Şirketlerin bugüne kadar daha fazla kar elde etmek için yaptığı onca sömürü, katliam ortadayken nasıl oluyor da patronlar; farklılıklara, insan haklarına saygı duymayı amaçlayan “sosyal sorumluluk projeleri”ne milyarlar yatırıyorlar?
“Gençsiniz… Gönüllüsünüz… Sadece durup olanlara bakmak değil, inisiyatif almak, bir şeyleri değiştirmek istiyorsunuz… Kendinize ve çevrenizdekilere güvenmeyi ve güven vermeyi biliyorsunuz… Toplum Gönüllüsü olmak mı istiyorsunuz?” Bu cümlelerin olduğu bildirileri özellikle gençlerin birçoğu okumuştur. Ya da TOG yazılı tişörtlü gönüllülerden sosyal duyarlılıklarımızı okşayan buna benzer cümleler duymuşuzdur. Televizyonlarda kamu spotu vari reklamlarını izlemişizdir. Peki bu “ayaklı kamu spotu” toplum kuruluşunun amacı nedir? Toplum Gönüllüleri Vakfı hangi şirketin iz düşümüdür? Oluşturmaya çalıştığı “sosyal sorumlulukla” neyi hedeflemektedir? Bu soruların cevabı vakfın sponsoru olan ya da ortak projeler geliştirdiği şirket ve kurumlarda gizlidir.
Şirketlerin Yeni Dönem Etiği; Sosyal Sorumluluk
Sosyal sorumluluk özellikle son dönemde şirketlerin kullandığı yeni bir reklam modeli. Bu model sayesinde şirketler, yaşamın her alanındaki sömürülerini sürdürürken; çevreye, tüketiciye, çalışanlarına, toplumlara ve kamusal alana ilişkin kaygılar da güttüğü izlenimi vermektedirler. Bu sözde kaygı ile yapılanlar, şirketlerin sömürülerini gizlemek için iyi bir kamuflaj olanağı sağlar. Yani bir şirketin yaptığı sömürüler, bu sosyal kaygıların geri planında bırakılarak meşrulaştırılır.
Çevre sorunları, artan nüfus gibi tüm insanlığın sorunları olarak görülen problemlere karşı, “gelecek nesillere bırakılacak yaşanabilir bir dünya için hükümetler, yerel yönetimler ve halkın el ele vererek gerçekleştireceği” çalışmalarda, şirketler bu projelere STK görünümleriyle katılıp paydaşların arasından halk temsilcisi olarak devletlerle pazarlığa otururlar. Bahsi geçen problemlerin belirlenmesinden, bu problemlerin çözüm aşamasına, hem devlet hem de STK aracılığıyla şirket eliyle adaletsizlik yaratan uygulamalara ahlaki ve yasal bir kılıf uydurulur.
Bu yeni modelin, son dönemlerde sıklıkla gözümüze çarpmasının nedeni ise bu coğrafyada şimdilerde uygulamaya geçmesidir. Bu şekilde bireylerin varolan adaletsizliklere karşı olası tepkilerini ortaya koyarak bir çeşit sanal muhalif hareket yaratılmış oluyor. Mücadeleler arasına bir truva atı gibi sızan STK’lar, mücadeleleri manipüle edip etkisizleştirmeye, yapılan reformlar aracılığıyla sisteme entegre etmeye çalışırlar.
Toplum Gönüllüleri Vakfı da bahsi geçen STK’lar arasında son dönemde en popüler olanlardan. 2002 yılında kurulan vakıf, o günden bugüne “taşıdığı sosyal sorumluluk” bilinciyle hareket ediyor. Gençlerin, özellikle de üniversite öğrencisi gençlerin “kişisel gelişimlerine katkıda bulunarak” toplumsal arenada “sosyal sorumluluk” duygusunun artırılmasını hedeflediğini söylüyor. Her yıl 101’i aşkın üniversite kulübü dâhilinde, yaklaşık 36.000 genci 844’ü aşkın proje ve etkinle vakfın amaçlarına “gönüllü” bir şekilde hizmet ettiriyor. Bu amaçlar doğrultusunda çeşitli eğitim programları gerçekleştiriyor, özellikle ekonomik durumu kötü olan gençlere verdiği burslar sayesinde “genç gönüllüler” yaratıyor. Böylelikle oluşturmaya çalıştığı “toplum gönüllüleri ağı”nı her geçen gün daha da genişletiyor.
Çalışmalarını “farklılıklara saygı, şeffaflık ve hesap verilebilirlik, yerel katılım, ekip çalışması, yaşam boyu eğitim ve girişimcilik” sözde demokrasi ilkeleri doğrultusunda gerçekleştiren ve böylelikle “daha demokratik bir toplumun devamına katkıda bulunmayı amaçlayan vakfın” çalışma alanları, örgütlenme yöntemleri, işbirliği yaptığı şirketler, toplumsal arenada üstlendiği misyonun arka planı ve “sosyal sorumluluklu” bu vakfın asıl amacı bir hayli dikkat çekiyor. Vakıf, yardım yapan kapitalistleri tüm yayın organlarında görünür kılarak, bu kapitalistlerin topluma “sosyal sorumluluklu” insanlar gibi nüfuz etmesine olanak sağlıyor.
