Artık lüks semtlerde görmeye alışık olduğumuz büyük binalar değil onlar, bir şehirle özdeşleşmiş mimarı bir ayrıntı değil bizim için. Bizden o kadar uzak olmak isteyen, bize o kadar üstten bakmak isteyenlerin mabedi gökdelenler. Efendilerin, sermayelerinin ve katliamlarının hızla yükseldiği “yaşam merkezleri”…
Bizim için bu katil kapitalistlerin, onları koruyan devletlerinin işkencehaneleri; yaşamlarını satmak zorunda bırakılanların mezarları… Gökdelenler, bundan böyle bunu ifade etmeli.
Tahir, Ferdi, Murat, Menderes, Vahdet, Cengiz, Hıdır, İsmail, Cengiz, Bilal ve Ahmetler, Metinler, Kıyaslar düşerken, rant yükseliyor.
Kapitalizm Gökleri Delerken
Vahşi kapitalizmin ABD’de en vahşi yıllarından 1885’te, Chicago’da gökdelen vasfı taşıyan ilk çok katlı yapı inşa edildi. Büyük kitle üretiminin, büyük şirketlerin ve güçlü sermayedarların ortaya çıktığı bu yıllarda, demir-çelik sanayisinde yaşanan gelişmeler, asansörün kullanılmaya başlanması, teknolojik gelişmeler, elektrik enerjisinin üretim-dağıtımı ve ısıtma-soğutma sistemlerindeki gelişmeler büyük yapıların ortaya çıkışında etkili olmuştu.
Ancak tabi ki bu yapıların ortaya çıkmasındaki temel etki güçlenmeye başlayan kapitalist kent ekonomileriydi. Sanayi işletmelerinin büyümesiyle birlikte “işyeri yapıları”na olan ihtiyaç arttı. Büyük şirketlerin, yönetim yerlerinin kent içinde bulunmasını yeğlemeleri, bir yandan kent içinde sermaye hareketliliğine katkıda bulunmuş, diğer yandan da yararlanılabilir “kent toprağı” miktarını arttırarak kentsel toprağın değerini arttırmıştı.
19. yüzyılın sonuna doğru, bu büyük yapılarda etkinlik gösteren büyük demiryolu, telgraf, telefon şirketleri ve pek çok ticari kuruluş, işlerini gökdelenler aracılığıyla tek bir yerden yapmaya muktedir olmuştu. Gökdelenlerde yer almak bir firma için saygınlık ve popülerlik kazanma, bu da satışların artması anlamına gelmekteydi.
ABD’de gökdelenlerin yükselmesi ile ekonomik durum arasında doğrudan bir ilişki vardı. Gökdelen yapımının hızlanması genelde para hareketinin canlı olduğu dönemlere denk geliyordu. Gökdelenler, ekonominin çıkış dönemlerinde, bankalar, sigorta şirketleri, büyük petrol şirketleri için yatırım alanıydı.
Kapitalizmin Mekânsal Dönüşümü
Kapitalistler içinde bulundukları rekabet koşullarında ayakta kalabilmek için yatırımları emekten ziyade, üretim maliyetlerini düşürerek, “sabit sermayeye” yönelik yaparlar. Sermaye birikimi devam ederken kar oranlarının azaldığı dönemlerde kapitalistler daha karlı yatırım alanları ararlar. Emlak sektörü bu alanlardan biridir. Sermaye, sıkışan reel sektörden kaçıp, finans sektörüne veya onun aracılığıyla emlak sektörüne yönelir. Emlak sektörü şişmeye başlar. Büyük sermaye, ihtişamlı gökdelenler inşa etmeye başlar. Yani sermayenin birikmesiyle gökdelen inşaatları örtüşür.
