Türkiye, Uluslararası Para Fonu IMF’ye olan borcunun son taksitini 14 Mayıs günü ödedi. IMF’ye olan 19 yıllık borç, 421 milyon dolarlık taksitin ödenmesiyle ilk kez sıfırlandı. Merkez Bankası’nın Ankara’daki tarihi taş binasında düzenlenen borç ödeme töreninde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın “Ülkemiz için hayırlı olsun” diyerek ödeme tuşuna basması televizyonlarda naklen yayınlanırken, ekonomide yeni bir dönem hasıl oldu. Borcun ödenmesinin üstüne bir de “Toplamda 5 milyar dolarlık bir taahhütte bulunduk” diyerek artık Türkiye’nin IMF’ye borç vereceğini söyleyen Babacan’ın vaatleriyle rahatlayan yürekler ve gülümseyen suretlerle başlayan yeni ekonomik dönemin garantisi verildi.
Adı yıllardır yoksulluk, işsizlik, ekonomik krizlerle birlikte anılan IMF’ye borç bitmiş olsa da, ödenen son taksitle yıllardır bu coğrafyanın kaderini belirleyen ekonomik kararların uygulayıcısının ne politikaları ne de etkileri sonlandı. Yarım asırdan fazla süren IMF macerasının sonlandığı konuşuladursun, bu maceradan geriye kalan iflaslar, intiharlar, yoksulluk ve sefalet oldu.
1944 yılında ABD’de bulunan Bretton Woods kasabasında imzalanan Bretton Woods Anlaşması ile aynı ismi taşıyan bir ekonomik sistem oluşmuştur. Bretton Woods Sistemi’nin temelini Amerikan Doları teşkil eder. Sistem, tüm para birimlerinin değerini dolara endeksler. II. Dünya Savaşı sonrasında dünya çapındaki ekonomik büyüme her şeyden önce Amerikan sermaye ihracatını yaratmış, doların değeri de bu yüzden yükselmiştir. Vietnam Savaşı’nın başlamasıyla Amerika’nın para arzı ansızın artınca, bunun sonucunda da doların değeri düşmüştür. Amerika’da altın standardı oluşturulamamış, böylece de Bretton Woods sistemi çökmüştür.
IMF: Krizlerin, Soykırımların ve Yoksullaştırmanın Tarihi
“Parasal konularda küresel işbirliğini arttırmak, mali istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, yüksek istihdamı ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi desteklemek ve tüm dünyada yoksulluğu azaltmak” amacıyla yola çıkan IMF(International Monetary Fund), Temmuz 1944’te Amerika Birleşik Devletleri’nde Bretton Woods’ta düzenlenen bir Birleşmiş Milletler toplantısında kuruldu.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra oluşan ekonomik tablo birçok kriz ve ekonomik çıkmazların habercisiydi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1930’larda milyonlarca insan açlık ve sefaletle boğuşurken, Büyük Bunalım’ın etkisiyle devalüasyonlar artmıştı. Avrupa devletlerinin aksine İkinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilip altın stoklarını arttıran Amerika Birleşik Devletleri ise kendini kapitalist ekonominin kurtarıcısı ilan etmişti. İşte böyle bir ekonomik dönemde ABD’de kurulan IMF kısa vadeli krediler vererek uluslararası ticareti arttırmayı, sürdürülebilir ekonomiyi büyütmeyi amaç edinerek yola çıktı. Ancak bu birliktelik “yardım ettiği” her ülkenin ekonomisini kendine bağımlı kılarak el attığı her coğrafyada sömürünün adı oldu, zengini daha da zenginleştirirken yoksulu daha da yoksullaştırdı.
Dünya Ekonomik Bunalımı olarak bilinen, 1929’da başlayan ve 30’lu yıllar boyunca devam eden ekonomik krizdir. Amerikan Borsası’nın çökmesiyle patlak veren kriz, yeryüzündeki toplam üretimi %42 oranında, dünya ticaretini de %65 oranında azaltmış, 50 milyon insanın evsiz ve aç kalmasına sebep olmuş, dünya tarihindeki en büyük ekonomik krizdir.
