Paylaşma ve dayanışmayla işlenmiş özgür ilişkiler. Anarşistlerin hep söylediği ve eylediği bu ilişki biçimi anarşistlerin amentüsüdür. Yaşadığımız coğrafyada da farklı farklı kesimlerce anarşizme getirilen ve teorik olarak çok tutarlıymış gibi gösterilen anarşist ilişki biçimlerinin ütopikliği ve imkansızlığı bu süreçte, bu eleştirilerin altının ne kadar boş olduğunu gösterdi. Bu öyle bir süreç oldu ki, anarşizme imkansız diyen kesimlerin, paylaşma ve dayanışma ilişkilerini dünyanın çeşitli yerlerinden duydukları ve gördükleri özgürlükçü modelleri uygulama çabalarıyla geçti. Paylaşma ve dayanışma organizasyonlarının ve doğrudan demokrasi etrafında konumlanmaya çalışmanın, bizler açısından adeta bir özeleştiri gibi algılandığını söylememiz lazım. Kaldı ki, anarşist ilişkilerle bezenmiş özgürlükçü modellere yabancı olan, yani deneyimsiz olan bu kesimler, ne paylaşma dayanışma organizasyonlarını tam işletebildiler, ne de doğrudan demokrasiyi tam uygulayabildiler. Ama yine de özeleştiri niteliğindeki bu çabaların samimiyetlerini sorgulamaksızın yeni bir anlayış yarattığını söylemek lazım.
Taksim Direnişi ve isyanı sırasında bu iki kavramın, yani paylaşma ve dayanışmanın, kapitalizme alternatif yaşamı yaratmak isteyenlerin mottosu olduğu aşikardır. Yani Taksim İsyanı süreci bu kavramların yaşamın içinde imkansız değil mümkün olduğunu göstermiştir. Bu direniş ve isyanın karakteriyle, biz anarşistlerin “şimdinin devrimi” olarak tanımladığımız düşüncelerimizin benzeşmesi, farklı birçok şehirde ve mahallede gerçekleşen komünal deneyimlerin bir anarşizm olmamasına rağmen yaşanabilirliğini, anarşistlerin söylediklerinin imkansız olmadığını hissettirmiştir.
Son yüzyılın anarşistlerinden biri olan Colin Ward da, hayatın içinde devrimin -ütopyanın– varolduğunu söyler, “Ütopya orada bir yerde, bir zafer gününün arkasında, ulu bir anda değil, ikincilleştirilmiş, bastırılmış bir şekilde aramızda, içimizdedir” diyordu. Ward’un oldukça etkilendiği bir diğer isim Landauer alıntısını da hatırlarsak “Devlet bir devrimle yıkılabilecek bir şey değildir. Bir durumdur, insanlar arasında belirli bir ilişki biçimidir, bir insan davranışı modudur, onu ancak başka ilişkiler kurarak yıkabiliriz, başka türlü davranarak yıkabiliriz.” Bundan böyle Taksim Direnişi’ni ve isyanını deneyimleyen insanlar artık yeni bir yaşam tarzının ihtiyacını hissederek yeni bir ilişki tarzı düşünmeye başlayacaklardır; otoritesiz, hiyerarşisiz, merkezsiz ve doğrudan demokratik bir ilişki tarzı. Peki, ama nasıl?
Doğrudan Demokrasi ve Karar Alma Yöntemi Üzerine
Direniş ve isyan, bu günlerinde aralıksız süren çatışmaların ardından, yükselen yaşamsal formu inşa edebilme telaşına düşmüştür. Taksim Meydanı’na ve Gezi Parkı’na yerleşen direnişçilerle, meydana kurulan barakalarla, çadırlarla başlayan süreç şimdilerde yerini meydanlarda, mahallelerde, parklarda kurulan forumlara bırakmıştır.