Lewis Mumford’a(1) göre, büyük kentin fiziksel anlamda büyümesinin önünde üç engel vardır;
– Kalabalık nüfusu kullanma ve enerji için su sorunu
– Yeterli toprak bulma sorunu
– Zaman ve para bakımından ulaşımın maliyeti
Aslında gökdelenlerin büyümesi, bu engellerden ikisinin ortadan kalkmasına yol açmıştır: Toprak ve ulaşım sorunu. Mekân üzerinde yatay ilerlemenin sonuna gelindiğinde yapacak şey dikey gelişimdir. Böylelikle kent, merkezden yukarıya doğru büyüyecektir. Gökdelenlerin bulunduğu alanlarda ulaşım yoğunluğu artacak, yeni yolların yapılması gerekecektir.
Gökdelenler Küreselleşirken
Küreselleşme, sermayenin hareketliliğiyle ilgiliyse eğer, doğal olarak kentteki para hareketinin de belirleyicisidir. Buradan bakarsak, günümüz kapitalist kentlerinde yükselen gökdelenleri; sermayenin belli yerlerde toplanması, sanayileşmenin hızlanması, kentsel toprakların değerinin yükselmesi gibi toplumsal gelişmelerle ilişkilendirebiliriz.
Küreselleşen kentleşme 1980’lerin sonundan itibaren yoğunlaştı. Kapitalizmin mekansallaşması olarak tanımlayabileceğimiz bu dönem boyunca büyük kentler finans merkezleri olarak, çokuluslu şirketlerin genel merkezlerinin bulunduğu, finans ve hizmet sektörünün depoları haline geldi.
Kent merkezlerinde yoğun olarak kümelenmiş ulus ötesi şirket merkezleri ve hizmet sektörü şirketleri, kent arazilerine gerekenden çok yük bindirdiler. Bu da şehir merkezlerinde spekülatif gayrimenkul patlamaları(2) olarak yeni ofis gökdelenleri, yüksek kalitede ikamet, altyapı, kültürel ve eğlence alanlarının kurulmasına neden oldu.
Küresel kente ilişkin bu yeni durum, 20. yüzyılın sonuna doğru gökdelen şehirleri, New York’tan, Chicago’dan; Singapur, Hong Kong, Londra, Paris, Moskova, Sao Paolo’ya taşıdı. 1990’larla beraber en uzun gökdelenler Güneydoğu Asya’da yükselmeye başladı.
Anıl Aba’nın “Gökdelen Laneti Üzerine” çalışmasında belirttiği gibi, gökdelen inşaatı dalgalarının ekonomik krizlerle eşzamanlı hareketlilik gösteriyor olması rastlantı değil. ‘98 Asya Krizi’nin Malezya’daki Petronas Kuleleri ve Çin’deki gökdelen inşaatlarıyla ya da 2008’de bütün dünyayı etkisi altına alan küresel krizin etkilendiği coğrafyalardaki ( New York- Bank of America Kulesi 2008, Şangay- Dünya Finans Merkezi 2008, yapımı kriz nedeniyle geç tamamlanan Dubai’deki Burj Halifa) gökdelen inşaatlarıyla eşzamanlı olması, elbette sermaye hareketleriyle doğrudan ilintili.
Bu yeni dönemde, yaşadığımız coğrafyanın bu hareketlilikten payına düşeni alması kaçınılmazdı. 1980 sonrasında, özel koşullarla yüksek binaların yapıldığı gözlemlenirken; 2000’li yıllarla gökdelen inşaatları hız kazanıyor. Özellikle küresel kent İstanbul, “yükseklik” ve “hız”ı temel yaşam değerleri haline getiriyor.
1990’lı yıllarda, ilk kez yüksek binalarla tanışan İstanbul, yıllar içinde sayıları artan gökdelenler bakımından küresel rekabette yerini ediniyor. Avrupa’nın en yüksek binası olarak gösterilen Sapphire of İstanbul’u bünyesinde barındırıyor.