Sosyal Sorumluluğa Destek, Şirketlere Yatırım
Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın ana sponsorluğunu Garanti Bankası yapıyor. Vakfın, öğrenci bursları üzerinden faaliyet alanını ve gönüllü sayısını arttırdığı bilinen bir gerçek. Bu burslara yönelik fonları sağlayan destekçiler arasında; Akbank, Deniz Bank, Finans Bank, Yapı Kredi gibi bankalar; Borusan Holding, Karadeniz Holding gibi holding kuruluşları, Ülker, Migros, Turkcell gibi şirketler de yer alıyor. TOG’un faaliyetlerinden dolayı, düzenli olarak her ay AB Danışmanlık ve Yatırım Hizmetleri, KVK, İpragaz, Nurteks ve MUDO gibi şirketler bağışta bulunuyor. Vakıf bünyesinde oluşturulan ve uygulanan bir projeyi uzun süredir destekleyen kurumlar arasında; Sabancı Vakfı, Charles Stewart Mott Vakfı, Turkish Philanthropy Vakfı da yer alıyor.
Toplumsal sorunları ilaçla yatıştırmaya çalışan, tüm zararlarına rağmen üretimi ve tüketimi serbestçe devam eden psikiyatrik ilaçları üreten Pfizer, yan etkilerini gizlediği ilaçlarını piyasaya süren Bayer, kot taşlama atölyelerinde onlarca işçinin silikozis hastalığı ile ölmesine, yüzlercesinin yatağa mahkûm olmasına yol açan Mavi Jeans, Ruanda soykırımına neden olan Belçika Krallığı ve birçok hidroelektrik santralle vadilerde yaşamı yok eden Doğuş Holding’in bankası Garanti ve saymakla tükenmeyen onca şirket de TOG destekçileri arasında. Bütün bu destekçiler dışında, TOG’a her yıl binlerce bireysel destekçi de bağışta bulunuyor.
Türkiye’de sosyal sorumluluk projelerinin ulaştığı boyut resmi olarak bilinmese de tahminler 750 milyon ile 1 milyar dolar civarında olduğu yönünde.
Toplum Gönüllüleri Neye Gönüllü?
2002’nin Aralık ayında üniversitelileri ve “yetişkin”leri Boğaziçi Üniversite’sinde bir araya getirerek fikir alışverişi yapan vakıf aynı ay içerisinde resmen kuruldu ve Garanti Bankası’nın ana sponsorluğunda çalışmalarına başladı. Kurulduğu günden bu güne, bireysel bağışlardan, kurumsal sponsorluklardan, yurt iç ve yurt dışı fon sağlayıcı kuruluşlardan, AB hibelerinden ve büyükelçilik fonlarından yararlanan vakıf hem yerel hem de küresel alanda birçok “sosyal sorumluluklu çalışmalar” gerçekleştirdi. Temmuz ayından bu yana sürdürdüğü Genç Bank projesi ise Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın aslından neyden “sorumlu” olduğunu göstermede açıklayıcı örneklerden biri oluyor.
İlk defa 1999 yılında Kuzey İrlanda’da uygulanan benzer bir modelden alınan ilhamla başlatılan Genç Bank projesiyle genç bireylerin yaşadıkları çevrede (mahalle, ilçe, köy) yerel katılımlarını artırmak amaçlanıyor. Proje dâhilinde kısaca eğitim alan 5-7 kişilik genç grup, çevrelerindeki gençlerin fikirlerini ya da yeni deyişle projelerini maddi ve manevi olarak destekliyor. Bu destek onları proje yazmaya teşvik etmek, çevrelerine etki etmelerini sağlamak, yerel yönetim ve yerelin ileri gelenleri ile işbirliği yapmalarını sağlamak, sanatsal ve sosyal katılımlarını ve becerilerini geliştirmek için “küçük maddi” destekler ve “eğitim” gibi “manevi” destekleri kapsıyor.
Vakıf, 2012 Temmuz’unda başlatılan ve 2013 Temmuz’unda sonlanacak olan Genç Bank projesinin amacını “Yerelde gençlerin katılımı için bir model yaratırken, geleneksel hayırseverlik anlayışının değiştirilmesi” olarak belirtirken, detaylar öğrenildikçe bu “sosyal sorumluluklu genç girişimciler projesi”ne dair şüpheler de artıyor. 250.000 TL’nin hibe edildiği, Sabancı Vakfı ve Charles Stewart Mott Vakfı tarafından da desteklenmekte olan bu projenin gerçekte amaçladığı ne olabilir? Genç Bank dâhilinde çalışmakta olan “genç gönüllüler”in yaptığı çalışma, vakıf ana sponsoru olan Garanti Bankası için ucuz yollu bir deneyim edinme çalışması mıdır yoksa projenin gerçekleştirildiği pilot alanlardaki sosyo-ekonomik yapıya ilişkin bir verileme sistemi çalışması mıdır? Sermaye STK’sı olan WWF ile işbirliği yaparak 21. yüzyılın etik kodu “yeşil” politikaya vurgu yaparken ironik bir şekilde Hasankeyf’i yok edecek Ilısu Barajı’na da finansal destek sağlayan Garanti Bankası’nın Genç Bank çalışmasına verdiği “destek” de iyi bir şirket stratejisidir.
