New York’taki BM Genel Toplantısı’nda ABD Başkanı Obama’nın Suriye ile ilgili “müdahale” konuşması, yakın coğrafyada olan ya da olmayan birçok devletin gündemini meşgul eden “Suriye Problemi”nin ulaştığı nokta açısından yapılacak bir tespite iyi bir dayanak oluşturuyor. Konuşmada Obama, müdahalenin ABD’nin çıkarlarına uyuşmadığını söylediğinde, son beş aylık süreçte ABD’nin saldırı yanlısı politikalarının neden öyleyse bu boyuta (Patriotlar, TC sınırına NATO kuvvetlerinin konuşlanması, Akdeniz’de bekleyen ABD ağırlıklı filo, “barışçıl bombalama” senaryoları…) ulaştığı sorusunu akıllara getirdi? Yani aslında ABD, NATO korumasında, TC gibi savaştan alacağı geri dönüşlerin hesabını yapan devletlerin desteğiyle saldırı hazırlığı yaparken, Obama’nın söylediklerinin inandırıcı olacağını kimse beklemezdi. Obama konuşmasının devamında “Biliyorum ki bazıları askeri operasyon düzenlememiş olmamızdan dolayı hayal kırıklığı yaşıyor. Bazıları sınırlı operasyon açıklamamdan da rahatsız olmuş durumda. Amerika bölgeye karışmak istemiyor. Bir taraftan da ABD bölgeye müdahale etmediği için suçlanıyor. ABD’nin dünyadaki rolü belli fakat ABD halkının sesini duymak gerekiyor. ABD askeri seçenek de dahil olmak üzere bütün seçenekleri kullanarak çıkarlarını bölgede korumak istiyor.” diyerek savaş beklentisinde olanlara saldırmamanın nedenini açıkladı. Ya da en azından açıklamaya çalıştı.
ABD ve müttefikleri tüm hazırlıkları yapmış saldırı için gün sayıyorken, savaşta nereden nereye ve hangi silahlarla saldırılacağı konuşulurken, savaş haritaları açıklanırken, savaş sonrası Suriye senaryoları medyada en fazla konuşulanlardan biriyken, oluşan bu durumu nasıl okumak gerek?
Hizbullah ve İran’ın Caydırıcılığı
Suriye’de ÖSO ve Esad’ın ordusu arasındaki savaş başladığından bu yana, özellikle batılı devletlerin doğrudan saldırı yerine, bu savaşta ÖSO’ya destek vererek bir çatışma durumu yaratmaktan taraf olduğu sıkça dile getirildi. Çünkü Esad’a ve Esad’lı bir Suriye’ye yönelik desteğini en başından itibaren açıklayan İran’ın varlığı, bu doğrudan saldırıda en büyük çekincelerden biriydi. İran’ın Esad’ı desteklemesinin, Esad’dan ziyade bölgesel etkisiyle ilgili olduğu da uluslararası medyada sıklıkla yer buldu.
İran’ın dışında bir başka destek de Hizbullah’tan gelmişti. Özellikle ÖSO ve El-Nusra’ya karşı, Lübnan sınırından Suriye’ye girerek gerçekleştirdikleri saldırılarla Esad’ın arkasında olduklarını göstermişlerdi. Hizbullah’ın bu saldırılarla, Esad’ın ordusuna ne kadar destek olduğunu anlamak için özellikle El-Nusra’nın geri çekildiği Batı Suriye’ye bakmak yeterli.
Rusya’nın Rolü
Suriye’nin elindeki nükleer silahları denetlemek için aktif rol almasıyla Rusya, Suriye’ye olası bir saldırının karşısında yer alacaklarını bildiren Dışişleri Bakanı Lavrov ve Başkan Putin’in savaşın başından bu yana yaptıkları açıklamalarla, tutarlı bir tavır gösterdi. Esad’ın kimyasal saldırısının dünya gündemine oturduğu bir ortamda bile, görüntülerin komplo olduğunu söyleyerek Esad’lı bir Suriye’nin dış politikadaki çıkarlarıyla daha uyumlu olduğunu olabildiğince gösterdi. Suriye’ye ilişkin gerçekleşen Cenevre Konferansı gibi uluslararası konferansların tümünde, Ortadoğu’da yapıcı bir politikanın gerekliliğini vurgulayan Rusya, bölgede olası bir başka büyük hegemonyanın da önüne geçmeyi planlıyor. Şimdilik işler Rusya’nın öncülüğünde ve Ortadoğu’daki çıkarlarına uygun ilerliyor.
Müttefiklerdeki Kırılmalar
Obama’nın mevzubahis konuşmasında yer verdiği gibi, Suriye’ye saldırmaktan vazgeçilmesi bir kesimi rahatsız etse de, Afganistan ama özellikle Irak müdahalesinin olumsuz geri dönüşlerinden elde ettikleri deneyimlerle ABD halkının önemli bir kısmı bu müdahaleye karşıydı. Halkın bu düşüncesinin, kongrenin kararındaki etkisi nedir bilinmez ama daimi dost İngiltere’nin tavrının, ABD’nin değişen politikasında etkisi var. Savaşın bu kadar uzun sürmesine karşın Esad’ın siyasi iktidarı kaybetmemesi, Esad’ın karşısında yer alan devletleri sürecin seyrine ilişkin “yeniden düşünmeye” sevk etti.
Yeni Tehdit ve Hedef Değişikliği
Aslında Suriye’deki savaş en başından bu yana iki kesim arasında değildi. Esad’a karşı muhalefeti bir güç olarak toplamaya çalışan küresel güçlerin hesaplayamadığı durumlar ortaya çıktı. PYD’nin Kürtlerin yaşadığı yerleri hem Esad’ın ordusundan hem de ÖSO’dan koruması ilk hesaplanamaz durumdu. PYD, iki tarafın saldırılarına karşı halkı korurken sadece Esad’ın ve ÖSO’nun değil küresel güçlerin de planlarını altüst etti ve Rojava Devrimi’ni yarattı.
Öte yandan, en başta ÖSO’nun içinde gibi gözüküp batılıların ses çıkarmadığı El-Kaide ile ilintili gruplar, süreç içerisinde güçlerini arttırdılar. El-Nusra çetesi, Esad’ın ordusuna karşı girişilen savaşta son dönemde en çok bahsedilen grup haline gelmişti. El-Kaide’nin Suriye-Irak İslam Cumhuriyeti planlarına ilişkin giriştikleri eylemler, uzun vadede düşünülen küresel stratejinin altüst olmasının nedenleri arasında. Eylül ayı içerisinde 70’e yakın insanın ölümüyle sonuçlanan Kenya’daki AVM katliamının El-Kaide ile bağlantıları düşünüldüğünde, El-Kaide’nin yeniden büyük bir tehdit olarak batılı devletler karşısında belirdiğini söylemek güç değil.
Barış…
Bir yanda Suriye’ye yönelik saldırı politikasını askıya alan ABD, diğer yanda “barış”ın muhafazası için elinden geleni ardına koymayan Rusya… Dünyanın en büyük silah üreticisi ve tedarikçisi konumunda olan BM Güvenlik Konseyi’nde “Esad’lı barış” konuşulmaya başlandı bile. Yeni seçilen ılımlı cumhurbaşkanı Buhrani ile İran da dış politikada barış yelleri estiriyor. Nükleer silah konusundaki açıklamalarla ebedi düşman ABD ile aradaki buzları bir hayli eritmiş durumda.
Uluslararası savaşsızlık ortamının yarattığı “güven”le devletlerin dış politikalarında yumuşamalar gözleniyor. Böyle bir ortamda sermayenin “güven” içinde o coğrafyadan diğerine “barışçıl” bir şekilde dolanacağını öngörmek gerekir.
Devletlerarası siyasi gerilimler ve savaşla sonuçlanan siyasi süreçler karşısında savaşa karşı bir tavır takınmak, bu tavrı dile getirmek ve örgütlemek belki yüzyıllardan beri devam ediyor. Özellikle savaşların her coğrafyaya yayıldığı Dünya Savaşları süresince gösterilen bu tepkinin elbette daha başka bir anlamı var. Dünya üzerindeki iktidarların kavgalarına; devletsiz, sınıfsız, sınırsız ve özgür bir dünyanın savunusuyla karşı çıkanlar, aslında devletli sistemle donanmış kapitalist işleyişin sadece savaş sürecinde değil, barış sürecinde de bu söylemlerini yükseltirler.
Barış, devletlerin halklar üzerindeki sömürüsünün devam etmesi anlamına geldiğinde; kapitalizmin hammaddesi veya pazarı olabilecek tüm toprakların küresel sömürüye itaat etmesi koşuluyla var olabilecek bir durumdur. Küresel kapitalizmin hüküm sürdüğü pazarın işlemesiyse barış, naif anlamıyla savunulamaz. Devletlerin tüm yıkıcılıklarını gizledikleri bir dönemse barış, sahiplenilmez.
Suriye’de “barış”ın ne anlama geldiğini görmek için, yine küresel medyanın o çok paylaşılan videolarına bir göz atmak yeter. Ellerindeki sopadan silahlarıyla, oyundan da olsa arkadaşlarını “katletme oyununu” oynayan Suriyeli çocuklarda görmek gerek, kapitalizmin barışının ne demek, savaşının ne demek olduğunu.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.