Onların ne adaletsizliğe tahammülü, ne de adalet için mahkemelere ve hakimlere ihtiyaçları var. Onların adaleti vicdanlarından ve ellerindeki bambu sopalarından geliyor, onlar Gulabi Çetesi.
Gulabi çetesi kimlerden mi oluşuyor? Onlar başlık parası yüzünden kaynanasından, sofradaki yemek yüzünden kocasından dayak yiyenler; yoksulluktan aç yatıp, işsizlik maaşı almaya gittiklerinde ise memurlara rüşvet vermek zorunda kalanlar. Çoğu okuma yazma bilmiyor, çocuk yaşta evlendiriliyor. Onlar Hindistan’ın en yoksul bölgesi olan Banda ve civarında yaşayan, kastın en altında olmaları sebebiyle ezilen, kadın olmaları sebebiyle de iki kez ezilen kadınlar…
Gulabi Çetesi’nin kadınları, tüm bu koşullar hayatlarını işkenceye çevirirken sessiz kalmak
yerine isyan etmeyi, tek başlarına dertlenip kahır çekmektense bir araya gelip örgütlenmeyi seçmiş kadınlar.
“Kim yalnız başına savaşabilir” diyor bu çetenin kurucularından Sambat ve ekliyor; “Gücümüz
mücadelemizden geliyor. Ben kadınların çektiklerini gördüm, benim savaşım sadece kendim için değil, ezilen tüm kadınlar için. Kadınlar bize katılıyorlar çünkü artık katlanmak istemiyorlar, bu onların da savaşı.”
Gulabi Çetesi yalnızca kadınlara yönelik adaletsizliklere değil, toplumsal adaletsizliklere
de doğrudan eylemle karşılık veriyorlar. Karşılarındaki ister polis, isterse devlet yetkilisi olsun, onlar doğru bildiklerini yapmaktan hiç geri durmuyorlar. Örneğin toplumsal bir adaletsizliğe karşı yapılan bir eylemde gözaltına alınan ve on gün boyunca hakkında hiçbir suçlama olmaksızın nezarette tutulan birinin durumunu sormak için karakola giden Sambat, orada yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Ona ne olduğunu sorduğumda beni dinlemediler. Onlara beni dinleyin dedim ama bana bu işe karışmamı söyleyip beni oradan uzaklaştırmaya çalıştılar. Bense orada kalmakta ısrarcı oldum fakat aralarından biri benim üzerime yürüdü ve beni dövmeye kalktı. Ben de kendimi korumak için elimdeki defteri yüzüme siper ettim ve geri çekildim, bunun üzerine daha da sinirlenen polis bana vurmaya başlayınca ben de defteri bırakıp elime sopamı aldım ve onun kafasına vurdum… O günden beri bizden korkuyorlar ve ne zaman biri polisle bir sorun yaşasa – ki bu her gün oluyor- biz gidiyoruz ve kolayca çözüyoruz.”
Benzer başka bir örnek ise elektrik idaresinde yaşanıyor; faturalarını ödeyemeyenlerin elektriklerini kesen memurlar, bir de elektrikleri yeniden açmak için rüşvet istediğinde karşılarında Gulabi Çetesi’ni buluyor. Ellerinde lathi dedikleri uzun sopalarla pembe giymiş kadınları karşılarında bulan memurlar, tam da o anda bir hata yaptıklarının farkına varıyorlar.
Başka bir örnek ise şöyle; köyde fakirler için ayrılan buğdayları deposunda öylece tutan memurun ofisinin kapısına dayanan Gulabi Çetesi, ayrılan buğdayları iki traktöre yükleyerek ihtiyacı olanlara dağıtıyor.
Onlar şiddet uygulayan erkeklerin ya da devlet yetkililerinin hayatlarını zindan ederken, kendi aralarında kurdukları dayanışma ile de birbirlerinin hayatlarını kolaylaştırıyorlar. Kendilerini şöyle tarif ediyorlar: “Biz hizmet edenlere, alt tabaka diyorlar oysa altta olanlar aslında bizi kendilerine hizmet ettirenler; çünkü biz, onların çamaşırlarını yıkayan, sokakları süpüren, saçlarını kesenleriz. Ve bu yüzden onlardan çok daha üstlerdeyiz…”
Gulabi Çetesi kadınlarının nüfusu bugün Banda ve çevresinde neredeyse 100.000’e ulaşmış durumda. Onlar sömürüye karşı, yaşamları için mücadele ediyorlar. Her türden adaletsizliğe karşı doğrudan eylemle hareket eden ve örgütlülüklerinin gücüyle hayatlarını dönüştüren Gulabi Çetesi’nin kadınlarını selamlayarak, onların sözleriyle yazımızı sonlandıralım:
“Bu yol çiçeklerle değil tersine dikenlerle kaplı bir yol ve yalnızca kalplerinde
dünyanın çilesini taşıyanlar bu yolda yürüyecek cesarete sahiptir.”