Bu miting alanları, ezilenlerin yeni mekansal hamlesine, yani her yeri direniş alanına çevirmesine karşı devletin karşı hamlesidir. Politik olmayan mekanın Taksim-Gezi İsyanı dalgasıyla beraber eylemlerle politik kılınması, devleti türlü kapitalist etkinliklerle süslediği yeni açık AVM’leri yaratmaya itmiştir. Hem de miting alanı ismiyle.
171 futbol sahası büyüklüğünde bir alan… Yaklaşık 1 milyon metrekare… Hayvanat bahçesi, lunapark, otoparklar, sergi alanları, büfeler ve restoranlar… Maltepe sahiline yapılması planlanan miting alanı, miting alanından çok içerisinde barındıracağı etkinlik alanlarıyla açık hava AVM’sini andırıyor. Bu büyük açık hava AVM’sini yapabilmek için ihtiyaç olunan alan, denizden yaklaşık üç buçuk kilometrelik bir alan doldurularak karşılandı. Bu proje aslında ikiz bir projeydi. Kazlıçeşme’de Newroz kutlamaları sırasında, AKP’nin “büyük seçim mitingi”ne ev sahipliği yapan Yenikapı Miting Alanı da bu projenin Avrupa yakasındaki ayağıydı. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun aksi yöndeki raporuna rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan onay alan Yenikapı Miting Alanı da benzer şekilde denizin doldurulup miting alanı haline getirildiği bir yerdi.
1 Mayıs’ın yaklaşmasıyla beraber, Taksim Meydanı tartışmaları da gündemdeki yerini almaya başladı. Bu iki miting alanı, eylemlerde valiliğin önereceği yerlerin başında geliyor. Öte yandan, bu seneki 1 Mayıs-Taksim Meydanı tartışmaları, aslında ardında gizli bir gündemi de barındırıyor. Taksim Meydanı, Taksim-Gezi İsyanı’yla beraber yaratılan kolektif deneyimin de bir alanı artık. Bu sene 1 Mayıs için Taksim Meydanı’nda ısrar edenler, bu direniş günlerinin de gücünü taşıyarak ısrarlarını sürdürecekler.
Devlet tarafınınsa miting alanlarıyla beraber yaratmaya çalıştığı, bu alanları sermayenin biçimlendirmesine izin vererek toplumsal politizasyonu kırma politikası olacak.
Mekanın Yeni Kapitalist Anlamı
16. ve 18. yüzyıl arasında Avrupa’da gerçekleşen çitleme hareketlerinin, sınırlarını şimdi kırsala dayatan kapitalist kentlerin oluşumu üzerindeki etkisi kaçınılmazdır. Kapitalizm, oyununu oynamadan önce, bu sanayi kentleriyle sahnesini hazırlıyordu. Üretim alanlarını belirlediği gibi yaşamsal alanları da belirleyebildiği bir alan yaratıyordu.
Yaşadığımız coğrafyada bu süreç, çok daha geç tarihlerde 1950-1980 arasında gerçekleşti. Yani, kapitalist kentleşme bu tarihlerde ortaya çıktı. Sanayi için gerekli işçi nüfus, köylerden karşılanmaya çalışıldı. Köyden kente göç, gecekondulaşma gibi bir dizi olay belirtilen zamanın ürünleri olarak ortaya çıktı.
Kapitalizme geç eklemlenme diye anılan bu süreçlerde, kentin kapitalist dönüşümü için tasarlanan her proje, aslında darbe sonrası hayat bulmaya başlamıştı. Kentsel dönüşüm diye ifade edilen uygulamaların kökenini özellikle bu tarihlerde aramak gerekiyor.
Bugün şehir plancılarının “kamu otoritesi eliyle yapılan bir vandalizm örneği” olarak ifade edilen durumların kökenini, devlet iktidarının kendini birçok alandan kaygısızca dayatabildiği darbe sürecinde aramak, kapitalizm ve devlet ilişkisini ortaya koymak adına önem taşımaktadır.
Kapitalizm ve devlet ilişkisinin somutlaştığı bir kelime var aslında; kentsel dönüşüm.
Devlet ve Kapitalizmin Mekana Yönelik Müşterek Hamlesi Olarak; Kentsel Dönüşüm
Kentsel dönüşüm kavramının, 1848’de ne Fransa’da ortaya çıkışı ilginçtir, ne de kavramın Paris Komünü’nden sonra gelişmesi… Bu tarihlerdeki toplumsal hareketler, dönemin siyasi iktidarını mekansal çözümler almaya itmiş, örneğin barikat kurulmasın diye sokakları küçültmüştür. Hegemonik güç, üzerinde hakimiyetini sürdürmeyi iddia ettiği mekanı değiştirmesi, dönüştürmesinin nedeni budur.
Son yıllarda yaşadığımız coğrafyadaki dönüşüm adı altında devam eden talanı iyi anlamlandırmak için bu tarihsel arka plandan yararlanmak gerekir. Bir yanda kapitalizme eklemlenmek için gerekli değişimleri umarsızca uygulamaya sokan, bu uygulamalar önündeki engelleri darbe aracılığıyla bir bir ortadan kaldıran bir siyasal iktidar; öte yandan eski yapısındaki sorunları küreselleşen değişimlerle atlatmaya çalışan küresel ekonomik iktidar…
Yaşanılan coğrafyadaki mekan sorunsalı, sadece devletin hegemonik alan belirleyiciliğiyle ya da klasik anlamda metaların üretileceği uzam anlamıyla değil; doğrudan kapitalizmin ekonomik krizlerini gidermekte kullanılacak ekonomik bir geri dönüş olarak da mekanla aşılmaya çalışılmıştır.
