Kaza meydana geliyor, Çalışma Bakanı olarak omuzumdaki yükten dolayı o gün yerin altına giriyorum
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Nisan, 2012
Yaşanan bir maden kazasının ardından daha, çalışma bakanı hala yerin dibine giremedi.
Ekmek parası için yerin metrelerce altında, dipsiz kuyularda çalışmak zorunda bırakılanların ölüm haberi geldi yine yeni yılın ilk haftasında Zonguldak madenlerinden. Kozlu maden işletmelerinde yaşanan patlamada yine işçiler öldü; bu defa sekiz madenci “kaderlerinin kurbanı” oldu. Artık normalleştirilen bu ölümlere devlet erkanı yine “çok üzülürken”, o erkanın başbakanı yaşanan vahim olaya “kader” diyerek, geride kalan madencileri de ölüme mahkum etti. Zaten daha önce de bakanının ölen madencilerin ardından “Acı çekmediler, güzel öldüler” dediği bir devletin başbakanının, madencileri ölüme mahkum etmemesi olanaksızdı.
Yaşanan katliamın yankıları son bulmamışken, madencilerin Türk bayraklarına sarılı tabutlarıyla yapılan cenaze törenlerini günlerce televizyonlarda izledik, gazetelerde okuduk. Ölümlerinin ardından birer kahraman ilan edilen “maden şehitleri”nin cenazeleri ulusal çapta bir yas havası estirdi, ölümler “bütün bir milletin acısı” haline geldi.
Ancak Zonguldak’ta yaşananlar, bayrağa sarılmış tabutlarla düzenlenen cenazeler, bizlere hiç de yabancı değildi. Bayrağa sarılmış tabutlarla dolu cenaze görüntüleri, cenazelerin ardından yakılan ağıtlar hep aynıydı; Şubat 2010’da Balıkesir’de 13, Aralık 2009’da Bursa’da 19 ve daha birçok sayısız madencinin ardından olduğu gibi…
Madenciler: Milli Kahramanlar
Ekmek parası için dipsiz karanlıklara inenlerin yanlarına alamadıkları bir şey vardır; yaşamları. Her defasında yaşamlarını yeryüzünde bırakarak yerin yüzlerce metre altına inenler, ölmeyi göze almak için neye inanırlar? Zonguldak’taki maden işçilerinin bayrağa sarılı tabutlarını koklayanları bu ölüme ikna eden şey, nedir? Yaşamak için ölmeyi göze alan bu insanların “kader”i hep aynı olur; ölümün kader olduğuna inandırılanların tek dayanağı “öldüklerinde birer kahraman” olacakları gerçeğidir.
Karanlık madenlerde yaş, renk, sınır, millet yoktur; o karanlıktakilerin tek isteği yeniden yaşayabilmektir. Herkesin bir olduğu o madenin karanlığı her yerde aynıdır; Türkiye’de, Çin’de, Şili’de, Bolivya’da, Güney Afrika’da, Yeni Zelanda’da… Çin’de ölen 203 madenci de, Yeni Zelanda’da ölen 29 madenci de, Güney Afrika’da polisin tarayarak katlettiği 34 madenci de, Zonguldak’ta ölen 8 madenci de… Ve her ölümün ardından atılan “milli birlik” naraları aynıdır. Ölenler artık birer kahramandır, “milletin bağrına basacağı evlatları”dır. “Milli kahramanlar” ilan edilen madenciler, yaşanan ölümlerin gerçekliğini gizleyemeyecektir. Bu ölümleri kahramanlaştırarak kanıksatmak, ölümlere duyulan öfkeyi bastıramayacaktır.
