örgütlenmelerinin arasındaki çatışma artık gizlenemez hale gelmişti. Dolayısıyla söz konusu ifşaatlarla hareketlenen fay hatları, geçtiğimiz aylardaki polis operasyonunda Peker’in eşi ve çocuklarına yapılan kötü muamelenin bir sonucu değildir.
Devletin farklı iktidar klikleri arasında yaşanan bu çatırdama, AKP-MHP koalisyonunun gittikçe düşen siyasi desteği ve mevcut koalisyonun devlet terörünü yükselterek “siyaset dışı” yollarla rıza üretme yönelimini artırması, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası yeniden dizayn edilen kontrgerilla örgütlenmesi ve bu örgütlenmenin başta Suriye olmak üzere Dağlık Karabağ, Kuzey Kıbrıs, Libya işgal coğrafyalarında oluşturulan savaş ekonomisinden ortaya çıkan ranta el koyma gibi dengeler üzerine oturuyor.
Geldiğimiz noktada AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, salı günü yaptığı grup konuşmasında, iktidarının devamı için yukarıda bahsi geçen “siyaset dışı yollarla rıza üretme” ihtiyacı nedeniyle tercihini, Süleyman Soylu’da vücut bulan zor kullanma aygıtı yönünde yaptı. Erdoğan, aynı konuşmada “Bunlar daha iyi günler, daha neler olacak neler” sözleriyle de “güven tazelediği” kontrgerilla örgütlenmesine adeta “sefer görev emri” verdi. Mehmet Ağar’ın, AKP’de “siyaset yapan” oğlu Tolga Ağar’ın sosyal medyada paylaştığı ve Erdoğan’ı “direksiyonda” gösteren videoyla uyum arz eden bu tercihin, videolarında “abi” diye zikredilen Erdoğan ve iktidarı için siyasi sonuçlarının ne olup olmayacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Susurluk’ta ortaya çıkan devlet çetesinin birkaç kat büyüklüğündeki kirli ilişkileri açığa çıkaran söz konusu durum, AKP-MHP koalisyonunun artık vazgeçemeyeceği rıza üretme yöntemiyle gidilecek seçimleri ya da failleri devletin adaletsizliğine havale eden bir anlayışı değil, devletin ifşa olan bu yapısını sokakta deşifre edecek bir devrimci potansiyeli açığa çıkarmalıdır. Nitekim devletten adalet bekleyenlerin talebi ile Susurluk’ta yüksek yetkilerle görevlendirilen ve bu nedenle “süper savcı” olarak anılan Kutlu Savaş’ın, konrtgerilla Abdullah Çatlı’nın üzerinden çıkan ve Kıbrıs’taki Adalı cinayetinde kullanıldığı muhtemel silahların balistik incelemesi dahi yapılmadı. Devlet iktidarının kriz içine düştüğü bu ve benzeri süreçlerde beklentilerini sandığa odaklayanların önünde ise 7 Haziran 2015 örneği duruyor.
Yaşamlarımızın önüne tuğlalardan duvar örenlerin yıkılmasını istemediği o duvarı, devletin “adaletinde” ve seçim sandığında değil sokakta vücut bulan devrimci potansiyeli keşferederek yıkmak mümkün olabilir. “Bir tripod ve bir kameranın” karşısında edilgenleşerek “bölümler tüketen” izleyiciler olmamak için, bu coğrafyanın tarihinde zengin örnekleri bulunan bu potansiyeli yeniden keşfedelim.
Emrah Tekin