Adı son birkaç yılda dönem başkanlarının taciziyle, yolsuzluğuyla birlikte anılan IMF’nin kirli iç yüzü yalnızca bunlardan ibaret değil tabi ki. Kurulduğu günden bu yana yıkımın adı olan IMF, bugüne kadar birçok coğrafyada askeri diktatörlüklere işbirliği yaptı, Ruanda’da Habyarimana Rejimi’yle 800.000 insanın katledildiği bir soykırımın sorumlusu oldu; Somali’de “IMF Uyum Programı”yla birlikte devalüasyon yaşanırken, para %85 değer kaybetti. Ve Somali’de gıda krizi patlak verirken, yıllarca sürecek bir açlığın, milyonlarca insanın ölümünün başlangıcı IMF’nin politikalarıyla oldu. 2000’li yılların başında para birimi Peso’yu ABD dolarına sabitleyen Arjantin de, IMF politikalarından nasibine düşeni fazlaca aldı. IMF’nin gelişiyle ile birlikte Arjantin’de vergiler arttırıldı, özelleşmede rekor kırıldı. “Acil ekonomi planları”na rağmen Arjantin’i kurtaramayan IMF, patlak veren krizin ve iflas eden bir ekonominin ardından “krizin başka ülkeleri yayılması riskinin olmadığı”nı ısrarla söyleyerek, dünya ekonomisine rahat bir nefes almasını salık verdi. Ancak krizin ardından hükümetin kaçtığı Arjantin’de “IMF ile yoksulluğun kaderine terk edilen” milyonlarca insanın sokaklara döküldüğü, marketleri yağmaladığı görüntüler dünya kamuoyunun hafızalarından yıllarca silinmeyecek bir tablo oluşturdu.
Bir devletin resmi para biriminin diğer ülke dövizlerine eşitlenmesiyle değer kaybetmesidir. Bu yolla ithal malları pahalılaşırken yerli malların fiyatı da aşağı çekilmiş olur.
Ödenen Son Taksitle Bittiği Söylenen IMF Macerasının Ardında Yatanlar:
Türkiye’nin yarım asırdan fazla süredir devam ettirdiği IMF macerasının-en azından borçlanma kısmının- bugünlerde sonlandığı konuşuluyor. Türkiye, 1947’de üye olduğu, 1961’de ilk kaynak sağladığı IMF’ye borçlu kalma durumunu, “mali ve siyasi istikrarı ile bütçe disiplininin kendine sağladığı güç sayesinde tek taraflı olarak sonlandırmış” olsa da bu serüven boyunca IMF’nin milyonlarca insan üzerinde bıraktığı etki halen sonlanmadı.
IMF ile ilk kez İsmet İnönü zamanında tanışan Türkiye, dış borcunu ödeyemiyor olsa da “her mahallede bir milyoner” yaratma hevesiyle hareket eden Adnan Menderes döneminde, 1958 yılında, IMF ile ilk stand-by anlaşmasını yaptı. Hükümet yaptığı ekonomik hamlelerle yoksul halkı umutlandırmaya başlamışken, “dış ülkelerle yapılan ticarete” hevesle ithalat arttı, yaşam koşulları pahalılaşmaya başladı, ekonomik adaletsizlik gittikçe belirginleşti. İnsanlar açlık, yoksulluk korkusuyla büyük şehirlere göç etmeye başlayınca, şehirlerde ilk gecekondu mahalleleri kuruldu. 1960’lı yıllardan itibaren toplumun tüm kesimlerinin gelirini(ya da tüketimini) arttırmayı hedefleyen ekonomik politikalar doğrultusunda hareket eden hükümet, 1970’li yıllarda IMF’siz yıllar yaşadı.
Stand-by Düzenlemesi, IMF’nin en sık kullanılan finansman mekanizmalarından biridir. IMF kaynaklarının kullanımını belirli şartlara bağlamaktadır. Kredi kullanan ülke, IMF İcra Direktörleri Kurulu’na sunduğu Niyet Mektubu’nda ödemeler dengesi problemlerini makul bir süre içerisinde düzeltmeyi amaçlayan politikaları uygulayacağını taahhüt eder. Böylelikle, IMF kaynaklarını kullanan ülkelerin, ekonomilerindeki yapısal sorunları çözerek borçlarını ödeme kapasitelerini artırmalarının temin edilmesi amaçlanır.
