Geçen Mayıs ayı sonunda yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri aşırı sağ partilerin oylarını ciddi bir biçimde artırmasıyla sonuçlandı. Seçim sonuçları bu yanıyla Avrupa Birliği karşıtlarının zaferi olarak da yorumlandı. Seçimlerden %28.5 ile merkez sağ Avrupa Halk Partisi birinci olarak çıkarken, Avrupa Birliği’nin lokomotifi olarak sayılan üç ülke olan Almanya, Fransa ve İngiltere’de aşırı sağ partiler oylarını ciddi biçimde artırdı. Oylarını belirgin bir biçimde artıran partiler ise Belçika’da ayrılıkçı Flaman partisi NVA, Fransa’da Le Pen’in Ulusal Cephe’si, İngiltere’de İngiltere Bağımsızlık Partisi-UKIP ve Danimarka’da oylarını ikiye katlayarak %26 oy alan Danimarka Halkın Partisi idi. Seçimlere katılım oranı %43 gibi çok düşük bir düzeyde kalmış olsa da, ırkçı çizgideki aşırı sağın söz konusu yükselişini, son dönemlerde Avrupa Birliği ülkelerinin sürekli kriz halindeki ekonomileri ve bu durumun sonucu olarak beliren göçmen karşıtı politikalarıyla birlikte değerlendirmek gerek.
Özellikle son on yılda Avrupa Birliği ülkelerini sarmaya başlayan ekonomik sıkıntılar, artan işsizlik ve yoksullaşma ve bunların sonucu olarak devreye sokulan kemer sıkma politikaları, birçok ülkede Avrupa Birliği projesine kuşkuyla bakılmaya ve hatta varlığının tartışılmaya başlanmasına neden olmuştu. Bu tartışmaların merkezinde ise ilk elde göçmenlerin kesin bir şekilde sınırlandırılması, sıkı sınır kontrolleri geliyordu. Diğer taraftan Euro’dan çıkılması da tartışılan konulardan biriydi. Euro bölgesinin dağılması Avrupa ülkelerinde özellikle son yıllarda ciddi bir şekilde tartışılmaya başlanan bir olgu. Kimi ülkelerde yapılan bazı anketlerde ortaya çıkan eğilim ise, Euro’dan çıkılması şeklinde.
2008 yılında ortaya çıkan küresel finans krizi, Avrupa’da aynı yılın sonlarına doğru Yunanistan’da büyük bir isyan dalgasının doğmasına neden olmuştu. Almanya başta olmak üzere, Avrupa Birliği’nin ekonomik yardımlarıyla ayakta kalmaya çalışan, deyim yerindeyse ekonomik olarak iflas etmek üzere olan ülkede 2011 yılında yapılan seçimlerden göçmen karşıtı ırkçı politikalarıyla bilinen faşist Altın Şafak partisi ciddi bir oy artışıyla çıkmıştı.
Yunanistan, Türkiye ile olan sınırı dolayısıyla göçmenlerin, Avrupa’nın ekonomik olarak görece refah seviyesi daha yüksek ülkelerine geçiş için basamak ülkelerinden biri olması nedeniyle göçmenler tarafında en çok rağbet edilen ülke konumunda. Büyük çoğunluğu diğer ülkelere geçemeyerek Yunanistan’da kalan göçmen nüfusu, faşist Altın Şafak Partisi’nin de ırkçı propagandalarında ekonomik krizin en önemli sebeplerinden biri olarak gösteriliyor. Avrupa Birliği ülkelerinin genelinde de bu yargının, Altın Şafak gibi ırkçı bir partiden öte devletler nezdinde var olduğunu söylemek mümkün. Birliğin göçmen karşıtı politikalarının somut bir pratiği olarak geçtiğimiz yılın sonlarında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında göçmen geri kabul antlaşması imzalanmıştı.(Bknz: Meydan Gazetesi sayı 15-“Avrupa’nın Yeni Sınır Karakolu Türkiye oldu)
Devlet politikalarında somutlaşan göçmen karşıtlığı ise Avrupa’daki Altın Şafak benzeri başka partilerde yabancı düşmanlığı politikalarına bürünüyor. Bu anlamda söz konusu faşist parti ve siyasal akımların, bu politikalarıyla devletlerin ekonomik krizler, işsizlik ve yoksulluktaki aslan payını görmeyi engelleyerek, tüm suçu ülkelerindeki savaş ve benzeri yıkımlardan kaçarak yaşam mücadelesi veren göçmenlere yıkmayı amaçladığını belirtmek gerek.
Avrupa’da yabancı düşmanı aşırı sağın yükselişe geçmesinin bir diğer nedeni olarak da mevcut sosyal demokrat ve sosyalist partilerin neoliberal ekonomik programları uygulamalarıydı. Özellikle Fransa’da sosyalist Hollande, kemer sıkma politikalarına taviz vermeden devam etti. Bu anlamda neoliberalizmin derinleşmesi ile gelen kriz ve devletlerin sürdürmüş olduğu kemer sıkma politikalarının, aşırı sağın yükselişiyle doğru orantılı bir seyir izlediğini söyleyebiliriz.
Seçim sonuçlarına ilişkin Fransa’nın sosyalist başbakanı Manuel Valls’ın “Bir uyarıdan daha fazlası. Bu bir şok, deprem” değerlendirmesi, Avrupa’daki sol partilerin duruma ilişkin değerlendirmelerini özetliyor. AB’de aşırı sağın bu kadar yükselmesinden rahatsız olan kesimlerin, durumun AB’nin küresel kapitalist politikalarıyla ilişkisini görememekteki ısrarı, Horkheimer’ın “kapitalizmi eleştirmeye yanaşmayanların faşizme sıra geldiğinde de susmaları gerektiği” cümlesini hatırlatıyor.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.