Irak ve Suriye’de katliamlar gerçekleştiren Selefi terör hareketi IŞİD, bu bölgelerde kendilerinden olmayan her etnik, dini, siyasal unsur için bir tehlike oluşturuyor. Ancak bu durum, Aleviler için tehlike boyutlarının çok ötesinde yaşamsal bir tehdit halini almış durumda. Örgüt kimi zaman, bölgenin dinsel azınlıklarından olan Hristiyanların hayatlarını verdikleri fidye karşılığı bağışlarken, Selefiliğe göre müşrik sayılan Aleviler için böyle bir durum sözkonusu değil. Üstelik Alevi toplumu için bu yaşamsal tehdit, sadece IŞİD ile sınırlı değil. Özellikle Suriye’deki Selefi çatı örgütü İslami Cephe şemsiyesi altındaki tüm Selefi örgütler Alevilere karşı katliamlara girişiyor.
Şubat 2014’te Suriye’nin Maan kentinde 71 Alevi’nin öldürüldüğü katliamı Ahrar-uş Şam ve Cund-ül Aksa isimli Selefi örgütler birlikte gerçekleştirmişlerdi. Bu Ekim ayı başlarında ise yine Suriye’de, Humus’un Alevi bölgesi İkrime’de ilkokul çocuklarına yönelik düzenlenen ve çoğu çocuk 45 kişinin yaşamını yitirdiği katliamı da bölgedeki Selefi grupların gerçekleştirildiği söyleniyor. Özellikle Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 başlarından bu yana, bölgedeki Selefi gruplar tarafından Alevilere yönelik olarak, bu şekilde irili ufaklı sayısız katliam gerçekleştirildi.
Ortadoğu coğrafyasında vaktiyle devletler ve küresel güçler tarafından palazlandırılan Selefi gruplardan IŞİD, şimdilerde aynı güç çevrelerince bir “tehdit” olarak ilan edildi. İçinden geçtiğimiz şu günlerde ise hem bu “tehdidi” bertaraf etme yollarından biri olarak, hem de Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesini sağlamak amacıyla, ”ılımlı muhalif” olarak ilan edilen bu Selefi gruplar TC-ABD ortaklığında ve TC toprakları üs olarak kullanılmak üzere “eğit-donat” formülüyle silahlandırlacak. Bu yanıyla bakıldığında ise yazının girişinde sözü edilen, Aleviler için yaşamsal bir tehdit oluşturan selefilik gerçeğinin bölge devletleri ve küresel güçler eliyle yükseltildiğini söylemek mümkün.
Son dönemlerde Irak ve Suriye’de IŞİD üzerinden Alevilere karşı kendisini hissettiren bu selefilik tehlikesi, aslında şimdilerde kamuoyunun gözünün çevrili olduğu Ortadoğu coğrafyasıyla sınırlı değil.
Balkanlar coğrafyasında, 1992’de Yugoslavya’nın parçalanması sonrası bölgeye yerleşen Selefiler ve yaygınlaştırdıkları tekfirci Selefi-İslam algısı, buradaki Alevi toplumu için de bir tehdit oluşturuyor. İç savaş sonrası bölgeye yerleşen Selefiler, 2002 yılında “İslam Birliği” adı altında bir örgütlenmeye gittiler.Selefiler bu örgütlenme çalışmaları sırasında TC devletinden de destek aldılar. TC Başbakanlığı’na bağlı “Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı-TİKA” resmi kalkınma yardımı adı altında bölgedeki tarihi eser niteliğindeki Alevi dergahlarını restorasyon kılıfıyla camiye çevirerek,buralarda Selefilerin eğitim ve istihdamını hayata geçiriyor.Alevilerin bölgedeki bu mekanlarının gasp edilerek selefilere devredilmesi için TC devletinin ayırdığı bütçe ise yaklaşık 2 milyar dolar.
Suriye’de ve Irak’ta katliamlar gerçekleştiren IŞİD başta omak üzere Selefi örgütlerde, son dönemde artış gösteren Balkan kökenli cihatçı miktarı sözkonusu.Bu durum, tarihi Alevi katliamlarıyla dolu olan ve Sünni İslam algısındaki TC devleti ile Selefilerin, Alevi düşmanlığı ortak paydası üzerinden gerçekleştirdiği ve hayata geçmesi için milyar dolarlık bütçelerin ayrıldığı fiili ortaklıkların sonucu olarak değerlendirilebilir.
Fırat Binici
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 22. sayısında yayımlanmıştır.