Forumların işleyişi ve karar alma yöntemleri konusunda farklılıklar yaşansa da çoğunda doğrudan demokrasinin uygulandığı söylenmektedir. Anarşistlerin karar alma yöntemi olarak deneyimledikleri doğrudan demokrasiyle karar alma, forumlardaki işleyişle kısmen benzerlikler taşısa da tam olarak doğrudan demokratik bir yöntemin uygulandığını söyleyemeyiz.
Çünkü doğrudan demokrasi salt bir örgütlülüğün işleyiş tarzı olarak algılanmamalı, aynı zamanda bireyin yaşama biçimi olarak da ele alınmalıdır. Ezen (yöneten), ezilen (yönetilen) ayrımının olmadığı bir dünyayı yaratmak ve şimdiden böyle bir tarzı, böyle ilişkileri yani böyle bir yaşamı kurmakla mümkündür.
Karar alma süreçlerinde (edilgen bireylerin etken bireylere dönüşmesi) birey yadsınmamalıdır;
Doğrudan demokratik yöntem topluluk içerisindeki bireyin yadsınmasını öncelikle ortadan kaldırmalıdır. Birey, içinde bulunduğu topluluğun aldığı kendi kaderini etkileyecek her kararda söz söyleyebilmelidir. Birey bu sözü söylerken, hiçbir tahakküm ilişkisi içerisinde olmamalıdır.
Karar alma süreçlerinde deneyimlinin deneyimsiz üzerinde tahakkümü oluşmamalıdır;
Deneyimi az olan birey, deneyimi çok olan birey karşısında söz hakkını kısıtlamamalıdır. Bu yaşamlarımızda daha çok yaşlı ve genç arası ilişkide, bir işi yapabilen ve yapamayan arasındaki ilişkide belirginleşir. Örneğin, forumların işletilmesinde buna benzer bir deneyimi yaşamış orta yaşlı bir bireyin, böylesi bir deneyimi ilk defa yaşamış bir birey üzerinde karar alma anı ile alakalı şöyle olumsuzluklar yaşanabilir: Birincisi, gündem üzerine yapılan bir tartışmada yaşlı tarafından verilen örnek, gündem üzerine söz söyleyecek gencin sözünü değersizleştirebilir. İkincisi, doğrudan demokrasi içerisinde kendi sözünü söyleyerek öz güvenini yükseltecek olan birey, kendisinden yaşça büyük başka bir bireyin deneyiminin güvencesinde kendi sözünü söylemeyerek, öz güvenini oluşturamayabilir. Diğer taraftan, beceriyle alakalı bir işi yapabilenin yapamayan üzerindeki olumsuz etkisi ise, işi yapamayanın asla o işi yapamamasıyla sonuçlanabilir.
Karar alma süreçlerinde bilgi bir tahakküm aracına dönüşmemelidir;
Karar alma süreçlerinde, gündemdeki konu hakkında hakim, bilgi sahibi olanlar, bilginin tartışılmazlığı üzerinden kararı fazlasıyla etkileyebilirler. Böylesi bir etkinin oluşmasını istemeyen bireyin, bildiği herhangi bir bilgiyi tartışmayı sonlandırıcı bir şekilde, yani tartışmasız kullanmaması önemlidir. Çünkü alınacak kararlar üzerinde bilgiyi edinenin bilgiyi edinemeyene göre etkisi daha fazla olacaktır. Bu da karar alma sürecini öğretmen ve öğrencilerin bulunduğu bir sınıfa dönüştürecektir.
Karar alma süreçlerinde emek bir tahakküm aracına dönüşmemelidir;
Karar alma süreçleri içerisinde alınan kararların uygulanmasında herkesin yapabileceği kadarını vadetmesi ve vadettiğini yapması, bireyler arasında emeği eşitler. Ama herhangi bir birey, alınacak başka kararlarda sarfettiği emeği gündemleştirerek kararı fazlasıyla etkilemek istediğinde, işte tam da burada emek bir tahakküme dönüşmüş olur. Çünkü karar alma süreçleri sonrasında alınan kararların uygulanmasında, herkes gönüllüce verebileceği kadar vermeyi taahhüt etmiştir. Bu taahhüt, herhangi bir bireyin daha fazla emek ya da daha az emek sarfetmesi üzerinden tahakküme dönüşmesini engeller ve böylelikle herkesin gönüllüce vadettiğini yapması tüm bireylerin sarfettiği emeği eşitlemiş olur.
Karar alma süreçlerinde hiyerarşi olmamalıdır;
Doğrudan demokratik bir yöntem sadece yatay ilişki biçimiyle birbiriyle ilişki içerisinde olan bireyler arasında gerçekleşebilir. Bireyler arasında hiçbir hiyerarşik alt-üst ilişkisi olmamalıdır. Her ne kadar bu ilkelerle işletilen bir karar alma sürecinde, eğer işlevi kolaylaştırmak için seçilen moderasyon (kolaylaştırıcı), konuşmak isteyenlerin taksimini düzenlemek dışında, her konuşmacıdan sonra konuşmacının konuştuklarına dair bir yorum yaptığında, karar alma süreci boyunca en çok konuşan bireye dönüşür. Böylece moderasyonu yapan birey, alınan kararlarda daha belirleyici bir pozisyondadır. Moderasyonda olan bireyin, karar alma sürecini kolaylaştırması için aldığı inisiyatifi gerektiğince yapması önemlidir. Kaldı ki zaten, moderasyon toplantılarda kolaylaştırıcı özelliği sebebiyle kullanılıyorsa, her toplantıda başka bir bireyin moderasyon olma ilkesi işletilmelidir.
Neden Doğrudan Demokrasi?
Taksim direnişi ve isyanı sürecinde, sürekli gündeme gelen doğrudan demokrasi, sürecin sembolik bir uygulamasından daha çok, kendisini sürece dayatarak zorunlu kılmış bir uygulamadır. Peki, doğrudan demokrasi kendisini nasıl zorunlu kılmıştır?
Kapitalizm yaşamlarımızın her anını ve her alanını çalarken, kendisini sürdürebilmek için bizi fabrikalarında ürettirdiği, AVM’lerinde tükettirdiği yaşamlara sıkıştırmıştır. Kapitalizm kentte AVM, kırsalda HES projeleriyle sömürü dozunu gün geçtikçe yükseltmiştir. Bireyler, yaşamı yok eden bu saldırıların karşısında oluşan direnişlerin bir patlaması olarak, Taksim direnişi ve isyanı sürecinde barikatlarla çevirdikleri yaşam alanlarında tabi ki kapitalizmin ilişki biçimini tekrarlamayacaklardı. Bu yüzden direnişçiler, kapitalizmin rekabetçi ve bencil kültürüne karşı paylaşma ve dayanışmayla bezeli özgür bir ilişki biçimini tercih etti. Bu tercih, aynı zamanda yaşamlarımızı çalan kapitalizmin kültürüne karşı zorunlu bir tercihti.
Toplumu yönetenlerin, hükümetin daha ötesinde devletin, biz yönetilenler üzerinde hiç umursamadan aldığı kararları uygulaması ve temsili demokrasi çerçevesinde bizi bu yönetime müdahil oluyormuşuz gibi göstermesi bir demokrasi aldatmacasıdır. Buna karşın, barikatlarla çevrilmiş yaşam alanlarında özgürlüğü hisseden ve onu tekrar kaybetmek istemeyen insanlar için doğrudan demokrasi yöntemlerinin yaratılması kaçınılmazdı. Evet, doğrudan demokrasi de kaçınılmaz olarak kendini bize dayatıyor ve zorunlu kılıyor. Yaşamları boyunca toplumsal kararlarda edilgen olan insanlar, artık barikatların ardındaki topluluk kararlarında etken olmak istiyordu. İşte bu yüzden, şehirlerde ve mahallelerde yaşanan bütün deneyimlerde, paylaşma, dayanışma ve özgür ilişki biçimleri gelişiyor ve temsili demokrasinin edilgen bireyi doğrudan demokrasi çabasında etken bireye dönüşüyordu.
Nasıl Doğrudan Demokrasi?
