Türkiye’de güncel siyasete bu kadar malzeme olabilen başka bir dizi var mıdır acaba? Yapımcıların bu tarz siyasi kaygıları var mıdır bilinmez, ancak hedef kitlesini aşk, duygusallık, iktidar hırsı ve benzeri temalarla memnun eden Muhteşem Yüzyıl dizisi, siyasi partilerin genel kurullarında gündem oluyor, siyasi partiler birbirlerini bu diziye getirdikleri yorumlar üzerinden eleştiriyor… Türkiye’de modern siyasetin nevi şahsına münhasırlığı burada yatıyor olsa gerek.
Son günlerde dizi yayınlanmayan son bölümü ve başrol oyuncularından birinin psikolojik rahatsızlığı ile tekrar gündemde. Yapımcıların dizinin devamı kaygısı, izleyicilerin başrol oyuncusunun değişip değişmeyeceği ile ilgili kaygıları… Ortak güncel kaygılar yaratma noktasında Türkiye dünya sırlamasında iyi bir yerlerde olmalı!
Dizinin başrol oyuncusu Meryem Uzerli’nin psikolojik rahatsızlığı, televizyon kanallarının sağlık programlarında, haberlerinde en çok konuşulan konulardan biri haline gelmiş durumda. Oyuncunun, dizinin ağır ve sürekli temposuna dayanamadığı, bu yüzden psikolojik rahatsızlık geçirdiği konuşulanlar arasında. Sağ olsun televizyon psikologları teşhis koyma noktasında çok başarılı; Türkiye’nin yeni trend hastalığı “Tükenmişlik Sendromu”.
Kendinizi Yorgun, Huzursuz ve Stres Altında mı Hissediyorsunuz?
“Kendinizi sürekli yorgun mu hissediyorsunuz? Enerjinizin hızla tükendiğini ve yerine aynı hızla koyamadığınızı mı fark ettiniz? Belli bir nedeni olmaksızın kendinizi huzursuz mu hissediyorsunuz? Üzerinizdeki baskılar nedeniyle duygularınızda hızlı değişmeler mi oluyor? Yatağa yapıştığınızı, işe gitmemek için bahaneler bulmaya çalıştığınızı mı fark ediyorsunuz? İş yaşamıyla ilgili eski coşkunuzu mu yitirdiniz? Stres ve yoğun çalışma temposunun sizi etkilediğini mi düşünüyorsunuz?” gibi sorulara evet diyenlerin bu sendroma yakalanmış olabileceği konusunda uyarıyor psikologlar.
Sorulardan da anlaşılacağı gibi bir “iş yerinde yakalanılabilecek” hastalık Tükenmişlik Sendromu. Yeni bir hastalıkmış gibi görünmesine rağmen, uzmanlar çalışan kişilerin %80’inin bu sendroma hayatlarının bir noktasında yakalandığını söylüyor. Aslında sendrom birden bire ortaya çıkmıyor. Yavaş yavaş ve diğer etkenlerle beraber evriliyor. Kişinin ruhsal dengesini altüst eden bu sendrom kişinin yaşamının farklı alanlarında olumsuz etkileri olabiliyor.
Sendrom kişinin kendinden kaynaklı bir durum olmasa da, kişinin özellikleri sendromun hangi yoğunlukta geçeceğinin bilinmesi açısından önem taşıyor. “Beklentileri yüksek olan”, “işini hatasız bir şekilde yapmaya çalışan”, “yaşamda yüksek hedefleri ve idealleri olan”, “yaşadığı sorunlarda kendini suçlayan”, “yetersiz olduğu hissiyatına sahip” insanlarda sendrom daha çok belirginleşmektedir.
Tükenmişlik Sendromu’yla beraber kişi kendini mutsuz ve umutsuz hisseder, her şeyin daha kötüye gideceğini zanneder. Düşünme hızı yavaşlar, dikkatini toplamakta güçsüzlük yaşar ve aşırı heyecan başlar. Sendromun psikolojik etkilerinin yanında, fiziksel olarak da etkileri vardır. Enerji kaybı yoğun miktardadır, kişi mide ve bağırsak rahatsızlıkları, uyku bozuklukları yaşar.
Peki, Nedir Bu Tükenmişlik Sendromu?
