Geçtiğimiz yıl gerçekleşen 17-25 Aralık soruşturmaları sonrası, gündemimiz, siyasi iktidarın yaptığı yolsuzluklar olmuştu. AKP ve “cemaat” olarak ayrışan iktidar bloğunda derin bir bölünme yaratan sürecin devamında AKP, ifşa olan yolsuzluklarının akabinde “Yeni Türkiye” söylemini geliştirerek, kendi vesayeti altında yeni bir rejimin inşasına girişmişti. Gerçekleştirilen 17 Aralık Operasyonu ve iktidar partisinin siyasi gücünden gelen yetkilerini kullanarak engellediği 25 Aralık Operasyonu sonrası ise soruşturmalar başlatılmıştı.
Hatırlayacağımız gibi iktidar paydaşları bu derin ayrışma sonrası soruşturmaların gidişatını ve zaten adaletsizlikten ibaret olan “adalet mekanizması”nı kendi lehlerine değiştirmek için olağanüstü bir çaba sarf etmişlerdi. Yargı bürokrasisine yapılan müdahaleler sonucu AKP yanlısı savcıların soruşturmalara atanması, seçimler öncesi yapılan ve günde 15 civarında kanalda canlı yayınlanan mitinglerde bir PR çalışması olarak kullanılan “paralel” söylemleri, AKP’nin aslında Taksim Gezi Parkı Direnişi ile başlayan statüko sarsılmasının önüne geçebilmek için gösterilen çabasına verilebilecek örneklerden bir kaçıydı. Kısmi anlamda bu çabaların başarılı oluğu da söylenebilir.
Geçtiğimiz aylarda her iki soruşturma için de “takipsizlik” kararı verilmiş, soruşturmalarda adları geçen 4 eski bakanın ise, parlamentoda oluşturulan araştırma komisyonunda ifade vermesine karar verildi. Ancak komisyonun AKP’li başkanı tarafından yapılan başvuruyla, komisyonun çalışmaları ile ilgili “yayın yasağı” kondu. Son dönemlerde iktidarın, Reyhanlı patlamaları, Musul konsolosluk rehineleri gibi kendisini zora düşürebilecek benzeri birçok süreçte sıkça başvurduğu bir yöntem olarak uygulamaya konulan yayın yasağına (son 4 yılda 150’den fazla) bazı muhalif gazete ve internet siteleri uymadı. 17 ve 25 Aralık’ta kendisine “komplo kurulduğunu” iddia eden iktidarın “suçluluk psikolojisi” ile açıklanabilecek olan bu yayın yasakları ise, zaten uygulamaya konuş amacı itibari ile yok hükmündeydi.
Söz konusu yayın yasağına, muhalefet partilerinden hukuk kurumlarına itiraz başvuruları yapılırken; bu itiraz kısa sürede reddedildi. Ancak dikkat çekici başka bir itiraz ise, küresel alanda yolsuzlukla mücadelede “şeffaflığın geliştirilmesi” alanında çalışmalarda bulunan Uluslararası Şeffaflık Derneği’nce yapıldı. Küresel bazda içinde bulunduğu fon döngüsü dolayısıyla “şeffaflığı-matlığı” tartışmaya oldukça açık olan dernek, yayın yasağına yaptığı itirazın akabinde 2014 yılında yolsuzlukla mücadelede ülkelerin şeffaflık raporunu yayınladı. Bu rapora göre; Türkiye, 175 ülke arasında 2014 sonuçlarında 5 puanlık düşüşle, puanında en büyük düşüş olan ülke oldu ve dünya sıralamasında 11 sıra geriledi.
Küresel planda devletlerin yolsuzluğa karşı mücadele politikalarında ne kadar şeffaf ve kararlı olduğunu araştıran derneğin, şeffaflıktan kastının biraz da devletlerin ekonomi politikalarındaki istikrar olduğu söylenebilir. Bu anlamda, hazırlanan 2014 raporunda diktatörlükle yönetilen bazı sömürge Afrika ülkeleri ile aynı kategorizasyonda yer alan Türkiye’nin iktidar sahiplerinin, yolsuzluk konusunda, gerek dosyaların aklanması gerekse de yayın yasağı gibi yollara başvurması, ekonomik anlamda sürekli olarak “istikrar” vurgusu yapması daha anlaşılabilir oluyor.
Oğul Akdoğan
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.