Bir otobüs; içinde yeni bir hayata başlayacak olmanın verdiği “umut”la, bilinmezliğe doğru yol alan dokuz erkek. İş bulmak ve yoksulluktan kaçmak için İsveç’e kaçak işçi olarak göç eden dokuz erkek. “Medeniyet”in ortasında sıkışmış bir Otobüs’ün içinde, kapının özgürlüğe açılmasını bekleyen dokuz erkek.
Yeni bir hayat umuduyla, Stockholm yollarına düşen dokuz erkeğin hikayesini anlatan bir film, Otobüs. 1974 yılında Tunç Okan tarafından çevrilen Otobüs filmi, bu coğrafyada uzun yıllar boyunca yasaklı kalmış, gösterime girememişti. Aslında filmin çekildiği dönemde anlattığı, “umuda yolculuk”un ümitsizliğine bakılacak olunursa, filmin yıllarca saklanması ve gösteriminin yasaklanması şaşırtıcı değildi.
1961 yılında Almanya ile imzalanan “Türk İşgücü Antlaşması” ile ilk resmi iş göçünü yaşadı bu coğrafyanın insanları. Aynı yıl Almanya’ya göç eden 6.700 kişi, yeni bir hayata başlamak için düştü yollara. Ailelerini, geçmişlerini, kültürlerini bırakıp, “daha iyi bir yaşam” için Almanya’ya göç eden binler, ne burada kalabildi ne de “oralı” olabildi. Türkiye’ye geldiklerinde “Alamancı”, Almanya’ya gittiklerinde “gurbetçi” olanlar belki de yeni bir hayatın umuduyla “kendilerini kaybetti”.
Yeni Bir Yaşama Göç
Toplumsal, ekonomik, kültürel ya da siyasal herhangi bir sebeple insanların yaşadıkları yerleri terk ederek yeni yerlere doğru hareketliliği olarak ifade edilebilinen göç kavramı, kimi zaman zorunlu(savaş gibi) sebeplerden ötürü yaşanmış olsa da özellikle 20. yüzyılın sonlarına doğru daha da gelişen sanayileşme ile birlikte bir değişim yaşamıştır. “Gelişmiş” ülkelere göç ile sunulan “daha iyi yaşam fırsatı” dünya üzerinde milyonlarca insanı yaşadıkları yerden göç ettirmiştir. Kötü koşullar içinde yaşamaya mahkum bırakılmışların “fırsatları değerlendirerek göç etmesi”, yeni bir yaşama açılan kapı olmuştur.
Dünya üzerindeki toplam göçmen sayısı 214 milyona ulaşmışken, bu sayı dünyanın en kalabalık beşinci ülkesinin nüfusuna eşdeğerken, sunulan “yeni bir hayat fırsatı”nı tekrar değerlendirmek gerekir.
Kapitalizm girdiği her coğrafyada var olanın daha iyisine sahip olmanın mümkün olduğu iddiasıyla, kendini sürekli ve yeniden var eder; onun nimetlerinden yararlanamayanları da “fırsatları değerlendirmeye” çağırır. Çağırılan yer fırsatlar ülkeleri olur, sefaletten sözde kurtuluşun yolu olur. Ancak yaşadıkları yerlerden itilenler, ötelenenler, topraklarını terk ederek “taşı toprağı altın” yerlere göçenler için, yolun sonunda kurtulma ihtimali nerdeyse yoktur. Ekonomik ve sosyal adaletsizliğin kurbanı olup yerlerinden “itilenler”, göç edilecek yerin “çekiciliği”ne aldanırlar.
“Fırsatlar Dünyası”nda Yolculuk
Yoksul dünyalarda geleceklerine “umut”la bakamayanlar, umudun peşinden yollara düşerler. Bu yolculuk her zaman Doğu’dan Batı’ya -gelişmemişten gelişmişe- şeklinde olmayabilir. Göçler yoğunluklu olarak Avrupa dışındaki coğrafyalardan Avrupa’ya ya da Amerika’ya yaşanıyor olsa da “daha iyisine sahip olma” arzusu, göçün hareket doğrultusunu da zamanla etkilemiştir. Bünyesindeki ülkelerin vatandaşlarına “göç serbestliği hakkı” tanıyan Avrupa Birliği içerisinde de birçok kişi Avrupa’nın gelişmemiş kısmı olan doğusundan batısına doğru göç eder. Örneğin Avrupa’nın batısında yaşayan Polonyalılar İngiltere, İrlanda ya da Hollanda’ya göçerken; çok sayıda Romanyalı da İtalya’ya ya da İspanya’ya göçerek yaşamlarını “iyi”leştirmeyi hedefler. Ancak göç serbestliğinin “hak” olmadığı yerlerden göç edenler için, durum bu kadar kolay değildir. Sınırlarını kendi dışındakilere kapatanlar için, yasaklar, tel örgüler, yasalar ve hatta silahlı kuvvetler vardır. Fakat yaşam koşullarını iyileştirmek isteyenler ölmek pahasına da olsa, umutlarının peşinden yollara düşerler.
