2007 yılına gelindiğinde, 1930’lara damgasını vuran Büyük Buhran’dan bu yana yaşanan en büyük finans kriziyle karşı karşıya olduğumuzu öğrendik. 2007 yılında bir dizi ekonomik ve finans sorununa neden olacak bu gelişmenin sonraki yıllarda etkisinin hangi boyutlara ulaşacağını belki de kimse tahmin edemiyordu. Önce büyük finans kurumları çöktü. Sonra bankalar devlet tarafından kamulaştırıldı. Dünya finans piyasası tepe taklak oldu. Tabi ki bunun yansıması işsizlik oranları ve düşük tüketim oranları olarak kendisini gösterdi. Şimdilerde Avrupa Borç Krizi olarak anılan bu ekonomik süreç, 2007’den bu yana büyük bir dönüşüm geçirerek şimdiki halini aldı.
2006’nın ilk aylarında konut fiyatları en yüksek seviyesine ulaşıp, 2006 ve 2007 arasında büyük bir düşüşe geçti. Bu şişkin fiyatlı konutlarla ticaret yapmak “konut piyasasındaki spekülatif balon” olarak değerlendirildi. Özellikle bankaların uzun sürede geri ödemeli kredileri, konut piyasasını içinden çıkılmaz bir hale soktu. Konut almak için bankalardan bu tarz kredileri çekenler geri ödeme sıkıntısı yaşadığında, Amerika’nın yarıdan fazla eyaletinde bu spekülatif balon büyümekteydi. Kredi borçlarını ödeyemeyenlerin konutlarına el koyan bankalar, bu konutları istedikleri fiyattan elden çıkaramadı. Daha da önemlisi bu konutlar, genel konut fiyatlarının da düşmesine neden olup bankaları büyük zarara uğrattı. Bu zarar emlak piyasasından müteahhitlere, uzun vadeli kredi veren bankalara hatta Wall Street’e kadar kendisini hissettirdi.
2008’e girildiğinde devlet destekli iki özel teşebbüs Fannie Mae ve Freddie Mace (Federal Ev Kredisi Şirketi ve Federal Ulusal Mortage) şirketleri de dahil olmak üzere General Motors, Ford, CitiBank gibi büyük şirketlerin kimi iflas etti kimi de iflasın eşiğine geldi. 2008 ve 2009 arası finansal anlamda kendini her alanda hissettiren krize karşı ABD hükümeti bir dizi kamulaştırma ile krizin yükünü vergiler aracalığıyla, halka yükledi.
Bu finans krizinin küresel çapta etkisi, en başından beri konuşulmuştu. Ancak 2009’un son aylarında Euro bölgesinde hala daha devam etmekte olan kriz patlak verdiğinde, unutulan bu durum tekrar kendini gösterdi. Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İtalya, Fransa, İspanya gibi ülkelerde kriz aynı ABD’deki tarzda kendini gösterdi. Örneğin İspanya’daki kriz, konut sektöründe başladı. Almanya ve Fransa’daki bankalardan borç alınarak konut sektörüne verilen krediler,konut fiyatları düşünce ödenemedi. Bu da İspanya’daki bankaları ekonomik anlamda zora soktu.
2007’den bu yana devam etmekte olan finansal kriz, bankalar ya da devletlerle ilişkilendirilse de krizden etkilenenlerin aslında hangi kesim olduğu, senenin başından bu yana belli. Aynı ABD’de olduğu gibi, Avrupa’da da siyasi ve ekonomik iktidar konumundaki Troyka (AB, IMF, Merkez Bankası) krize yönelik önlemleri kesintiler ve vergiler üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyor.
Yunanistan’daki halk, senenin başından bu yana düzenledikleri kitlesel eylemlerle, genel grevlerle kapitalizmin kendilerini iki kez sömürmesine karşı seslerini yükseltiyor.
Bu eylemler ve grevler Euro bölgesinin tümüne yayılırken, küresel krizin gelişmemiş olan piyasalara bulaşıcı etkisi konuşuluyor. Türkiye’de devlet yetkilileri ve büyük sermayedarlar ısrarlı bir şekilde bu krizin bu coğrafyayı etkilemeyeceğini ne kadar savunursa savunsun, konut piyasasındaki durum, Türkiye’nin bu küresel ekonomik krizden açık bir şekilde etkileneceğini gösteriyor.
Geçtiğimiz ay içerisinde gerçekleştirilen, Avrupa’daki borç krizi ve Türkiye’ye yansımalarına ilişkin bir dizi konferans ve seminerin TÜSİAD gibi sermaye grupları sponsorluğunda yapılıyor olması dikkat çekici bir durumdur. Konut satışlarından yakın bir gelecekte, Türkiye’yi bir krizin beklediği açıklamasını yapan Tüketici Dernekleri, ekonomi bakanlarının ve sermaye gruplarının tersine konut sektörü kaynakalı bir krizi haber veriyor.
Krizin Türkiye’yi de etkileyeceği durumu, Avrupa Borç Krizi değerlendirilirken varsayılan öngörüler arasında. Son dönemde krizle özdeşleşen İspanya’dan sonra, krizin öncelikli hedefinin Kıbrıs olacağı, şimdiden Avrupa Birliği’nin ilgili kurumlarınca konuşuluyor. Yunanistan ekonomisiyle özellikle finans sektörü bazında organik ilişkisi olan KIbrıs için bu durum çok da gerçek dışı görünmüyor. Aynı çevreler Kıbrıs’tan sonra etkilenecek ülke olarak Türkiye’yi işaret ediyor.
Konut kredilerinin şimdiki konumu, Türkiye’nin krizden hiçbir şekilde etkilenmeyeceğini savunan çevreler için önemli bir dayanak olarak görülüyor. Yani bu kredilerin GSMH’ye oranının düşük olması belki de bu çevreleri en çok rahatlatan durumlardan biri. Buna karşın konut sektörünün özellikle son dönemde ekonomide artan bir şekilde eğilim gösterdiğini görmemek mümkün değil. Konut reklamları, kentsel dönüşüm uygulamaları, TOKİ projeleri son dönemde tüm siyasi, soyal ve ekonomik gündemlere rağmen en popüler gündemler arasında. Özellikle Türkiye’nin en büyük sermayedarları arasında hızlı bir yükseliş gösteren Ağaoğlu gibi emlak zenginleri, konut piyasasının yakın bir gelecekte Türkiye ekonomisine nasıl bir etkide bulunacağının açık bir göstergesi. Geçtiğimiz ay Türkiye’nin sayılı zenginlerinin Avrupa’daki borç krizini kendi gündemlerine almalarının bir nedeni de bu olsa gerek.
Bunun anlamı, yakın bir gelecekte daha fazla ev yıkımı, daha fazla ev haczi, daha fazla konut kredisi borcu ve finans şirketlerinin, bankaların ekonomik durumunu düzeltmek için devletin halktan alacağı daha fazla vergi, daha fazla kesinti demek. Avrupa’daki borç krizi nedeniyle televizyonlarda gördüğümüz Yunanistan’da, İtalya’da, İspanya’da, Portekiz’de, Fransa’da sokakları dolduran halkın içerisinde bulunduğu durum aslında bizlere çok uzak değil. Kim bilir belki de yakın bir gelecekte o sokakları dolduranlar bizler olacağız.
Hüseyin Civan
[email protected]