Savaş çığırtkanlıkları, hamasi nutuklar, kana susamış çeteler, kâra susamış kapitalistler, onların paralelinde devletler…
Patlayan isyanlar, sönümlendirilemeyen direnişler…
“Ortadoğu kaynayan kazan” diyenler, fazla dışarıdan baktıkları için göremeseler de, kazanı kaynatanların sadece dışarıdan (batıdan) olmadığı geçtiğimiz günlerde meclisin TSK’ya sınır ötesi operasyon yetkisi veren tezkereyi geçirmesiyle iyice ortaya çıktı.
AKP ve MHP’nin “evet”, CHP ve HDP’nin “hayır” oylarıyla 98 redde karşın 298 milletvekilinin kabul oyuyla meclisten geçen tezkereye göre; Irak ve Suriye’deki “terörist örgütler”den gelebilecek saldırıları bertaraf etmek amacıyla TSK sınır ötesi harekat için gönderilebilecek, diğer devletlerin silahlı kuvvetleri de aynı amaçlarla TC’de bulunabilecek.
Güvenli bölge kimin için güvenli?
Suriye’deki iç savaş başladığından bugüne dek, Kobané’ye yönelen IŞİD saldırıları sonrası angajman kurallarını değiştiren, bölgeye NATO’nun “füze kalkanı” projesi dahilinde patriotlar yerleştiren, sınırını geçtiği bahanesiyle Suriye uçağını düşüren -böylece fiili anlamda uçuş yasağı koyan- ve son olarak fiziki bir işgalle tampon bölge oluşturmayı gündem eden TC oldu. Geçtiğimiz günlerde de güvenli bölge -tampon bölge- haritasının detayları belli oldu, yani TC uzun zamandır dilinden düşürmediği Esat yönetiminin nasıl devrileceğine dair “baklayı ağzından çıkardı”. Haritada görülen ana hedef; Rojava Devrimi fiilen sona erdirilmesi. TC’nin “güvenli bölgesi”, Esat muhaliflerinin güçlü olduğu Halep, Lazkiye ve İdlip’in yanı sıra sıra tüm Rojava kantonlarını içeriyor. TC’nin yaklaşık bir aydır abluka altındaki Kobanê’yi “IŞİD belasından” kurtarıyormuş gibi görünerek sınırı aşmak istediği, böylece sadece Kobanê’yi değil, 2012 yılından bu yana kantonlarında kendi özyönetim-özörgütlülük deneyimini hayata geçiren ve Kürt özgürlük hareketini güçlendirerek TC’yi fazlasıyla rahatsız eden Rojava Devrimi’ni boğmak istediği ve tezkerenin bu niyeti taşıdığı çok açık. Keza 2012 temmuzunda başlayan Rojava Devrimi süreci sonrası TC devleti yetkilileri, Rojava’da gelişen süreçten rahatsız olduklarını gizlememişlerdi.
“Güvenli bölge” projesi dahilindeki diğer Suriye kentleri ise TC’nin Suriye’de gelişen sürece dair tasarruf ve tahayyüllerini ortaya koyuyor. Bu bölgelerden Sünni nüfus ağırlıklı İdlip, Antakya ile sınır komşusu ve Selefi İslamcı grupların en etkili olduğu bölge. Yani diğer bir deyişle TC’nin, ABD öncülüğünde kurulan çekirdek koalisyona katılma şartlarından biri olarak gündeme getirdiği “eğit-donat” projesi için” TC-ABD ortaklığında “eğitilecek ve donatılacak” selefi-islamcıların merkezi. IŞİD dışındaki “ılımlı muhaliflerin”, TC tarafından ve kendi topraklarında “eğit-donat” projesi kapsamında bu bölgeden bol miktarda Selefi’nin bu topraklarda ve “eğitip-donatıldıktan” sonra, Suriye’de yeni katliamlar geçekleştireceklerini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.