Çıktıkları yolculuklara kaçak başlayanların, geleceklerine dair taşıdıkları umutlarını en başından kaybetme ihtimalleri vardır. Bindikleri teknelerle uçsuz bucaksız sulara açılanların, o teknelerden inemediği zamanlar olur. ‘80’li yılların sonundan itibaren Ege Denizi’ni aşarak Yunanistan’a gitmek isterken boğulan 2000’i aşkın, geçmeye çalıştığı yollarda mayınlara basarak hayatını kaybeden 100’e yakın, “sınırlarını koruyan polisler” tarafından vurulan onlarca “umut yolcusu”, bu yolculuğu başından kaybedenler olmuştur. O teknelerden inebilmeyi başaranlar içinse yaşanacak ihtimaller sıralıdır: Kaçak olmak, kaçak bir yaşama razı olmak, kendileri için hazırlanmış “misafirhane”lerde mahkum olmak.
Yaşadığı hayattan memnun olmayanlar, bu hayatı değiştirmek isteyenler için imkanlar vardır elbet. Fırsatlar ülkelerine gitmek kolay değildir tabi ama isteyen için bunun da yolları vardır. Dünyanın en çok göç alan coğrafyası Amerika’ya gitmek tabi ki zordur, ama imkansız değil! Mesela Green Card, hayalinin peşine düşenler, “Amerikan Rüyası”nın peşinden koşanlar için bulunmaz bir nimettir. Yeni bir yaşama başlarken, sınırsız oturma ve çalışma izni sağlayacak olan bu kart, “kaçırılmayacak bir fırsat”tır.
Fırsatları değerlendirmeyi bilirsen, açlık, yoksulluk, sefalet kader değildir.
Özellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde yaşayanlar; ekonomik, sosyal ve kültürel olarak kötü koşullara mahkum edilenler ve böyle bir yaşamın ”kader” olduğuna inandırılanlar, kapitalizm içinde hayatları boyunca çekecekleri “çile”ye mahkumdurlar. Çünkü hayatlarını “iyi”leştirmek için fırsatları kovalamayanlar için, böylesi bir yaşam ideal olandır.
Sonsuz ihtiyaçların arzulandığı sonsuz tüketim dünyasında, imkanlar da tabi “sonsuz”dur. Asıl önemli olan bu “fırsatları değerlendirmeyi bilmek” ve “imkanları sonuna kadar kullanmak”tır. Eğer “aklını kullanır” ve “paçayı kurtarmak” için çırpınırsan, hayatını da kurtarmak için hiçbir engel yoktur. Ancak tıpkı bindikleri teknelerden inemeyenler gibi, bu fırsatlara asla erişemeyecekler de vardır ki onlar için “yeni bir yaşamla kurtuluş” asla olmayacaktır. Fırsatların peşinden giden umut yolcuları, yeni bir yaşama yelken açarken, ardında bıraktıklarını unutmak zorundadır.
Yaşadıkları kötü koşullardan kurtulmak için çırpınanlara “fırsatlar sonsuzdur” evet ama sonsuz fırsatların peşinden koşup en iyiye ulaşmak da bir o kadar imkansızdır. Hayatları boyunca daha iyi koşullar için didinenler, “ideal” olana asla ulaşamayacaktır. Çünkü fırsatları değerlendirirlerse yaşamlarını iyileştirebileceklerine inandırılanlar, ancak bu yolla “kötü koşullar”a ikna edilirler.
Otobüs filminin sonunda, meydanın ortasında duran otobüse hapsolmuş umut yolcuları gibi, “fırsatını bulup” yeni bir hayata göç etmeyi başaranlar da aslında, uğruna çırpındıkları fırsatlar dünyasında hapsolmuştur.
Merve Arkun
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.