80’lerin başında Süleyman Demirel zamanında IMF ile uzun süreli anlaşmaya ilk kez imza atan Türkiye, 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ardından aldığı 24 Ocak Kararları’yla yeniden IMF ile masaya oturdu. “Yaşanan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacılığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemler alınması” amaçlandı ve Turgut Özal başbakanlık müsteşarı iken ekonomisini bir türlü düzeltemeyen, artan yoksulluğun önünü alamayan Türkiye, kurtuluşu yine IMF’nin “sıcak” kollarında aradı.
Turgut Özal’ın mimarlığını yaptığı, Süleyman Demirel’im imzasını attığı 24 Ocak 1980 tarihli kararlar, karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçildiğinin ilanıdır. IMF programına yönelik olarak alınan bu kararlar, kredi maliyetlerinin yükselmesi, yatırımlarda gerileme, işsizliğin artması gibi olumsuzlukları beraberinde getirmiştir.
Bundan tam 14 yıl sonra, 1994 yılında, milyonlarca insanın geleceğini belirleyecek 5 Nisan Kararları alınırken, IMF yine masanın en başındaydı. Başlamakta olan krizin önünü almak ya da en azından etkilerini azaltmak için bu kararları alan Türkiye, IMF ile masaya oturarak yeni bir stand-by anlaşması daha gerçekleştirdi. Ancak 5 Nisan Kararları ile krizin etkilerini azaltmak bir yana dursun, %51 oranında devalüasyon yapıldı, dövize olan akını kesmek için %400 faizli borçlanma kağıtları piyasaya sürüldü, emeklilik yaşı arttırıldı, çay, şeker ve akaryakıta %25 oranında zam yapıldı. IMF’yle birlikte kararlaştırılan bu “ekonomik tedbir paketi” ardında intihar eden esnafları, iflas edip borcunu ödeyemeyenleri, borcundan hapse girenleri bıraktı. Bu kararlarla kemerler uzunca bir süre gevşeyemeyecek şekilde sıkıldı.
Milyonlarca insan krizin etkisinden kurtulamamışken, 2000’lere gelindiğinde IMF yine ekonomik belirleyiciliğine devam etti. Dünya Bankası’ndaki görevini bırakıp 2001’de Ecevit Hükümeti’nde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na getirilen Kemal Derviş de IMF’ye olan borcun katlanarak artmasını engelleyemedi. Süt üreticileri alış fiyatının düşmesini sokaklarda süt banyosu yaparak protesto etti, Ankaralı bir esnaf başbakanlıktan çıkan Bülent Ecevit’e yazar kasa fırlattı. Ancak yapılan eylemlerin hiçbiri ne hükümeti ne de IMF’nin kan emici politikalarını durduramadı. 2002’de borç 20 milyar doları aştı, 2003’te ise 24 milyar dolarla zirve yaptı.
19 Yıllık Borç Bitti. Peki Diğerleri?
IMF ile 66 yıl önce kurulan ilişkinin bugün artık Türkiye lehine çevrildiği konuşulmaya başlandı. Ancak 66 yıldan beri ekonomik kararlarla belirlenen yaşamların hesabı tutulamadı. 421 milyon dolarlık son taksitin ödenmesiyle, artık her şeyin “daha iyi” olacağına vurgu yapan hükümet, IMF’nin bu topraklarda gerçekleştirdiği sömürüyü, çaresizleştirmeyi, yoksullaştırmayı yok saydı.