TC’nin güvenli bölge ısrarındaki bir diğer Suriye kenti ise Halep. Halep, bu “güvenli-tampon bölge” projesinde kilit önemde. Suriye’de iç savaşın başladığı 2011’den 2012’ye kadar isyan belirtileri göstermeyen Halep, 2012 yazında kentin kırsalından başlayarak isyancıların kontrolüne geçti. Suriye’nin ticari başkenti olarak sayılan kent, zamanla isyancıların “fiili başkenti” halini aldı. Ancak son dönemde Suriye ordusu gerçekleştirdiği saldırılarla kentin yarısında kontrolü tekrar ele geçirdi. Kentin diğer yarısı ise, içindeki birçok Selefi grubun TC ile iyi ilişkileri olan çatı örgüt İslami Cephe ve bazı ÖSO unsurlarının kontrolünde. Ancak hali hazırda Halep’in kırsal bölgelerinden, kenti kontrol eden Esat güçlerine ve diğer isyancı gruplara yönelik ciddi bir IŞİD tehdidi söz konusu. Bu gerçeklikler çerçevesinde, TC’nin hem “güvenli-tampon bölge”, hem de “eğit-donat” projesiyle, bölgede çıkarları doğrultusunda katliamları körüklediği çok açık. Nihayetinde TC’nin “tampon bölge” haritası üç buçuk yıldır keşmekeşin en derin yaşandığı yerleri kapsarken, hayata geçirilirse Suriye’nin fiili olarak işgali anlamına geliyor.
Koalisyon güçleri kimle koalisyon?
Çekirdek koalisyona, dolayısıyla ABD’ye dönersek; Irak ordusuna, Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi peşmergelerine, ÖSO’ya ve işlerine yarayabilecek diğer silahlı unsurlara askeri desteğini sürdürüyor. Almanya’nın peşmergelere askeri eğitim verdiği görüntüler yayınlanıyor basında. İtalya, 280 askeri personelini peşmergelere eğitim vermeleri için yolluyor, 2 insansız hava aracıyla birlikte. Bu doğrultuda, Kobanê’yi “pek düşünen” IŞİD’e komşu tek NATO ülkesi TC ise, PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’e YPG’nin ÖSO’ya katılması, böylece koalisyonun askeri yardımlarından yararlanabilmesi teklifini-şartını sunabiliyor. NATO’nun 2. büyük ordusuna sahip olmasıyla övünmeyi sürdürürken, çözüm sürecini noktalama pahasına, sadece kendi sınırına tank ve zırhlı araçlar diziyor. Elbette teklifin ek paketinde, Rojava’nın sıfırlanması da var. Böylece TC, aslında iki yılı aşkın süredir yanı başında yükselen devrimden rahatsızlığını dile getirmiş oluyor. “Suriye’deki iç karışıklıktan yararlanılarak ilan edilen özerklikten vazgeçilmesini” salık veriyor, yıllardır ilmek ilmek dokunan halkın öz örgütlülüğünü -Kobanê’yi kurtarma bahanesiyle- öz yönetimli Rojava’nın üç kantonunu birden boğmaya çalışıyor. Bu teklif, hem Kürdistan’ın diğer parçaları için, hem de bölgedeki diğer ezilen halklar için özgürlüğün adı olan Rojava’nın, devletler açısından halklara “kötü örnek” teşkil etmekten çıkartılmasına yöneliktir.
Erdoğan “Bizim için IŞİD ile PKK aynı şeydir” açıklamaları yapıyor. Davutoğlu, Kobanê’ye karadan müdahalenin, Şam’a ilerlediklerinde kimse karışmayacaksa olabileceğini belirtiyor. Anlaşılan TC devletince Şam’ın “düşmesine tarihler verildiği” ve yine Şam Emeviye Camii’nde kılınacak şükür namazının hülyalarını süslediği günlerdeki neo-osmanlıcı/işgalci iştah, gizlenme gereği bile duyulmayacak kadar kabarmış.
Roller değişiyor, kazan hala kaynıyor, arada bir karıştırılıyor; ama ezilenler üzerindeki abluka, şiddetle devam ediyor. ABD’nin, Fransa’nın bombardımanının, devrimle dayanışma değil; tersine boğma ve muhtaçlaştırma çabası olduğu çok açık.
Bütün bunların ötesinde, çok daha açık olan bir gerçek var. Rojhilat’ın Sine’sinden Almanya’nın Düsseldorf’una, İstanbul’dan Amed’e Cizre’ye ezilen halkların öz-örgütlü mücadelesi sürüyor ve sürecek.
Direniş; sürüyor ve sürecek.
Fuat Çakır
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 22. sayısında yayımlanmıştır.