“Bu Hikayenin Sonunda UMUT VAR!”- Merve Arkun

Ayşe doğduğundan beri hep pembe giydirmiş annesi ona, malum kızlar pembe giyer. Hep oyuncak bebeklerle oynamış; evcilikte anne, doktorculukta hemşire. Öğretmen olunca hep disiplinli, hemşire olunca hep hafifmeşrep. Bazen abisinin silahıyla oynamak istediğinde hep aynı şeyi duymuş; kızsın sen, git bebeğinle oyna! Büyüyüp okula başladığında da roller değişmemiş; abisi delikanlı olma yolunda hızla ilerlerken, o hep uslu, edepli bir kız olmuş. Okulda her sabah ant içmiş “Varlığım, varlığına armağan olsun! Ne mutlu Türk’üm diyene!”

Büyüyünce anlayacakmış Ayşe o andın aslında ne demek olduğunu.Okuldaki nizami sıraları, üniformaları, rahatları, hazır ol’ları, bazen öğretmeninden yediği dayakları da.

Bir şey fark etmiş sonra, okulu da aslında evi gibiymiş. Babasının karşısında hazır ola geçişler, bazen dayak. Abisi hep rahattaymış ama. Annesi dayak yermiş,susarmış, ne diyeyim, ne yaparım beni kapının önüne koyarsa diye avunurmuş. Ayşe de annesini dinleye dinleye terbiye edermiş kendisini; ee o da genç bir kızmış neticede, elalem hakkında laf çıkarırsa nasıl bakarmış insanların yüzüne, hele ki babasının yüzüne? O yüzden hep edepli bir kız olmuş, annesini üzmeyen, babasını utandırmayan.

Ayşe liseye geçmiş. Değişen şeyler olmuş tabi ama genel olarak aynıymış yani. Yine üniforma, yine sıra, yine her Pazartesi ve Cuma bayrak töreni, yine rahat, yine hazır ol… Lisede bir ders varmış ki, öbürlerine hiç benzemiyormuş. Hocası da askermiş, bu sefer hazır ol’lar gerçekmiş, rahatlarsa hiç yokmuş. Albay Kenan Hoca gelince sınıf kışla, Ayşe asker olurmuş. Hadi o kızmış da daha rahatmış, ya erkekler ne yapsınmış. Kenan Hoca bir gün kışlaya götürmüş sınıfı. Ayşe o gün ilk defa bir silahı o kadar yakından görmüş, ilk defa bir mermiye dokunmuş. “Askerliğin kutsallığını anlayabilmek için G3 görmek, postal giymek şart”mış, Kenan Albay öyle dermiş.

Ayşe liseye devam ederken, abisi askere gitmiş. Annesi geceleri gizli gizli ağlarmış hep özlemden, ama avuturmuş kendini vatani görev diye diye… Abisi bir ara izne geldiğinde eskisi gibi değilmiş, suskunmuş, öncesi gibi değil. Bir akşam abisini ve babasını konuşurken görmüş, ağlıyormuş abisi, “Her hafta dayak yiyorum baba. Ne yapsam beğenmiyorlar, bir türlü yaranamıyorum.” Babası önce susmuş biraz içlemiş, sonra aynı annesi gibi konuşmuş “Vatan hizmetidir oğlum. Git alnının akıyla yap görevini. Yoksa ne iş bulursun, ne kız.”

Geri dönememiş ama Ayşe’nin abisi. Bir gün telefonla evi aramış askerler, oğlunuz intihar etti, kurtaramadık, başınız sağ olsun demişler. Ateş düştüğü yeri yakmış ama, “vatan sağ olsun” tabi. Ama abisinin cenazesi gelince öğrenmiş Ayşe olanları, komşular konuşurken duymuş. “İntihar etmemiş abisi, intihar eden biri iki kez vurabilir mi hiç kendini?” Önce çenesinden, sonra alnından. Bir türlü anlayamamış, yakıştırmamış belki ölümü abisine. Abisinin bayrağa sarılmış tabutu gelince inanmış Ayşe olanlara. Tabutla birlikte bir sürü de asker gelmiş eve. Kadın subaylardan biri annesinin koluna girmiş biri Ayşe’nin, başka iki subay da babasının. Ağlamalar, bağırmalar… Sonra başka bir asker daha gelmiş, omzunda bir sürü yıldız, babasını çağırmış, “oğlunuz, bu ülkeyi korurken şehit oldu. Başınız sağ olsun, vatan sağolsun” demiş. “vatan sağ olsun”…