2010 yılında Şili’de yaşanan maden patlamasında 33 işçinin 69 gün boyunca yerin 700 metre altında mahsur kalması ve sonrasında yaşananlar, hala unutulmadı. Madencilerin yeryüzüne çıkarılacağı gün gelip çattığında ise yaşananlar şöyleydi: Şili bayrağı rengine boyalı kapsülle 700 metre derinlikten yeryüzüne taşınan madencileri bekleyen devlet başkanı ve bakanlar, “özgürlüğüne yeniden kavuşan” madencilerin kurtulduklarında attığı “Şili çok yaşa” çığlıklarıyla, “millet olarak birliğin gücünü” yeraltında geçen 69 günün ardından yeniden ilan etti. 33 insanı onlarca gün boyunca yerin dibinde bırakan devlet, yaptığını madencileri kahramanlaştırarak gizledi. Ve bu kahramanlık öyküsü madencilerin ağzından şu sözlerle döküldü, “Hepimiz çalışmaya devam edeceğiz. Madenci yüreği işte böyle bir şey.”
Maden Şehitleri, Neyin Şehidi?
Dünyanın birçok yerinde sayısız madenci bugüne kadar yaşanan patlamalarla, zehirlenmelerle, göçüklerle katledilmiş; ölenlerin ardından yaşananlarsa hep aynı olmuştur; yaşananlara dair hep derin üzüntüler duyulmuş, ölenlerin ardından hep geçici süreli yaslar tutulmuştur. Yaşanan her maden katliamının ardından yükselen “ulus olarak derin yas içindeyiz, şu kadar madencimiz şehit oldu, onlar kahramandılar” söylemleri, yaşanan katliamları unutturamayacak kadar sahtedir. O madenlerde yitecek canları sonradan ilahlaştırıp kahraman yapanlar, kendi katliamlarını gizleyemeyeceklerdir.
Aldıkları (hatta bazen de alamadıkları) yüzlerce lira karşılığında dipsiz kuyulara inenleri kahramanlık kimliğiyle uyutanlar her yerde aynıdır. İş gücünün ucuz olduğu tüm coğrafyalarda madencilere dayatılan iki gerçek vardır; aç kalmak ya da o madenlere inmek ve gerektiğinde ölmek. Yakın zamanda ölen 8 maden işçisinin ardından “üzüntülere gark olan bir millet”in ve bayraklara sarılı cenazelerin de başka bir ifadesi yoktur. Aldıkları parayla yaşayamayacaklarını bilerek yeraltına inmeye razı olanların, ölürlerse gururla arkalarında bırakacakları birer sıfatları vardır: Maden şehitleri.
Ölüme İkna Olmanın Bir Yolu Daha Var
İnsanların “milli hissiyatlarla” ölüme ikna edilemediği yerlerde ise, madencileri dipsiz karanlıklarda ölüme yollamanın başka bir yolu vardır: Daha fazla para. Şili’de saati 1 dolara çalışmak zorunda olan madencilerin durumu, ekonomik olarak “daha gelişmiş olan coğrafyalarda” farklıdır; örneğin Kanada’da madenciler saatte 25-35 dolar arasında para kazanabilmektedir. Çünkü yaşam koşularının “iyi olduğu” bir yerde, insanları ölmek için yerin metrelerce altına yollamak neredeyse imkânsızdır. Bunu yapmanın tek yolu kesenin ağzını açmak, madencilere ölüme ikna olunacak kadar para vermektir.
Ondandır ki örneğin Avusturalya’da çalışan bir madenci ayda yaklaşık 30 bin lira kazanır ve bir hayli iyi para bırakan mesleğinden yakınmaz. Onun, diğer madenciler gibi yerin metrelerce altına inerken hissettiği bir ölüm korkusu yoktur; çünkü ona yerin dibinde ölebilme ihtimali, verilen yüksek maaşlarla unutturulmuştur. O öldüğünde kahraman maden şehidi olmayacaktır. Ancak yaşamı boyunca daha çok paralar kazanma ve istediğini tüketme lüksüne sahip olmasına sebep olmuş bu ölüm mesleğini yapmış olmaktan da hiçbir pişmanlık duymayacaktır.