Etik mi yoksa sürdürülebilirlik mi?
Toplum Gönüllüleri Vakfı, yürüttüğü projelerde şiddete, etnik ayrımcılığa karşı durmayı, farklılıklara, insan haklarına saygı duymayı amaçlıyor. Peki, şirketlerin bugüne kadar daha fazla kar elde etmek için yaptığı onca sömürü, katliam ortadayken nasıl oluyor da patronlar böylesi “sosyal sorumluluk projeleri”ne milyarlar yatırıyorlar?
1960 sonrasında Avrupa’da birçok şirket, açığa çıkardıkları muazzam zararlara karşı muhakkak bir toplumsal direncin geleceğini öngörerek kendi politikalarına karşıymış gibi görünen “kendi muhaliflerini” yarattılar. Şirketler, yarattıkları bu Sivil Toplum Kuruluşları(STK) ile sistemin aksaklıklarını “uygun eylemlerle” protesto ederek kendi işleyişlerindeki çatlakları sıvama fırsatı buldular. Adeta bir Truva atı işlevi gören bu STK’lar sadece olası muhalefetleri biçimlendirme ve sindirme işlevini değil, aynı zamanda bu “merhametli” şirketlerin meşruluk ve masumiyet sertifikası görevini de üstlendi.
Bugün, başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere Avrupa Birliği (AB), Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar tarafından yayımlanan bildirilerde (OECD Guidelines, EU Principles Brussels, UN Global Compact) sık sık sosyal sorumluluğun öneminden bahsediliyor. Ancak firmaların gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projelerine yönelik “şirketler kepçeyle aldıklarını kaşıkla veriyor” ya da “günah çıkarıyorlar” eleştirileri de mevcut. Sosyal sorumluluk projelerinin topluma sağlayacağı faydadan öte hayata geçirilirken markaya neler kazandıracağı, satışları ne kadar artıracağı da hesaplananlar arasında.
Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın algısı “farklılıklarımızla birarada, kendi aramızda mutlu, biraradalığımızla huzurlu, çevreye karşı sorumlu” diye özetlenebilecek sığ bir duyarlılıkla sınırlıdır. Tog üyeleri dış dünyaya üzüntüyle bakmakla yetinmeyip neşeli karşı çıkışlarla olan bitene sessiz kalmamaya çalışmaktadır. “Çember şeklinde dizilerek yalnızca görüntüde demokratikleştirilmiş” toplantılar, çalışmalarda kullanılan araç ve yöntemler bu vakfın gönüllülerinin TACSO (Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Sivil Toplum Kuruluşları İçin Teknik Destek”) tarafından “profesyonel” destek aldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Yoğunlukla üniversite öğrencilerinden oluşan bu toplulukta tüm çalışmalar elişi dersi havasında geçerken, yapılanlar “bütün dünya buna inansa, birlik olsak” tadında bir hobi çalışmasını andırmaktadır.
Yapılan her etkinklikle birlikte daha fazla sosyalleşilirken yapılan etkinliklerin gerçek hayata yansıması dijital fotoğraf makineleriyle çekilen fotoğrafların facebookta paylaşılmasından daha öteye toplumsallaşamamaktadır. Zira bu etkinliklerin asıl amacının dünyadaki adaletsizliklere çare olmak için toplumsallaşmaktan ziyade, şirketlerin duyarlılıklarını gösterecekleri bu etkinliklere akıtılan fonların ne denli işe yaradığını belgeleyen fotoğrafları çekmek olduğu da ortadadır.
Çamaşır iplerine mandalla asılan kağıtlara pastel boyalarla yazılmış ve post-itlerle yapıştırılmış “doğa candır”, “sen de bir adım at”, “çevremizi yeşile boyayalım” sloganlarıyla kendilerince işin bir ucundan tutarak toplumsal dönüşümde çok önemli ilerlemeler kaydediyorlar. Oysa bütün bunların bir ilüzyon olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yok. Çünkü yaptıkları herhangi bir projede insanlar neye gönüllü olduklarının farkında bile değillerdir. Vakit iyi geçerken toplumla ne denli özdeşleşmek akla gelmemektedir. Belki de CNBC-E dizilerinde Amerikan gençlik sinemasındaki kolej partilerindekilere çok benzeyen ortamlarda fonda bir duyarlılık, çekilen fotoğraflara “derinlikli” imajlar katarak nispeten daha anlamlı bir poz oluşturacaktır.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır.