Kapitalizm kendi üretim ve tüketim ilişkileriyle, doğa içindeki bütün varlıkların ekolojik uyumuna yaptığı müdahaleler sebebiyle meydana getirdiği kuraklığı da fırsata çevirebilmekte.
Kuraklığın Sorumlusu “Cahil Bilinçsiz Vatandaş”
Kış aylarının son günlerine yaklaştığımız şu dönemde, “hava ha yağdı ha yağacak” derken, “bu kış pek kurak geçti” haberleri başladı. Televizyonlarda kuraklık konusunda “tehlike çanları çalmaya başladı”, yaklaşan kuraklığın faturası yine dişlerini fırçalarken musluğu kapatmayan “cahil, bilinçsiz vatandaş”a kesildi.
“Yağmur yağmadı, barajlardaki su seviyesi yarıya düştü, İstanbul bu yaz susuz kalacak” haberleri gazetelerde, televizyonlarda boy göstermeye başladı. Peki, 4 milyar 762 milyon TL’lik Melen Çayı Projesi’yle, Melen’in suyunun %67’sini İstanbul’a yönlendireceğini söyleyen İSKİ, İstanbul’un su sorununu 2040 yılına dek çözeceğini iddia etmemiş miydi?
Suyu Tüketen Kim?
Kuraklık ve bizlerin “bilinçsiz tüketim”leri, kamu spotlarıyla ya da devletin, kendini daha iyi kamufle etmesine yarayan propaganda araçlarıyla vurgulanadursun, biz suyun nerede ne kadar kullanıldığına bir göz atalım. Devlet Su İşleri(DSi)’nin yaptığı manipülasyonlar ciddiye alınsa bile, suyun içme ve kullanma suyu olarak hane içinde kullanılması toplam tüketimin %15’i civarında. Daha genel geçer verilere bakıldığında ise, dünyada su tüketiminin %69 oranında endüstriyel tarım faaliyetlerinde, %23 oranında sanayi sektöründe ve %8 oranında içme ve kullanma suyu olarak gerçekleştiğini söylemek mümkün.
Konya Havzası içinde yer alan Tuz Gölü, 1915’ten beri %85 oranında küçüldü. Konya Havzası genelindeki organize sanayi bölgelerinin açılmasıyla birlikte sanayileşmenin artışı, gölün kurumasındaki en büyük etkenlerindendi. Havza içinde yer alan Seydişehir alüminyum fabrikası da açığa çıkardığı gazlarla, kurulduğu günden bugüne, bölge yaşamını yok etmekle kalmamış, tüm havzanın iklim yapısını daha da kurak hale getirmiştir.
Ancak iklim yapısının bozulmasına asıl neden olan etmen su varlıklarının “bilinçli” olarak, ekolojik uyumu bozacak biçimde kullanılmasıdır. Örneğin şekerpancarının çokça su tüketmesine rağmen endüstriyel şeker elde etmek üzere ürettirilmesi, özellikle Konya Ovası gibi sık sulama gerektiren kurak iklime sahip bir bölgede, yeraltı ve yerüstü sularının olağanüstü kullanımına neden olmuştur.
Endüstriyel tarım uygulamalarının neden olduğu aşırı su tüketimi sadece Konya Havzası’yla sınırlı kalmamıştır. Olağan yetişme zamanı dışında, seralarda oluşturulan yapay koşullarda yetiştirilen bitkilerin üretiminde, su girdisinin yüksek oranlarda olduğu gözlenmektedir. Tarlada yetiştiği zamandaki su tüketimi temel alındığında, serada üretilen bir patlıcan %20 daha fazla su tüketirken, bu oran biberde %25’e ulaşıyor, domateste ise %50’nin üstüne çıkıyor.
Asıl Sorumlu Kapitalizm
Kapitalizm kendi üretim ve tüketim ilişkileriyle, doğa içindeki bütün varlıkların ekolojik uyumuna yaptığı müdahaleler sebebiyle meydana getirdiği kuraklığı da fırsata çevirebilmekte. “Su Çerçeve Direktifleri” gibi suyu sözde koruyan kanun ve uluslararası sözleşmelerle, sanayi ve endüstriyel tarım sektörlerinin su kullanımı kolaylaştırılırken, halkın su tüketimine sınırlandırmalar getirilmektedir. Suyun halkça kullanımı yüksek ücretlerle tasarrufa zorlanırken; bütün bir akarsuyun organize sanayi bölgelerin tarafından tüketilmesi, derelerin boru içerisine hapsedilerek içinde bulunduğu yaşamdan soyutlanması ya da önüne çekilen barajlarla vadilerin nem, iklim ve yağış dengelerinin değiştirilmesinin önündeki gerek bürokratik gerekse yasal tüm engeller bir bir ortadan kaldırılmakta, suyun ticarileştirilmesi adeta teşvik edilmektedir.
Giderek artan, yerli ya da yersiz kuraklık propagandaları, suyun ücretlendirilmesi, zamlandırılması ya da yeni deyişle “fiyatında düzenlemeye gidilmesi” ile sınırlı kalmıyor, Melen Çayı Projesi gibi daha nice ihalelerle şirketlerin ve yerel-genel yönetimlerin ayakkabı kutularını doldurmaya imkan tanıyor.
Alp Temiz
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.