“Kimin Sağlığı Ve Güvenliği İçin Yine Yeni Yasa – İşçilerin mi? Patronların mı?”- Halil Çelik

Geçtiğimiz haziran ayı itibariyle yeni bir İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası hazırlandı: 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası. Yasanın “iş sağlığı ve güvenliği konusunda işverenlere ciddi yaptırımlar getirecek” gibi bazı maddeleri yürürlüğe girerken, kalan büyük bir kısmı ise 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek. Yasanın “yeni ve önemli birçok düzenleme” de getirdiği belirtiliyor.Yasa ile beraber 1-9 arası işçinin çalıştığı iş yerlerinde “iş sağlığı ve güvenliği” devlet tarafından karşılanacak; 10-49 arası sigortalı işçi çalıştıran patronlar ise bu hizmetleri kendileri temin ederek giderlerini kendileri karşılayacak. 50 ve daha fazla işçi çalıştıran patronlar ise zaten mevcut haliyle bu hizmeti aldıklarından, onların durumlarında herhangi bir değişiklik olmayacak. Yasa 10-49 arası işçi çalıştıran ve 50’den fazla işçinin çalıştığı iş yerlerini de “az tehlikeli”, “tehlikeli”, “çok tehlikeli” diye sınıflandırarak iş cinayetlerini, işçi katliamlarını sözde önlemeyi amaçlıyor!“İş Sağlığı ve Güvenliği” adıyla bugüne kadar kaç yasa çıktı?

Bu yasanın “iş sağlığı ve güvenliği” konusunda çok sayıda değişiklik getirdiği söylense de getirilen değişiklikler kağıt üzerinde, uygulanmayan, uygulatılmayan daha öncekilerin farklılaştırılmış halinden başka bir şey değil elbette. Daha önceki yasalar ne getirdi ki bu yasa ne getirecek? 1921 yılında çıkarılmış 151 sayılı “Ereğli Havza-i Fahmiye Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun” kömür işçilerinin çalışma şartları ile “işçi sağlığı ve iş güvenliği” konusundaki bilinen ilk yasa olsa da o dönem hiçbir işçi katliamının önüne geçmemiştir. 1924 yılında çıkarılan 394 sayılı yasa, çalışanlara hafta tatili getirmiş ve işçilere daha az günde daha çok iş yaptırmaya başlamıştır. 1926 yılında yürürlüğe giren 818 sayılı Borçlar Kanunu iş kazası ve meslek hastalıkları için düzenlemeler getirmiş; 1930 yılında “Umumi Hıfzısıhha Kanunu’’ ve ardından 1937’de 3008 sayılı İş Kanunu çıkartılmıştır. 1946 yılında Çalışma Bakanlığı kurulmuşsa da devlet “işçi ölümlerine bir çözüm” getirmemiştir. 1945 yılında 4792 İşçi Sigortaları kanunu da önemli bir dönüm noktası olarak lanse edilmiş; 3008 sayılı kanun 1967 yılında 931 sayılı kanunla değiştirilmiş, bunun yerine de 1971 yılında 1475 sayılı iş kanunu gelmiştir. Uzun yıllar bu yasa uygulanmış ve Avrupa Birliği (AB) uyum sürecinde, 2003 yılında 4857 sayılı yeni iş yasası yürürlüğe girmiştir. Bu yasa ile “iş sağlığı ve güvenliği” ilk kez ayrı bir bölümde ele alınmıştır. Yine bu yasaya dayanılarak 50 yönetmelik çıkartılmış; 5 tebliğ yayımlanmıştır.

Devlet, patron işbirliğiyle işçiler öldürülmeye devam etmiştir, tıpkı bugün olduğu gibi! Kasım 2012’de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Eti Bakır Fabrikası’nda 300 tonluk amonyak tankı kapağı çöktü. 5 işçi hayatını kaybederken 14 işçi yaralandı. Mart 2012’de Esenyurt’ta AVM inşaatında 11 işçi yanarak can verdi; Şubat 2011’de Ankara Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde 20 işçi iş cinayetine kurban gitti. Şubat 2011’de Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinde kömür sahasında toprak kayması sonucu 10 işçi hayatını kaybetti. Tuzla tersanelerinde iş cinayetleri hiç bitmedi ve daha sayılamayacak kadar çok iş cinayeti, işçi katliamı yaşandı. Günümüz kapitalist dünyasında neredeyse her gün bir milyon iş cinayeti işleniyor ve her yıl yaklaşık 2,5 milyon işçi katlediliyor veya yaralanıyor. Dünyada 1 dakikada 4 işçi hayatını kaybediyor. Peki, 1921’den beri çıkartılan bu yasalar ve tüzükler iş cinayetlerini ve işçi katliamlarını neden önlemedi?

Yasalar Patronların Yasasıdır, İşçilerin Değil

Bunun cevabını Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in son 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı tanıtırken yaptığı konuşmalarda bulabiliriz. Konuşmasında patronlara seslenen Çelik, “ iş sağlığı güvenliği alanındaki 1 liralık yatırım, orta ve uzun vadede işletmeye 2 liralık fayda sağlıyor” diyerek işçiyi adeta bir yatırım olarak görmek gerektiğini vurguluyor. Yine aynı konuşmasında bakan, bu yatırımın patronun imajını, karını nasıl etkilediğini vurgulamak için “Eğer biz iş sağlığı güvenliği tedbirlerini gerçekten alırsak işverenin imajına yüzde 92 katkısı var. Üretime yüzde 98, ürün kalitesine yüzde 85” diyor.

Böylece bakan gerçekte kimlerin bakanı olduğunu ve yasayı kimler için hazırladığını açıkça dile getiriyor. Evet, hiçbir yasa sonrası işçi katliamları, iş cinayetleri bitmedi. Çünkü kapitalizm sürüyor; devlet varlığı gereği her yasasını patronlar için çıkarıyor. Böylece devlet ve patron eliyle Ostim katliamına, Esenyurt cinayetine, Eti bakır faciasına her gün yenileri ekleniyor. Yani patronların dünyasında hazırlanan tüm bu “İş Sağlığı ve Güvenliği” yasaları da tabi ki işçilerin değil patronların yasalarıdır. Çıkacak tüm bu yasalar kimsenin gözünü boyamamalıdır. Yıllardır sürekli değişen yasalar hiç bir şekilde iş cinayetini önlememiştir. Çünkü bu yasalar bakanlar ve patronların masa başlarında kendileri için hazırladıkları yasalardır. İşçiler ise hala ölüm ve kalım arasındaki ince çizgide çalışmayı sürdürüyorlar. Hatta bu yazının okunduğu süre boyunca dünyada muhtemelen 20 işçi iş kazası adı altında katliama uğruyor olacak.