1994 yılında iletişim okumaya başladığım ilk sene ya da 2. sınıfta yani yaşım henüz 17-18’ken -tam çıkaramıyorum şaka maka üzerinden 20 yıla yakın geçtiğine göre yaşlanıyorum vesselam!- gazeteciliğin temel ilkeleri dersinde hocanın teki (eğer yanılmıyosam, o da Mete Akyol’du kuvvetle muhtemel) 5N1K’yı mesleğin amentüsü olarak ezberlememiz ve canım işte papağan gibi tekrarlamak şeklinde değil de(!) içimize sindirerek öğrenmemiz gerektiğini hem üstüne basa basa, hem altını kalın harflerle çize çize kafamıza kazımıştı. Her derse aynı teraneyle başlıyoduk: “NE, NEREDE, NE ZAMAN, NASIL, NEDEN, KİM!!!” O kadar ki bana görev verdikleri gece sabaha kadar sayıklamıştım! Gazeteci soru soran hayvandır, eyvallah! Bu da benim çıkarımım, bi nevi züğürt tesellisi. Bu tüme varımın son derece safane bi iyimserlik olduğunu zamanla anladım. Sorular gereksizdi. Esas olan iktidarla, iktidarı arzulayan arasında neyi –hangi tarafı- seçtiğindi. Basın, bunun temel aracı ve aracısı sadece. Yaşayarak; sorularıma net yanıtlar bulamayarak, bulabildiklerimin halka ulaşmasına izin verilmeyerek “gazetecilik” diye bir meslek olmadığı kafama dank ettirildiğinde uğradığım şoku varın siz tahmin edin… küskün, kırgın, pes etmiş, bi yandan da hamile, yenilgiyi kabul ettim. Mikrofonu, deklanşörü çıkarttım hayatımdan; kaleme kağıda sarılmaktan geri duramadım buna muadil.
O gün de aynısı oldu. Mesleki ukdem depreştiğinde sorgulamaya, görünenin ardında yatanı aramaya kalkışırım. Gücüm –güç her neyse- kapalı kapıları açmaya yetmese de, zekayı devreye sokmak gibi bir refleks edindim. Yoksa 5n1k şabloncularından olsam bir medya grubuna kapağı atmak işten değil.
O halde, hadi başlayalım;
Ne? Nispeten yanıtı kolay: 1 mayıs. Hazreti Google’a sorun, ulaşırsınız tarihçesine. Alternatif kaynaklar için biraz daha araştırmacı ruhlu olmanız gerekiyor.
Nerede? Dünyanın kutuplar filan hariç hemen her yerinde, bu topraklarda en olaylı geçmesi beklenen –ki beklentileri fazlasıyla karşıladı- İstanbul’un Taksim’e çıkan yollarında. Benim tezgah da bu yollardan birinde; Şişli meydanda.
Ne zaman? Adı üstünde.
Kim? Biz ve onlar…
İşte kritik, çetrefilli soruya geldik. Sırayı bilerek atladın ve bu soruyu sona bıraktın diyenler çıkacaktır aranızda, haklısınız! Soru malum.
Neden? Neden önceki senelerde –uzun mücadelelerin sonucunda elbette- müsaade edilirken bu sene egemenlerin inadı tuttu? Neden “devlet” devletliğini hissettirme ihtiyacı duydu? Şimdi siyaset bilimciler, boy boy akademisyenler –içlerinden değerli tespitleri olan bir ikisini tenzih ediyorum- hükümet ve yanlıları, çeşitli muhalefet ve yanlıları, bir takım dezenfermasyon(!) bakanlıkları farklı haber, beyan ve de yorumlarla ortalığı bulandıra dururken manipülasyona açık aklı karışmış sade vatandaş, içine doğduğu ya da kısmen belirlediği inanç doğrultusunda hareket etmeyi yeğliyor, ötesini berisini “kurcalamak” yerine. Tabii ki gerçeğin farklı tezahürleri olacaktır. Fakat çoğunluğun düştüğü tuzak, perdenin önündekiyle yetinmek. Tarafların hemen tümü için de geçerli bu cümle. Temel sorun düşmanlık ve nefret ekseninde şekilleniyor. Her iki duygu da çok kolay kaşınabilen, uyarılabilen ve ne yazık ki tetiklenebilen duygular. Sonuçları da gayet ortada, sebeplerin aksine.