Devletin, maden ölümlerine söyledikleri her yerde aynıdır. Güney Afrika’da 34 madencinin polis tarafından katledildiği Marikana Katliamı’nda madencileri Apartheid rejiminden kalan “ortak amaç doktrini” ile suçlayan devlet, bu coğrafyada da 700 lira maaşı beğenmeyen ve “elim bir kaza sonucu” ölen madencilerin ardında da onları suçlu bulmuş, madencilerin “hep daha fazlasını isteyerek bulunamayacak nimetleri reddettiğini” söylemişti. Bugün 8 madencinin 1.5 ton kömür altında ölüme mahkum edildiği Kozlu maden işletmelerinde bundan tam 21 yıl önce de bir maden faciası yaşanmıştı ve 263 madenci yaşamını yitirmişti. Devlet o gün de, tıpkı bugün olduğu gibi, çok üzülmüş, “kader” olan bu ölümlerin ardından “takdir-i ilahi” diyerek yapılacak bir şey olmadığını söylemişti. Ancak unutulan bir şey vardı ki, o da bu ölümlerin ne önceden ne de şimdi kader diyerek yok sayılamayacağı gerçeğiydi.
Zonguldak Büyük Madenci Grevi
Onları yerin yüzlerce metre altında günışığına hasret bırakanlara, ölmeye mecbur bırakıp buna kader diyenlere karşı bundan 22 yıl önce, yine Zonguldak’ta birlikte haykırdı binlerce maden işçisi. 30 Kasım’da 48 bin işçiyle başlayan grevin ardından, sayılar 100 binlere ulaştığında, ölüm onlar için artık kader olmaktan çıktı, artık kader bozuluyordu. Onları bir araya getiren ne yaşayacakları “kader ortaklıkları olan şehitlik” idi ne de “uğruna şehit olunacak bir ulus” idi. Onları bir araya getiren aynı vatanın evladı olmak değil, aynı toprağın altına giriyor olma gerçeğiydi. Güney Afrika’daki, Şili’deki kardeşleri gibi…
Bu toprakların gördüğü en büyük direnişlerden olan Zonguldak Büyük Madenci Grevi yalnızca onlar için bir kırılma olmadı, farklı şehirlerden birçok işçinin gösterdiği dayanışmalarla büyüdü grev; genel grev oldu, 100 binleri buldu… ’92 yılının 4 Ocak’ında Zonguldak’tan Ankara yollarına çıkan madenciler birlikte yürüdükleri yollarda birlikte haykırdılar; gün onlarındı. Arkadaşlarıyla, aileleriyle, yaşamları için yürüdüler. Ne barikatlar durdurabildi onları ne gözaltılar… Devlet savaşı bahane edip “ulusal güvenlik” açısından tüm grevleri yasaklasa da onlar devam ettiler, sendika patronları onları yarı yolda bıraksa da onlar bu toprakların gördüğü en büyük mücadelelerden birini verdiler. Yeraltına inerken yaşamlarını yeryüzünde bırakanlar, kazmalarının ucuna takılmış ölümlerini söküp atmak için bir araya geldiler.
Onlar bu yolda yalnız değildi. Hem bu coğrafyanın hem de dünyanın farklı yerlerinden birçok kardeşleriyle birlikteydiler. Çünkü onların sınırı da milleti de yoktu. Güneşin batmadığı ülkeden, İngiltere’den, liman işçileri duydu Zonguldaklı madencilerin sesini. Güney Afrika’daki madenciler, dünyanın diğer ucundan omuz verdiler bu direnişe. Bıraktılar işlerini, yaşam için başlayan bu grevle dayanışmak için yüklemediler gemilere kömürleri, yollamadılar. Çünkü onlar sınırsızdı ve milletsizdi.
Nerede olurlarsa olsunlar hepsine biçilen rol aynıydı; ya oynayacaklardı ya da oyundan atılacaklardı. Onlarsa, kendilerine dayatılan bu oyunu oynamamayı hep birlikte seçtiler. Şimdilerde ise yalnızca ölüme mahkum edilen madencilerin değil, tüm işçilerin yapması gereken de aynı şeydir. Yıllardır süregeldiği gibi kader diye dayatılan açlığa, yoksulluğa, ölüme karşı, oynamak zorunda bırakıldıkları rolleri reddederek yaşamları için hep birlikte direnmek.
Halil Çelik