Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından İbrahim Bilmez ile KCK operasyonlarını, tutukluluklarını ve serbest bırakılmalarını konuştuk.
BİR İKTİDAR REFLEKSİ: SAVUNMA HAKKININ GASPI
Mercan Doğan
Meydan: KCK adı altında yapılan operasyonlarla binlerce Kürt siyasetçi tutuklanırken, başka bir operasyon dalgasıyla bu kez sizler, Kürt halkının avukatları, gözaltına alındınız ve tutuklandınız. Tutuklanan avukatların tamamı aynı zamanda İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmelere katılan kişilerdi. Bu durum, en basit şekliyle topyekun bir halkın savunma hakkının gasp edilmesiydi. Genel olarak yapılan bu operasyonları, tutuklamaları ve adına yargılama denilen bu süreçleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Av. İbrahim Bilmez: Sizin de belirttiğiniz gibi tutuklanmamızın “bir halkın savunma hakkının gasp edilmesi” olarak değerlendirilmesinin temelinde, bizlerin Sayın Öcalan’ın savunucuları olmamız ve Sn. Öcalan’ın çok büyük bir toplumsal-siyasal karşılığının ve meşru bir temsiliyet gücünün bulunması yatmaktadır.
Kürt halkı Sn. Öcalan’a karşı takınılacak olumlu ya da olumsuz her tavrı kendisine karşı geliştirilen bir tutum olarak algılayacak bir politik bilinç düzeyine çoktandır ulaşmış bir durumdadır. Aynı şekilde TC Devleti ve hükümeti de biz avukatlara ve legal siyaset yürüten Kürt politikacılara karşı KCK adıyla operasyonlar düzenleyip binlerce kişiyi tutuklarken bu durumun çok iyi farkındaydı; bunun böyle algılanacağını biliyor ve istiyordu. Bu nedenle yapılan bu operasyonların tamamen siyasi saiklerle gerçekleştirildiği gün gibi açıktır. Yani açılan soruşturma ve davaların tamamı, her fırsatta söylediğimiz gibi siyasi soruşturma ve davalardır. Zaten o dönemki AKP- Cemaat iktidar bloku bu amaçlarını gizleme gereği bile hissetmeyecek kadar gözünü karartmış ve pervasızlaşmıştı.
Belki de cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar siyasallaştırılmış ve araçsallaştırılmış yargı marifetiyle, başta Kürt halkı olmak üzere toplumsal ve siyasal değişim ve dönüşüm talebi bulunan tüm devrimci, sosyalist ve muhalif kesimler sindirilmek istenmiştir. Zindanlara atılan binlerce tutsak açık bir şekilde siyasi rehine olarak tutulmuş, yapılan yargılamalar göstermelik olmaktan öteye geçmemiştir. Bu süreçte yargı ve siyasi iktidar son derece eşgüdümlü ve uyumlu bir şekilde hareket etmiştir.
Aslında yaşananlar klasik bir devlet/iktidar refleksinin sonuçlarıydı, bu yüzden de çok beklenmedik durumlar olarak değerlendirmemek gerekir. Devlet/ iktidar hep kendisini koruma iç güdüsüyle tavır alır, siyasi kurumları bu amaca hizmet edecek şekilde “politika” üretir. Varlık nedeni budur. Kendisi için tehlike yaratabilecek bir noktaya gelmiş toplumsal dinamiklerin varlığını hissettiğinde kendini savunmak için, zaten kendisini ve mevcut sosyal, siyasal düzeni sürdürebilmek için oluşturmuş olduğu “hukuk”unu bile kolayca yok sayar.
Bizim yaşadığımız ve hala devam etmekte olan süreç de böyle bir süreçtir. Kırk yıla yakın bir süredir kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyük bedeller ödeyerek verdiği mücadelenin sonucunda, Önderliği, siyasi kurumları ile bütünleşerek büyük bir devrimci dinamik ve bölgesel bir demokrasi gücü haline gelen Kürt halkının devleti zorlayan bir noktaya geldiği aşikardı. Gözaltı sürecinde verdiğimiz ifadelerde de bunu ifade etmiştik. Tutuklanmamızın nedeni Sn. Öcalan’ın avukatlığını yapıyor olmamızdı. Bizim alınmamızla asıl hedeflenenin bizler değil, Sn. Öcalan ve onun şahsında Kürt halkının özgürlük mücadelesi olduğunu söylemiştik.
Fakat bugün gelmiş olduğumuz noktada, bu operasyoncu zihniyetin arkasındaki aklın Kürt halkını ve mücadelesini hiç tanımadığı, bu politikaların Kürt halkının azim, kararlılık ve iradesine çarpıp iflas etmesiyle anlaşılmıştır. Yaşanan bu baskı ve operasyonlar sürecinde, olan Kürdüyle Türküyle, Alevisi Sünnisiyle, Müslümanı Hristiyanıyla tüm Türkiyeli emekçilere olmuştur.
Avukatlar İmralı görüşmeleri nedeniyle yargılanırken bir yandan da devlet eliyle İmralı’ya heyetlerin ziyaretleri başladı. Özel Yetkili Mahkemeler’in kapatılmasının hemen sonrasında ise serbest bırakıldınız. Ama yargılamalar halen devam ediyor ve cezaevlerinde tutuklu bulunan on binlerce tutsak var. Toplumsal barışın ve gerçek adaletin sağlanması için ne tür adımların atılmasına gereksinim var? Bu noktada, bireylere ve politik yapılara ne tür sorumluluklar düşüyor sizce?
İmralı’ya devlet heyetiyle birlikte vekillerden oluşan heyetlerin ziyaretlerinin başlaması, az önce sözünü ettiğimiz güvenlik politikalarının, sergilenen topyekun direnişle boşa çıkarılmasıyla gündeme gelmiştir. Bu anlamda önemsenmesi ve daha geniş çaplı kazanımlara dönüştürülmesi için daha çok çaba sarf edilmesi gereken bir dönem olarak değerlendirilmelidir. Bizimle birlikte KCK davaları kapsamında tutuklanan bir kısım tutsağın serbest bırakılmış olması kesinlikle, çözüm sürecinde devlet tarafından atılmış olumlu bir adım olarak görülmemelidir. Böyle değerlendirmek hükümetin ulaşmak istediği amaca hizmet etmek anlamına gelecektir.
Olması gereken, bu tutuklama furyasının hiç yaşanmaması ve güvenlik politikalarının devreye sokulmamasıydı. Kürt halkının ve tüm devrimci demokrat güçlerinin talepleri bellidir. Devletin ve siyasi iktidarın yapması gereken başta tam demokratik bir anayasa yapmanın koşullarını yaratmak olmak üzere bu taleplerin gereğini yerine getirmek ve çözüm sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülüp derinleştirilebilmesi için gerekli adımları atmaktır.
Tabi ki başta hasta tutsaklar olmak üzere siyasi rehine olarak yıllardır tutulan tüm devrimciler ayırım yapılmaksızın derhal serbest bırakılmalıdır. Fakat, mesele tutsakların bırakılması meselesi değildir. Ortada bir mesele, sorun olmasıydı zaten siyasi tutsaklar o zindanlarda tutuluyor olmazdı. Yapılması gereken bu tutsakların uğruna mücadele verdikleri ve tutsak alındıkları taleplerin karşılanması, yani gerçekten özgür, eşit ve adil bir yaşam sürdürülebilecek bir ülke yaratabilmenin hukuki ve siyasi altyapısının oluşturulmasıdır.
Tüm bunların devlet tarafından kendiliğinden gerçekleştirilmesini beklemek saflık olur. Binlerce insanın yaşamlarını ve siyasi tutsakların uğruna görece özgürlüklerini feda ettikleri özgür ve onurlu bir yaşama ulaşmak, her alan ve koşulda sarf edilecek bireysel çabaların örgütlü ve kolektif bir mücadele haline getirilmesiyle doğru orantılıdır.