Taksim direnişi ve isyanı süresince direniş alanının gündelik işleyişi ile ilgili toplantılarda doğrudan demokrasi uygulandı. Uygulamadaki en ciddi sıkıntılardan biri, karar alma süreçlerinin niceliksel sorunlarla alakalı niteliksizleşmesiydi. Yani toplantıların doğrudan demokrasiyle karar alma sürecinin gerçekleşemeyeceği kadar kalabalık yapılması, moderasyonun kolaylaştırıcıdan çok yönlendirici özelliğini belirginleştirdi. Moderasyon, kalabalıkla alakalı olan karmaşıklıktan dolayı önerilerin karara dönüşüp dönüşmemesinde belirleyici oldu. Taksim direnişi gibi tarihsel büyük direnişlerin içerikleri hakkında yoğunlaşmış bilgiye sahip olan bireyler, bilgileri üzerinden toplantılardaki tavırlarıyla karar alma süreçlerini panelleştirdi. Direniş alanının çeşitli bölgelerinde gönüllü inisiyatif almış bireyler ve gruplar, aldıkları gönüllü inisiyatiflerde sarfettikleri emekle ilişkili olarak, daha belirleyici olmak istediler.
Bu ve bunun gibi aksilikleri olumsuz karşılamamak gerekir. Çünkü bireylerin ve grupların mevcut siyaset anlayışının bu kavramlara yabancı olduğu aşikardır. Burada, doğrudan demokrasinin işlememesinde, nicelik sorununun en önemli sorun olduğu anlaşılmaktadır. Ortalama on tane kararın alınması gereken bir karar alma sürecinde karara katılan her bireyin konuşmak istediğini düşünürsek, sorunu daha iyi anlayabiliriz. Her konuşmacının ortalama beşer dakika konuşacağını düşünürsek, iki yüz kişinin katılacağı bir toplantı, yaklaşık 16 saat sürecektir. Kaldı ki bu kadar uzun sürecek olan bir toplantının verimli geçmesini beklemek mantıksızdır. Ayrıca toplantıların bileşenlerinin direniş alanının tamamından katılım sağlaması, hiçbir bölgesel ve kimliksel ayrışmadan geçmeksizin yapılıyor olması, yani çoğunlukla örgütlü olmayan bireyler tarafından gerçekleştiriliyor olması, karar alma süreçleri için bir başka mantıksızlıktır. Burada örgütlülükten kastımız kişilerin örgütlü oldukları dernek, platform ve parti değildir. Bahsedilen örgütlülük, bireyin alanla kurduğu kolektif ilişkideki durumudur. Yine de burada herhangi bir kurumda örgütlü olan bireyin, direniş alanında yaratılmak istenen uyuma katkısı da oldukça önemlidir. Bu sözlerimizin en önemli örneği Taksim Dayanışması’nın direniş alanıyla ilgili almak istediği son gün kararlarında, alanı yedi ayrı bölgeye bölerek hem sayısal hem de bölgesel örgütlülük açısından uygulamaya çalıştığı doğrudan demokrasi çabasıdır. Çabasıdır diyoruz, çünkü örneğin ilk günden itibaren direniş alanına dayanışma amacıyla getirilen ihtiyaçların paylaşılmasının merkezi bir anlayış üzerinden örgütleniyor olması doğrudan demokrasiye yabancı olan bir tutumun yansımasıydı. İlk günden itibaren direniş alanının birçok bölgeye bölünerek, o bölgedeki kolektif ilişkide olan bireyler ve gruplar tarafından uygulanacak doğrudan demokratik karar alma süreçleriyle, bölge içi gündelik yaşantının işleyişinin belirlenmesi gerekmekteydi. Bu, oraya dayanışma için gelen ihtiyaçların taksiminden, barikatların konumuna kadar birçok gündemin doğrudan demokrasiyle bireyler tarafından kararlaştırılmasını sağlayacaktı. Belirginleşen bu ilişki biçimi, bireylerin sembolik olarak bir araya gelmesindense yaşamsal biraradalıklar yaratacak, yani daha örgütlü ve kuvvetli bir direnişe dönüşecekti.
Direniş alanı boyunca dönüşemeyen doğrudan demokrasi kavramı, sonrasında mahallelerin parklarında yapılan forumlarda serbest kürsüye dönüştü. Serbest kürsülerde genellikle bireyler sistemle ilgili sıkıntılarını dile getirmelerinin yanı sıra, az da olsa ortak karar alarak eylemlilikler düzenliyorlar. Mahalle forumlarında alışık olmadığımız için bizlere şaşırtıcı gelen bedensel iletişimin kullanılması da yine belirttiğimiz nicelik sorununun bir göstergesi değil mi? Bu yöntem oldukça kalabalık olan Beşiktaş-Abbasağa ve Kadıköy-Yoğurtçu Forumları’nda kullanılırken, kalabalık olmayan Ümraniye Merkez ve Kartal Meydan Forumları’nda kullanılmamaktadır.
Genel olarak doğrudan demokrasinin uygulandığı karar alma süreçlerinde, ilkeler çok önemlidir. İşleyiş içeriğinde ise alınacak kararlarda, toplantıya katılan herkesin söz söylemesi gerekmektedir. Alınacak kararlarda herkesin hemfikir olmasının yanı sıra, hemfikir olunamadığı durumlarda ise, niye hemfikir olunmadığının açıkça anlatılması önemlidir. Toplantıya katılan herhangi bir birey tarafından gündem olan önerinin içselleştirilememesi, bu öneri üzerine karar alınmasını engelleyebilir. Ayrıca gündem olan önerinin pratikte işlemeyeceğini düşünen bir birey, önerinin karara bağlanmasını engellemeyip, pratiğe gözlemci olarak dahil olabilir. Bazı durumlarda herkes kararla ilgili eğilimini açıklayarak, kararın pratikte işleyip işlemeyeceği üzerinde telkin oluşturabilir. Bunlar basitçe uygulanabilecek ilkelerdir. Zaten doğrudan demokrasi, basit ilkelerden oluşan, herkesin dahil olabileceği bir işleyiş biçimidir.
Doğrudan Demokrasi ile işleyen forumların federatif ve konfederatif ilişkisi nasıl olmalıdır.
Doğrudan demokrasi ve karar alma süreçlerinin en önemli sıkıntılarından birisinin nicelik yani kalabalık üzerine olduğunu belirtmiştik. Nicelik sorunu aşılmaz bir sorun gibi gözükse de bu bir yanılgıdır. Çünkü kalabalık olmayan yani niceliksel sıkıntılarla nitelik kaybı yaşamayacağımız sayılarla yapılan doğrudan demokratik karar almalarda, topluluğun diğer topluluklarla olan ilişkisini çözümlemek gerekir. Parçanın bütünle olan ilişkisinde toplulukların kendi kaderlerini tayin hakları saklıdır. Toplulukların diğer topluluklarla oluşturacağı bütünsel toplum anlayışı içerisinde, öncelikle kendi topluluk parçasında yadsınmayan birey sonrasında bütünsel topluluk içerisinde de yadsınmayarak, kendini gerçekleştirmesini sürdürecektir. Forumlar arası federatif ve konfederatif ilişkilerse ayrıca yoğunlaşılması gereken bir başlıktır. Ama Taksim Direnişi deneyiminden anlaşılmalıdır ki; Taksim Dayanışmasının Gezi Parkı Direniş Alanını son süreçte yediye bölme çabası, yediye değilde belki ondörde belkide yirmisekize bölünerek denebilir ve son süreçte değil de sürecin başından itibaren denemesiyle belki de önemli bir deneyim gerçekleştirilebilirdi.
Barikatların ardındaki direniş alanından, mahallelerdeki forumlara doğrudan demokrasi çabalarının toplumsal etkisi
Doğrudan demokrasi, ezenlerin temsili demokrasisinin yani parlamentonun, politikacıların, sandığın ve oy pusulalarının oluşturduğu aldatmacaya rağmen, ezilenlerin her isyanıyla beraber muğlaklıktan sıyrılıyor. Böylesi süreçlerde temsili demokrasiden nasiplenenler, doğrudan demokrasinin özgürleştirici tavrından korkuyor ve bu süreçleri ya yok sayıyor ya da kendi çıkarlarınca dönüştürmek istiyorlar. İçinde bulunduğumuz günlerde de AKP hükümeti mahalle forumlarını yok saymakta ısrarcıyken, bir başka ısrar da muhalefet partilerinin doğrudan demokrasi çabası olan forumları en yakın seçimlerde bir oy potansiyeline dönüştürmek istemeleridir.
Bizler direnişin ilk gününden itibaren yaşanan tüm paylaşma ve dayanışmayla dolu özgür ilişkilerin doğrudan demokrasi ile işleyen karar alma süreçlerinin sonsuzluğuna kazanım derken, böylesi önemli bir deneyimi yine temsili demokrasinin muğlaklığına geri çekerek sandıktan birinci parti çıkmaya indirgemek, kazanılmış böylesi bir özgürlüğü hiçleştirmekten başka bir şey değildir. Hep beraber kazandığımız direniş ve isyan sürecinde “ütopyayı yaşadığımız” o günlerin gerçekliğiyle bu hiçleştirmeye karşı koymalıyız. Herhangi bir hükümetin istifası değil hükümetlerin olmadığı özgür bir dünyanın sonsuzluğunu hissetmişken, şimdi tekrardan kendimizi temsili demokrasinin sandığına mı sıkıştıracağız? Paylaşma ve dayanışmanın tüm heyecanıyla kendi yaşamımızın adına karar alabilmenin çabasını sarfetmişken bu kazanılmış günlerden yine bizler adına kararlar alacak, bizler adına bu kararları uygulayacak en kötü hükümetten daha az kötü yeni bir hükümetin sadece bir oyu mu olacağız? Bu direniş ve isyan sürecini görmezden gelerek gücüne güç katmak isteyen ya da bu süreci bir iktidar değiş tokuşu nasiplenmesi olarak gören partiler şunu bilmeliler ki, başlangıcından bugününe sürmekte olan şeyi anlamamışlar. Paylaşma, dayanışma ve özgürlük… Hani o hepimizin hissettiği özgürlük bir lanet gibidir. Bir kere bulaştı mı zihinlere asla terk etmez… Tüm iktidarlar da bundan nasipleneceklerdir!
Taksim direnişi ve isyanı önce insanları, şimdi de yaşamları değiştirmek için yöntemler aramaktadır. Çünkü direniş ve isyan sırasında bilsek dahi alışkın olmadığımız yeni bir anlayış örgütlendi. Direniş ve isyan her kesimi sokaklara taşıyarak, korktuğunu eyleyebilen cesur insanlar yarattı. Sokaklara çıkan, slogan atan ve karşı koymanın coşkusuyla direnen insanlar yarattı. Bundan sonra hiçbir şey eskinin aynısı değil ve olmayacak da. Ancak bundan sonra yenilenen bu yaşamlar nasıl bir yaşamsal ve siyasi mücadele sürdürecekler, bu sorunun cevabı çok önemli. Çünkü gelecek günlerde göreceğiz ki tüm sürecin en önemli kazanımlarından birisi olan doğrudan demokrasiyi anlayamayan zihniyet bu sürecin heyecanının sönümleneceğini düşünerek hep bildiği ve uyguladığı yönteme yeniden dönecektir. Direnişin ve isyanın inançlı mücadelesini veren örgütlülükler, çatlakları derinleştirirken bunu idrak edemeyen bu zihniyetse STK’larına gönüllü, partilerine üye, çatı parti fantezilerine ise seçmen aramanın peşine düşecekler. Taksim direnişinin ve isyanının hepimize yaşattığı gerçek ise biri ya da birileri bizim adımıza karar vermeden, şimdi, şu anda her şeyi değiştirebilecek gücümüzün olduğu gerçeği.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.