“Neden?” sorusuna zahiri cevaplar aramak yerine, sebep çerçevesinde oldukça yalın bir yanıt vermekle yetineceğim. Yanıldığımı düşünenler olursa da bana gerekçesini “sebebi”yle göstermeli. Zavallı gezegenimiz, evrende miniminnacık yer kaplayan dünyamız 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla küreselleşme sürecine girdi. “Globalizm” denen kavram ise temelde çok-uluslu şirketlerin bir koyup milyon alacakları ucuz işgücü/ucuz hammadde kaynağına ulaşmak ve kitlesel nihai tüketiciye daima daha kalitesizini daha pahalıya satacakları pazar yaratmak; bu sayede para denen kağıt ya da hisse denen anlamlı kağıt, altın denen yüksek iletken ve tabii en önemlisi petrol zenginliklerinin tamamına hükmedeceği tumturaklı bir yalandan ibaret. Medyada, alternatif küreselleşme yanlılarının “küreselleşme karşıtı” diye lanse edilmesi bu aldatmacanın en basit örneği. Küreselleşme karşıtı diye yutturulmaya çalışılan kalabalıkların kendi yollarını çizme arayışında, vahşi sermayenin hedef gösterdiği” akil insanlar” olduğuna şüphe yok.
Öyleyse nedir dönen dolapların aslı astarı?
Dünya dev bir market ve hayatlarımız bilançoların kar-zarar tablolarındaki rakamlar. Özetle varlığımız yarar sağlamıyorsa yokluğumuzun külfeti/zahmeti hesaplanıveriyor. Ve elbette işin bir de mali boyutu var: stok envanterlerine konu olan bir dizi harcamalar ve boşalan raflara “yenileri”nin konmasının kaçınılmazlığı gibi.
Sözün nereye geleceğini anlamışsınızdır; konu meydanın açılmaması buna karşılık bir avuç kendini bilmezin hadlerini aşıp barikatlara saldırmasından ibaret değil; konu diyalektiği kullanma ve deneylerle sabitleme sorunu, tıpkı geçmişte yaşandığı üzere. Fakat geçmişe ek olarak günümüzde her geçen an gelişmekte olan savaş teknolojisinden elde edilen korkunç gelir kendi kısır döngüsünü de beraberinde getiriyor. Daha çok kazanmak için daha çok üretmek= daha çok üretmek için daha çok tüketmek. Harcanan gazların karşılığında kaç kişinin yaşamının harcandığı söz konusu olamaz. Esas olan kimlerin hangi ihalelerden payına düşeni götürdüğü…Ticaret konunun bel kemiği. Ticari zeka dostlarım, tüccarların sofrasında hepimiz sadece figüranız.
Caddede gözümden yaşlar akar, genzim yanarken aklıma gelen tek neden bu oldu. Hele de atılan gaz bombalarının üzerindeki “son kullanma tarihinden sonra kullanmak tehlikelidir” ibaresini okuyunca. 2014 martına kadar eritilmesi gerekiyor stokların! Üretim tarihi 2009! Dört yıldır bitirememişler! Üretici firma Brezilya menşeli Condor. FBI ve UN dahil herkese satıyor öldürücü olmayan “savunma” teknolojisini. Dünyayı daha güvenli bir yer yapmak için canla başla çalışıyor, sosyal sorumluluk projelerine bile katılıyorlar! Firma kime ait, hangi lüks deri koltuklarda ne tür anlaşmalar imzalanıyor pek tabii bilemem, beni aşar! Tek bildiğim gaza fazla maruz kalındığında kalıcı tahribata sebebiyet verdiği ve kullanana orantısız güç sağladığı.
Sorun çok yönlü fakat bir o kadar da basit. Çünkü aslında bir tek kilit sözcükte birleşiyor: PARA! İşte neden sorusunun yanıtı bulundu; para… ödenek çarkının dönmesi ve mühimmatların yenilenmesi gerek. Siyasetin tıkandığı noktada kulaklarınızı dört açıp dinlerseniz banknotların hışırtısını duyabilirsiniz.
Çözüm mü? Onu da siz bulun.
Ayça Seren Ural