Eğer bu sendrom bir işyeri sendromuysa, hastalığın kaynağını anlamak için birazcık gerilere gitmek gerekiyor. Sanayi Devrimi’nin getirdiği “vahşi” koşullarda çalışmak zorunda bırakılanlar, muhtemeldir ki çalıştıkları zor, ağır koşulların onlar üzerinde bıraktığı psikolojik etkiye kafa yormalarına zaman bulamıyordu. Yaşadıkları günün büyük bir kısmını çalışmaya vermek zorunda bırakılan işçiler, bu koşullarda çok da uzun süre yaşayamıyorlardı. Yine muhtemeldir ki, çocuk yaşlardan itibaren böyle çalışmaya mecbur bırakılan insanlar üzerindeki bu kapitalist hasarın tespiti için alacalı bulacalı bir kavram üretilmemişti. İnsanlar bu kötü koşullarda çalışıyor ve ölüyordu.
Kapitalist üretim yapısı verimlilik için fiziksel koşullarını evriltmiş, insan üzerinde bıraktığı hasarı daha görünmez kılma çabasına girmişti. Kapitalist üretim, “düşündüğünü eyleyebilme” yetisinden koparmıştı insanı. Fabrikalarda uzun saatler aynı işi yapmak zorunda bırakılan işçiler, sadece enerjilerini tüketmiyordu fabrikalarda. Yaşadıkları “tükenmişlik”, yaşamlarını kapitalist üretim mabetlerine kapatılmasından kaynaklanıyordu.
Bu yabancılaşmaydı.
Beklentisi yüksek, işini hatasız yapmaya çalışan, yaşadığı sorunlarda kendini suçlayan, işiyle ilgili yüksek idealleri olan bir “işçi”nin bu sözüm ona özelliklerinin oluşmasında nasıl bir motivasyon etkilidir? İşi kaybetme korkusu, patron korkusu, maaşında yaşayacağı kesinti…
Kapitalist üretim-tüketim ilişkilerine sıkışmış, yaşamını bu sistemin bir parçası olmaktan başka bir şekilde gerçekleştirme özgürlüğü elinden alınanlar, sadece yaşadığımız coğrafyada değil, kapitalist sistemin hüküm sürdüğü her yerde bu problemi yaşıyorlar. Günde 12 saatin üzerinde çalışmaya koşullanmış, yemeği-molası olmayan, daha önemlisi ertesi gün işten atılmayacağının garantisi olmayan, her an işyerinde ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalan işçilerin psikolojisi nasıl olabilir? Maruz kaldığı tüm bu koşullar sonrasında, kapitalizmin büyülü tüketim dünyasında “gerçek özgürlüğü”nü, tüketmeden nasıl gerçekleştirir?
Tükenmişlik Sendromu diye icat ettikleri, yıllardır ezilenlerin çektikleridir. Yaşamını, efendilerin rahat yaşamlarına feda etmek zorunda bırakılanların haleti ruhiyesidir.
Kapitalist Tükenmişlik
Kapitalist gerçekliğin dayatıldığı bir ortamda, kapitalizmin sahte mutluluklarında kendini mutlu olmaya zorlayan insanın uyumsuzluğudur Tükenmişlik Sendromu. Düşündüklerini, hissettiklerini gerçekleştirememenin verdiği huzursuzluktur.
Falanca psikologların önerdiği gibi iş ortamını dengeli hale getirmekle, iş arkadaşlarıyla daha sıcak ilişki kurulmasıyla, iş sırasında boş zamanlar üretmekle çözülmez. Falanca miktar para kazanarak ya da harcayarak ikame edilmez. Türlü psikolog yardımı alarak, zihin boşaltarak geçiştirilmez.
Kapitalist sistemin çarklarının arasında bir yerlerde sıkışmış insan hastalığıdır Tükenmişlik Sendromu. Kapitalizmin sahte mutluluklarıyla tatmin olamayan bireyin hastalığı. Tükenmişlik Sendromu’na yakalandıysanız üzülmeyin. Çünkü mutsuzsanız, umutsuzsanız böyle bir yaşamdan; hasta ediyorsa sizi bu kölelik; vücudunuz bu köleliğe alışamamış, yüreğiniz yeni bir dünya hayaliyle tepki veriyor demektir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.