Bu hikâye çoğunuza tanıdık gelmiştir. Belki sonunu olmasa da, hikâyenin başını hepimiz yaşamışızdır. Yukarıda anlatılan hikâyenin sayısız tanığı ve sayısız yaşayanı var. Bir de bu hikâyeyi değiştirmek isteyenler, başından sonuna kadar yeni bir hikâye yazmak isteyenler. Onlar vicdani retçi kadınlar, anlatılan hikâyeleri, hikâyelerdeki rolleri, rollerin dayattığı yaşamları reddediyorlar.

“Zorunlu askerliği reddetmek” olarak tanımlanan vicdani ret, kadınların da sahiplendiği bir mücadele olarak sıkça gündemimize girmeye devam ederken, bu topraklarda askere gitme yükümlülükleri olmayan kadınlar neden vicdani retlerini açıklıyor diye merak eder çoğumuz, özellikle de erkekler.

Vicdani retçi kadınlar askerliği, bütününde bir şiddet kültürü olan militarizmin bir parçası olarak değerlendiriyorlar ve aslında vicdani retleriyle militarist kültürün bütününü reddediyorlar. Ailede, okulda, yaşamın her alanında toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle baskılanan kadınlar, militarizmin yaşamlarını gaspına karşı direniyorlar.

Kadınlar ordunun içinde değil evet, ama militerleşmiş bir toplumun içerisinde. Anne, kız kardeş, sevgili olmak zorunda bırakılan kadınların yaşamları, her daim toplumsal normlarla baskılanıyor. Anne olduğunda kocasına sadakat gösteren kadın, kız kardeş ya da sevgili olduğunda itaatkâr ve namuslu olmak zorunda bırakılan kadınların yaşamları, “erk”ek algılarla, “erk”ekler için biçimlendirilmek isteniyor.

Kadınlar ailede, okulda, evde, sokakta, hayatın her alanında erkek egemen sistem ve onu var eden yasalar tarafından yok sayılıyor, tacize-tecavüze maruz kalıyor, iktidarlar tarafından hapsediliyor. Cinsiyetçi politikalardan, militarist söylemlerden beslenen bu toplumsal ahlakın varlığını iliklerine kadar hissediyor ve bu yüzden reddediyor.

Savaş zamanlarında kadını korunması gereken pasif özneler haline getirerek kişiliksizleştiren, kadına savaşa gidecek ve ölecek oğulların ardından “vatan sağ olsun” demeyi kanıksatan, onu “kutsal vatanın kutsal anası” ilan eden militarizm, kendini kadın üzerinden de var etmeye çalışıyor. Ve kadınların vicdani ret açıklamaları işte tam bu noktada, anti militarist bir kültür yaratmak, bunu yaşamak ve özgürleşmek noktasında önem taşıyor.

Kışlalardan her gün yeni ölüm haberleri gelirken, her gün insanların üstüne bombalar yağarken, kardeş kanı dökülmeye devam ederken, militarizm kadına tek kimlik olarak ölümü dayatırken kadınlar, vicdani retlerini açıklayarak özgürleşiyorlar. Militarizm kadınların bedenlerini, yaşamlarını hatta var oluşlarını kendi varlığına armağan etmek isterken, kadınlar yaşam için reddediyorlar.

Vicdani retçi kadınlar onlara yazgı diyerek yazılan hikâyeyi reddediyorlar ve yeni bir yaşama örgütleniyorlar. Yazılmış hikâyeyi bozarak özgürleşmek de, bu çıkmazda yok sayılmak da hikâyeyi yeniden yazmak da bizim elimizde.

Benim adım Ayşe. Vicdani reddimi açıklıyorum.

Merve Arkun
[email protected]