22 yaşındaki Tuğçe Albayrak, 15 Kasım günü Almanya’nın Offenbach kentinde bir restoranda arkadaşlarıyla yemek yiyordu. Üç erkeğin tacizine maruz kalan iki kadının çığlıklarını duyunca, sesin geldiği tuvalete doğru giderek tacizcileri engellemeye çalıştı. Etrafa toplanan diğer insanlarla birlikte, tacizci 3 erkek dışarıya çıkartıldı. Yaşananların ardından arkadaşlarıyla restorandan dışarı çıkacak olan Tuğçe’yi, tacizci erkek grubu “intikam” almak için bekliyordu. Dışarı çıktıklarında Tuğçe’ye ve arkadaşlarına saldıran tacizcilerden biri Tuğçe’nin bir arkadaşına tokat atarken, Sanel M. ise tacize uğrayan kadınların yanında duran Tuğçe’nin kafasını yumrukluyordu. Tuğçe aldığı darbelerle yere düşüp bayıldıktan sonra hastaneye kaldırıldı, komada kaldığı 11 günün ardından, 23. doğum gününe denk gelen 28 Kasım günü yaşamını yitirdi.
Ana akım medya yaşananları, “Türk vatandaşı” Tuğçe’nin, “Alman genç kız”ları kurtarırken, “Sırp bir grup” tarafından öldürülmesi şeklinde yansıtırken, katledilenin “yalnızca bir kadın olduğu” gerçeği milliyetçi propagandaların ardında gizlenmeye çalışıldı. Ne erkeği “tacizci ve katil” eden onun “milleti”ydi, ne de Tuğçe’nin ölüme sebep olan onun “Türklüğü”ydü. Tuğçe’yi katledilmesinin sebebi, bir kadın olarak erkek şiddetinin karşısında “artık yeter” diyerek direnmesiydi.
Katledilişinin ardından Tuğçe’nin adına ödüller verildi, kampanyalar düzenlendi, yapılan her anmada Tuğçe “kahraman” ilan edildi. Tanık olduğu şiddete sessiz kalmayıp direnen Tuğçe’nin yaptıkları, her defasında onun “ilahlaştırılmasına” sebep olurken, Tuğçe “kadın dayanışması”nın ne olduğunu yeniden düşünmemizi sağlayarak ayrıldı aramızdan.
O, Ayşe gibi, Ceylan gibi, Özge gibi, Esra gibi, Güldünya gibi katledilen nicelerimizden biri oldu şimdi. Tacize susmadığı, erkek şiddetine direndiği, öfkesini isyan eyleyip dayanışmasını büyüttüğü için katledildi.
Şimdi Tuğçe’nin ardından “kahramanlık hikâyeleri” anlatılmaya başlanmışken, onun yaşamı gazetelerde yayınlanan yazı dizileri haline gelmişken unutmamak gerek Tuğçe’nin öfkesini, dayanışmaya olan inancını. Yanı başımızdaki evde, arka sokağımızda, tanıdık bir şehirde ve bilmediğimiz birçok yerde kadınlar tacize-tecavüze uğrarken; babaları, abileri, sevgilileri veya hiç tanımadıkları erkekler tarafından katledilirken Tuğçe’nin öfkesine bürünüp, dayanışmaya olan inancımızı büyütmek gerek. Tuğçe’yi “kahramanlaştırarak” onu anmak değil, Tuğçe olmak gerek!
Pelin Derici
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23.sayısında yayımlanmıştır.