IMF ile yapılan alış veriş süresince bu topraklarda yapılan özelleştirmelerle, uygulanan “yeniden yapılandırma programları”yla ekonomi küresel sermayeye açıldı. Yüzlerce liman, maden işletmesi, karayolu ve demiryolu işletmesi özelleştirildi. Devlet Eti Bakır, Türk Telekom, TÜPRAŞ, TEDAŞ, TEKEL gibi büyük işletmelerini, küresel kapitalist şirketlerin pazarına sundu. IMF, finansal krizleri bahane ederek uygulamaya koyduğu özelleştirmelerle, suyun ticarileştirilmesine yönelik küresel politikaların bu topraklardaki uygulayıcısı oldu; birçok derenin, akarsuyun, nehrin satılmasına zemin hazırladı. Çalışma koşullarının kuralsızlaştırılması, sendikasızlaştırma, işten atmaların kolaylaştırılması gibi süreçlerin mimarı olan IMF’nin yaptıkları, ekonomi politikalarıyla parçaladığı yaşamlar gibi hesaplanamayacak kadar fazladır. Bugünlerde yüzü güleç bakanların televizyonlarda “IMF’ye olan borcumuzu takır takır ödedik. Artık biz borç vereceğiz” şeklindeki beyanlarıyla ekonominin iyileştiğine dair yaratılan yanılsamalar, milyonlarca insanın yaşamının iyileşeceğine dair bir umut değildir, olamaz. Yıllardır artan zamlarla, işten atmalarla, yoksullukla, sefaletle terbiye edilmeye çalışılan bir halkı ezip geçen ekonomik kararlar altına imza atan IMF’nin ve onun politikalarının uygulayıcısı devletin gerçekleştireceği tüm uygulamalar, tüm ekonomik paketler küresel şirketlerin payına olacaktır. Borcun bitmesiyle mutlu olanlar ve milyonlarca insanın da buna sevinmesini bekleyenler için sömürü, yıkım ve talanla dolu ekonomik-sosyal tarihin gerçekliği asla bitmeyecektir.
2002 yılında iktidara gelen AKP hükümetinin ilk döneminde Türkiye’nin dış borcu 129 milyar dolar iken 11 yıllık iktidarın ardından bugüne gelindiğinde, katlanarak büyüyen dış borçlar 336 milyar dolara yükseldi. IMF’ye ödenen milyon dolarlar ve uyanık politikacıların “borcumuzu kapattık” yalanının ardında, milyonlarca dolarlık dış borç gerçeği var. IMF’ye ödenen 421 milyar dolar, 2012 yılı istatistiklerine göre, kamu borç stoğunun yalnızca %2.27’sine denk. Yani “ülkenin borçlarını kapattığı, hatta artık başkalarına borç vereceği” iddiası koca bir yalandan ibaret. Azalmaktan öte sürekli olarak artan dış borçlar, “vatandaşın artık refaha ulaşacağı” yalanını gizlemeye yetmiyor. Tüketici kredileri ve kredi kartları üzerinden bankalara olan borç 6,4 milyar liradan 254 milyar liraya yükseliyor. IMF’nin artık hayatımızdan çıktığına ilişkin iktidarın söylediği yalanlar, alınan dış borçlarla kamu ve özel sektörde yaşanan zamları, borçlanmaları ve yaklaşmakta olan yeni ekonomik krizleri engelleyemiyor.
IMF’ye son taksitin ödenmesinden hemen bir gün sonra, 15 Mayıs’ta, IMF Türkiye Direktörü Mark Lewis’in yaptığı açıklama son derece dikkat çekiciydi. “Türkiye 2014 yılı itibariyle İcra Direktörlüğü Başkanlığı’nı üstlenecektir… IMF’nin oy ve sermaye reformu ile birlikte Türkiye, IMF’nin en büyük 20 ülkesinden biri olacaktır” diyen Lewis, IMF ve Türkiye arasında uzun yıllar süren alış verişin budan sonraki zamanlarda nasıl evrileceğinin bir sinyalini verdi. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz da Lewis’in açıklamalarının ardından “IMF’den borç alan değil IMF’ye kaynak kullandıran bir ülke haline gelmiş durumdayız. Bundan sonraki süreçte IMF’ye 5 milyar dolarlık bir kaynak sunmamız söz konusu. Ayrıca karar alma süreçlerinde de daha etkili bir şekilde yer alacağız.” diyerek, Türkiye’nin IMF içerisinde değişen konumunu doğruladı. G-20 Zirvesi’nde krizlerin fırsatlara nasıl dönüştürüleceğine dair konuşmalar yapmış Türkiye’nin bu kez de Uluslararası Para Fonu IMF’de terfi ederek pozisyonunu güçlendirmesi tesadüf olmasa gerek. Küresel kapitalist şirketlerle işbirliğini güçlendiren, uluslararası ekonomik arenada pozisyonunu sağlamlaştıran Türkiye’nin, artık yeni coğrafyalarda oynanacak yeni oyunların tarafları arasındaki konumu çok da uzak görünmüyor.
Merve Arkun
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.