Bu yüzden, bir mekan politikasının bu iki belirleyici iktidardan ayrı tutulmaması gerekir. Bu ikisinin dışında, bireylerin kolektif deneyiminin farklı bir yerden kontrol altına alınmasının bir de psikolojik yansıması olacağı kaçınılmazdır.
Meydan Israrı
Kapitalist kentlerin kuruluşunu hatırladığımızda, zaten bu mekanların ezilen kesimlerin istediği şekilde biçimlenmediği açıktır. Buna rağmen ezilenler, bu sömürü sisteminde çatlaklar yaratmayı ve kendi yaşam alanlarını kısmen oluşturmayı başarabilmişlerdir.
1 Mayıs gibi süreçlerde, kapitalist kentin merkezine yönelik ezilenlerin her ısrarı devlet nezdinde bir rahatsızlık yaratmaktadır. Devlet oluşumunu hazırladığı hakimiyet alanını, ezilenlere vermek istememektedir. Çünkü devlet için mekan üzerinde hegemonya demek, ezilenler üzerinde hegemonya demektir.
Devlet ve kapitalizm, oluşturduğu miting alanlarına hapsettiği bireylerle, hem istediği mekanlardan ezilenleri uzak tutabilmeyi tasarlarken; öte yandan miting alanlarını “siyaset dışında her şey” ile ilişkilendirerek siyaseti de tüketilebilir kılmaya çalışmaktadır. Tüketime odaklı bir eğlence kültürüyle, alanlar “cazip” kılınmaya çalışılırken, oluşacak politizasyon bu eğlenceli illüzyonunun gölgesinde eriyecektir. Kendini hızlı tüketimin ruhuna kaptıran birey için bu dakikadan sonra alanın “miting alanı” olmasının bir anlamı kalmayacaktır.
Böylece politizasyon engellenirken, bu tüketim alanlarındaki “eğlenceli” etkinliklerle para da kazanılmış olacaktır. Eylem alanı üstünden para kazanmak… Gözünü “mekan” üzerinden yapacağı kar maksimizasyonuna dikmiş kapitalistlerin yeni icadı bu.
Mekan-Toplum İlişkisi
Bireyin, mekanla kurduğu ilişki özgürlüğüyle ilintilidir. Çünkü bireyin kendini somut anlamıyla gerçekleştirmeyi başaracağı uzam bu mekandır. Dolayısıyla, mekan bireylerin kendilerini gerçekleştireceği bir alan olarak karşımızda durduğundan dolayı önemlidir.
Doğası gereği sosyal bir canlı olan bireyin, bu kendini gerçekleştirme süreci tabi ki diğer bireylerden, canlılardan hatta doğadan bağımsız değildir. Bu sürecin kolektif bir yapıda işlemesi, aynı zamanda bu mekanın doğası gereği kolektif olmasından kaynaklanır. Bu kolektivite bir uyum içerisinde işler. Bu işleyiş karşılıklı bir dönüşümü de barındırır. Bu dönüşüm işteştir; birey biçimlendirir ve biçimlenir.
Aynı şekilde şu an içinde yaşadığımız mekan da insanı biçimlendiren ve insanın biçimlendirdiği bir toplumsal ilişki biçimidir. Bu alan üzerinde hakimiyet kuran iktidarlar, bu biçimlendirmeyi de etkileyecektir, ya da açık bir şekilde söylemek gerekirse toplum üzerinde hakimiyet kuracaklardır.
Miting alanları denilen mekanlarla planlanan, sadece kapitalist çıkarların maksimize edileceği bir yer değildir. Aynı zamanda bu toplumsal ilişki biçimini de iktidarların lehine belirleyebilecek mekanlar oluşturmaktır. Devlet ve kapitalizm ortaklığıyla yapılmak istenen, özgür yaşam alanlarımıza bir saldırıdır. İktidarlar gözünü kolektif eylemliliğe dikmiştir. Taksim-Gezi İsyanı sonrasında oluşan bu kolektif sinerji, yaşam alanlarımız kontrol altına alınarak yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu kolektif eylemlilik içinde, kendini özgürce gerçekleştirebilen bireylerin özgürlükleri yok edilmeye çalışılmaktadır. Dayanışma kültürünün yerini alması için planlanan tüketimci kültür dayatılmaktadır.
Dayanışmanın Alanı
Taksim-Gezi İsyanı’yla beraber eylem alanları, daha önce de vurguladığımız insan-mekan ilişkisinin yeni bir şekilde ortaya çıktığı yerdi. Taksim-Gezi İsyanı süresince politikliğini kazanmış özne, düşündüğünü eyleme fırsatını bu alanlarda buldu. Paylaşma ve dayanışma ilişkilerini bu alanlarda örgütledi.
Taksim’in devlet tarafından yeniden işgal edilmesiyle beraber, tam da sloganlardaki gibi “her yer Taksim” oldu. Yani isyanla beraber ortaya çıkan yeni siyasal özne, eylem alanını her yere taşıdı. Bu hegemonyasını hakim olduğu alanlar üzerinden kuran devlet için mekanın politik bir şekilde kaybedilmesiydi.
Bu miting alanları, ezilenlerin bu yeni mekansal hamlesine, yani her yeri direniş alanına çevirmesine karşı devletin karşı hamlesidir. Politik olmayan mekanın Taksim-Gezi İsyanı dalgasıyla beraber eylemlerle politik kılınması, devleti türlü kapitalist etkinliklerle süslediği yeni açık AVM’leri yaratmaya itmiştir. Hem de miting alanı ismiyle.
Taksim-Gezi İsyanı’ndan sonra, devletin bu karşı hamlesinin o kadar kolay kabul görmeyeceği aşikar. Tabi ki kendi kolektif alanlarımızdaki politikliği ve dayanışma pratiğini besleme ısrarımız sürdüğü sürece…
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.