Meydan Gazetesi yazarı Berk Yeter’in “İslam’ın Özü Adalet” kitabının yazarı Muhammed Nur Denek’le yaptığı söyleşi:
Berk Yeter: Merhaba. Gerek kitaplarında gerek makalelerinde tarihsel ve güncel örnekler aracılığıyla devlet-kapitalizm ve eşitlik-adalet karşılaştırması yapıyor ve bunların uzlaşmazlığından bahsediyorsun. Bu perspektif dahilinde, sosyal adalet ve mülkiyet ilişkisini nasıl değerlendiriyorsun?
Muhammed Nur Denek: Mülkiyetin kökeninin adaletsizlikler üzerine inşa olduğu gerçeğinden yola çıkacak olursak, bu denklemin imkânsızlığı gün gibi ortaya çıkacaktır. Sosyal adaletin inşa olabilmesinin yegâne yolu, özel mülkiyetin tamamen ortadan kalkmasıdır. Bu iki unsurun bir arada var olabilmesi, zalimin adil olabileceği yanılgısıyla bire bir aynıdır. Bu ancak çok büyük bir zihinsel tahribatın ortaya çıkardığı sarsıntı olarak açıklanabilir. Yani insanlığın geldiği noktada bunun olabilirliği sanısını yaşmasından bahsediyorum. Aklın kabullenemeyeceği net bir hakikatten bahsediyoruz nitekim. Özel mülkiyetin meşru olduğu bir toplumda sosyal adaletten söz etmek imkânsızdır.
B.Y: Peki, başat aktörlerden olan “devlet”in bu ilişkideki rolünü nasıl tanımlıyorsun?
M.N.D: Zaten tarihsel süreçte devletlerin ortaya çıkışlarının ana unsurunun, mülkiyetin korunması olduğu gerçeği bilinmektedir. Devlet, toplumlarda en büyük kurumsal yapı olarak kendini var etmektedir. Toplumlarda yaşanan her türlü adaletsizliğin kaynağı devletlerdir. Devletin ya da daha küçük de olsa bir takım kurumların varlıkları, o kurum dâhilinde olan kişiler arasındaki güç sahiplerinin kaçınılmaz sığınağı olmaktadır. Bu şu anlama geliyor; toplumlar içerisinde bir takım statüler elde etmiş olan kişiler bu konumlarını koruyabilmek için, bir takım mekanizmalara ihtiyaç duyar ve bu mekanizmaları oluşturur. Devlet dediğimiz canavarın baş aktörleri aslında toplumlardaki statü sahipleridir. Bu kan emici zalimlerin diğer insanlar üzerinde oluşturduğu baskıyı teminat altına alma aracı da diyebiliriz devlet için. Devletler oldukça sosyal adalet asla gerçekleşemez, devletin varoluş sebebi zaten adaletsizliklerin ayakta kalabilmesi ve statü sahiplerinin zulüm ve haksızlıkla elde ettikleri (ki başka bir yolla üstünlük elde etmek imkânsızdır) konumlarının korunmasıyla ilintilidir.
B.Y: Halife Ömer’in, “Adalet, mülkün temelidir.” sözü, bugün TC mahkemelerinin duvarlarında yer alıyor. Adaleti mülkte(devlette ve devlete ait olanda, yani mülkleştirilmiş olanda) arayan bu sözle beraber, günümüz İslam anlayışının hâla gerçek adalete işaret ettiğini söylemek mümkün müdür?
M.N.D: Maalesef sözler, söz sahibinin amacına hizmet edemiyor bazen. Sadece bu sorunda bahsettiğin Ömer’in sözü değil, buna benzer yüzlerce tarihsel vecize günümüzde güç sahiplerinin çıkarına yorumlanmaktadır. Oysa ki bu sözler, söylendikleri çağın mazlumlarının ışığı olmuş ve tarihte zalimin zulmüne karşı gerçekleşen isyanlara kaynaklık etmiştir. Neredeyse tüm peygamberlerin sözleri (ve o sözlerin ortaya çıkardığı modelin ”din”) özünden oldukça uzaklaşmış ve mazlumun ekmeğine kan doğrayan iktidarların çıkarına yorumlanmıştır. Günümüzdeki anlaşılan biçimiyle tüm dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık, İslamiyet) aslında peygamberlerin mücadele ettikleri şirk dinini temsil etmektedir. Peygamberlerin yaşadıkları dönemde isyan ettikleri toplumsal algı ne idiyse günümüzde bu dinlerin ortaya koydukları algı da aynıdır. O günde şirk dinleri zalimin yanındaydı, bugün de bu dinler zalimlerin yanı başında. Ezilene değil ezene taraf olan her din, batılıdır. Hak din yani peygamberlerin tarif ettiği Tevhid dini her zaman, zulme uğrayanın yanında olmuş, zalimin karşısına dikilmiş ve hesap sormuştur. Günümüzde peygamberlerin yandaşı olma iddiasında olan kişilerin de yapması gereken budur.
Bahsettiğin söze gelecek olursak; “adalet mülkün temelidir” sözüyle işaret edilen şey aslına bakılırsa tam olarak şudur: mülk Allah’ındır( her“şey”indir, kimse sahiplenemez) asla bireyselleşemez ve bunun tek yolu mutlak adalettir ve adalet ancak mülk herkesin olursa ayakta kalabilir. Nasıl da ters düz edilmiş yüce Tevhid dini görüyorsunuz değil mi?
B.Y: Kitaplarında adaletsizliklerin olmadığı toplumu “tevhid toplumu” olarak açıklıyorsun. Tevhid toplumunu biraz anlatabilir misin?
M.N.D: Tevhid ,vahdete, yani bir olmaya işaret eder. Peygamberler bahsettikleri toplumsal felsefeyi bu sözle anlatmışlardır. Günümüz dilinde bunun daha anlaşabilir olması için şöyle açıklanabilir: Varoluş tek bir kaynaktan beslenir; varoluş özünde birdir, tektir. Allah kelimesiyle işaret edilen şey de bu birliğin karşılığıdır. Hiçbir şey yoktan var olamaz ve hiçbir var, yok olamaz gerçeğini dikkate aldığımızda zaten mutlak bir tek “var”dan bahsedebiliyoruz; ancak tabii ki bu işin felsefi boyutu, kısaca değinmeyi gerekli gördüm.
Toplumsal anlamda tevhide gelince; tevhidi toplumla anlatılmak istenen şey, bu birlik anlayışının toplumda inşa olmasıdır. Tevhidin yaşanabilmesi için, insan toplulukları içerisinde statü farklarının tamamen ortadan kalkmış olması gerekir. Bu statüler mülk ve iktidarla elde edilmesi mümkün olan durumlardır. Toplumlarda adaletin sağlanması ancak tüm olanakların hiçbir statü farkı oluşmaksızın, eşitçe paylaşılması ile mümkündür.
Muhammed peygamber bu durumu cennet tasviriyle ifade etmiş ve ayrıntılı biçimde Kuran’ı Kerim’de açıklamıştır: “Orada hiç kimse aç kalmaz, susuz kalmaz güneşin ısısıyla yanmaz” orada kimse kimsenin üzerinde otorite oluşturmaz, herkes mutludur orada, çünkü orada yasa yoktur, kanun yoktur, devlet yoktur, otorite yoktur, herkes özgürce dilediğini yapar…
B.Y: Tasavvurunu yaptığın toplum, anarşizmin tariflediği topluma oldukça benziyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsun?
M.N.D: Evet, benziyor. Hatta aynı felsefe denebilir. Kelimeler ve isimlere takılmamak gerek, nitekim onların içini insanlar dolduruyor ve o tanımı insanlar koyuyor. Tarihin bir döneminde Musa peygamberin Tevhid felsefesi Yahudilik olarak isimlendirilmiş, bir dönemde İsa peygamberin Tevhid felsefesine Hıristiyanlık denmiş, bir başka dönemde ise aynı felsefenin temsilcisi olan Muhammed peygamber bunu İslamiyet olarak açıklamış. Bugün de buna anarşizm ya da başka bir tanımlama yapılabilir, aslolan Tevhid felsefesidir ve bu felsefe bugün en çok anarşizmle isimlenmeyi hak ediyor gibi görünmekte.
B.Y: Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
M.N.D: Söylenecek çok şey var aslında, nitekim tarih aşağılık iktidarların yalanlarıyla dolu, bu yalanları ifşa etmek ve gerçekleri anlayabilmek için söylenecek çok şey var. Günümüzde de bu yalanlar ağzı salyalı sözde dindarlar tarafından söylenmeye devam etmekte. Gerçek mutlaka anlaşılacak ve galip gelecektir ve o gerçek ancak adalettir. Söylenecek çok şey var ancak ben son olarak söylenecek şeylerden daha önemli olan düşünmeyi, tüm dayatılanlardan arınarak düşünmeyi tavsiye ediyorum.