İstanbul: Küresel Kent-Küresel Rant
Sapphire İstanbul, Tat Towers, Levent Loft, Astoria, Selenium Panorama, Zorlu Center, Spine Tower, İstanbloom, Metrocity, Maya Plaza, The Point Hotel, Sabancı Kuleleri…
İstanbul, Avrupa Yakası’nda Gayrettepe-Maslak ve yakın bir zamanda Seyrantepe’de, Anadolu Yakası’nda Ataşehir-Kozyatağı arasındaki gökdelenlerle bu rant ekonomisinin TC’deki kalbi konumunda. Finans sermayesinin ve dolayısıyla emlak piyasasının efendilerini de bünyesinde toplayan İstanbul’un, son zamanlarda inşaat sektöründeki ölümlerle anılıyor olması kadar doğal bir durum yok. Yükselen her bina, hak ihlalleri, yolsuzluk ve işçi ölümleri üzerinde yükseliyor.
Anıl Aban’ın kriz ve gökdelen arasındaki doğrudan ilişkiyi irdelediği çalışmasının benzeri, inşaat sektöründe yaşanan işçi ölümleri üzerinden yapılabilir. Sermayenin yoğunlaştığı her dönemde, para hareketliliğinin hızlandığı her yer, ezilenler için sömürü ve ölüm demektir.
Ne Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan’ın Maslak’ta yaptırdığı Spine Tower gökdeleninde yaşanan iş “kaza”ları rastlantıdır; ne imar planlarında imara aykırılık olmasına rağmen yapımına izin verilen Astoria AVM, Maslak 1453, Zorlu Center gökdelenlerinde inşaat işçilerine yapılan hak ihlalleri ve işten atmalar…
TOKi ihalelerini kazanan şirketlerin kendi menfaatleri için giriştikleri usulsüzlüklere devlet eliyle göz yumulan bir zamanda, ne Avrupa’nın en yüksek gökdelenine ev sahipliği yapmak rastlantıdır ne de bu gökdeleni yaptıran holdingin sahibinin iktidar partisinin bir milletvekilinin olması rastlantıdır.
Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın yolsuzlukla ilgili iddialara “Soruşturma dosyasındaki imar planlarını başbakanın onayı ile yaptım.” açıklamasında bulunduğu bir devletin korumasında, efendiler en yüksek gökdelenlerini İstanbul’a neden yapıyorlar sorusunun cevabı yeterince açık değil mi?
Rantı Anlatmanın Yolu
Kapitalist pazarda yükselen rantı anlatmanın en doğru biçimi, verilen istatistiklerle TC kentlerinin küresel kentlerle yarışıyor olduğunun gösterilmesi değildir tabi ki. Gökdelenlerin yaşamlarımıza etkisini anlamak için tabi ki kapitalist ekonomiden anlayan bir uzman olmaya da gerek yok.
Biz bu yüksek binaların yaşamlarımıza etkisinin ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. İyi biliyoruz çünkü onlar yapılsın diye evlerimizden, mahallelerimizden atılıyoruz. İyi biliyoruz çünkü bu yüksek binaların şatafatlı kültürü bize dayatılıyor.
İyi biliyoruz, çünkü o binaları biz yapıyoruz, yapabilmek için geceli-gündüzlü çalıştırılıyoruz. Paraları daha hızlı hareket etsin diye haftada 45 saat çalıştırılıyoruz. Örgütlenmeyelim diye, hakkımızı aramayalım diye neredeyse “kişi başına bir” düşecek taşeron şirketler aracılığıyla çalıştırılıyoruz. Patronlara gökdelen dikeceği yerleri peşkeş çeken devlet, iş güvenliği adı altında iş güvensizliğini garanti ederken; işçi katliamlarına rağmen “işyeri durdurma” kararları vermezken; bu binaların inşaatlarında can verenlerin sayısı 5 yılda 2000’e yaklaşırken rantın anlamını, küresel kentin anlamını, gökdelenin anlamının ne olduğunu iyi biliyoruz.
Çünkü kapitalizm yükselsin, daha hızlı hareket etsin diye gökdelenlerine, inşaatlarına harç yapılıyor yaşamlarımız.