Son yerel seçim sonuçları da, özgürlük ve toplumsal adalet gibi dertleri, kaygıları olan Türkiyeli tüm politik çevre ve yapıların, günlük politik kaygıları ve kısır çekişmeleri bir yana bırakarak, asgari bir zeminde ortak hedefler doğrultusunda bir araya gelmelerinin ne kadar zaruri olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Öcalan ile yürütülen görüşmeler ile sizin tutuklanmanız arasındaki bağ göz önüne alındığında; sizlerin serbest bırakılmanızla beraber, sürecin ne yönlü bir gelişme kaydedeceğini öngörüyorsunuz? Mevcut yapı değişmeden yargı eliyle baskıların; operasyon ve tutuklamaların devam edeceği söylenebilir mi?
Söylediğimiz gibi tutuklanmamız gibi serbest bırakılmamız da tamamen siyaseten gerçekleşti. Yaşadıklarımızdan siyasi iradenin kendisini sıkışmış ve mecbur hissetmedikçe en küçük bir demokratik bir adımı bile atmadığını ve atmayacağını öğrendik.
İktidar blokunun parçalandığı, tarafların birbirlerinin kirli çamaşırlarını sergilemeye başladığı bugünkü politik iklimde, hükümet kendisini kurtarabilmek için küçük iyileştirmeler yapabileceği gibi, internetle ilgili düzenlemelerde gördüğümüz gibi otoriter uygulamalara daha fazla da yönelebilir. Hükümetin, kendisi somut adım atmadığı için diyalogdan müzakereye bir türlü geçilemeyen sürecin bir süre daha, en azından cumhurbaşkanlığı ve mümkünse genel seçimlere kadar bu haliyle sürüncemede kalarak devam etmesini istediği ortada.
Fakat diyalog sürecinin diğer tarafını oluşturan Sn. Öcalan ve Kürt hareketinin de yaptığı açıklamalardan sürecin bu haliyle tek taraflı yürümesinden rahatsız oldukları görülüyor. Kürt tarafının bir an önce yasal müzakerelerin başlamasını istediği açık. Bu durumda kısa vadede, çoğu 20 yılı aşkın bir süredir zindanlarda bulunan hasta tutsaklar ile rehine olarak tutulmakta olan KCK davası tutsaklarının serbest bırakılması, İmralı’ya gazetecilerin gidişinin önünün açılması ve TMK’da en azından infaz ve ceza arttırımı ile ilgili hükümlerin kaldırılması gibi değişikliklerin yapılması beklenebilir. Tabi biz avukatların da bir an önce İmralı’ya giderek müvekkilimizle görüşme ve bu açık hukuksuzluğa son verilmesi yönlü bir beklentimiz mevcut. Bu beklentilerin yanı sıra bugünkü mevcut yapı devam ettiği sürece her an güvenlik politikalarının devreye girme ihtimali de bulunuyor. Devlet kendisi için gerekli gördüğü taktirde tekrar güvenlik politikalarını devreye sokarak hem gerillaya karşı askeri operasyonları, hem de siyasi operasyonları başlatabilir. Onbinlerce insan bir çırpıda zindanlara doldurulabilir.
Bir seçim dönemi daha geride kaldı ama özellikle oyların çalınması tartışmaları kolay dinmeyeceğe benziyor. Seçim öncesinde açıklanmaya başlanan ses tapeleri, AKP ile cemaat çekişmesi, açığa alınan yetkililer, görevden uzaklaştırılanlar, başbakanın bir sözüyle yasaklanan Twitter, şimdiden olağanüstü hal koşullarının uygulandığı yerleşimler… Tüm bunlara baktığımızda, sizce önümüzdeki dönemin şimdikinden daha kolay geçmesi ihtimalİ mevcut mu?
Sözünü ettiğiniz yaşanan gelişmeler Türkiye’deki iktidar yapısının ne kadar anti demokratik ve baskıcı bir karaktere sahip olduğunu gösteriyor. Gerektiğinde iktidarı bırakmamak ya da paylaşmamak adına birbirlerine karşı bile ne kadar acımasız olabildiklerine, bel altı vurabildiklerine tüm kamuoyu şahit olmuş oldu. Bu karakterdeki bir iktidara karşı verilecek mücadelenin kolay olmayacağı, bedel ödenmeden kazanım elde edilemeyeceği, bu noktada tüm devrimci demokrat güçlerin önünde zor bir dönem bulunduğunu söyleyebiliriz.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayınlanmıştır.