İngiltere, Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti’nde yüzlerce şubesinin yanı sıra internetten alışverişin de o bölgelerdeki bir numaralı adresi sayılabilecek marketler zinciri Argos, geçtiğimiz günlerde satışa sunduğu oyuncak bebeklerin fiyatlarıyla ırkçı yüzünü gösterdi.
18 aylıktan büyük çocuklar için tasarlanan ve tamamen aynı özelliklere sahip oyuncak bebeklerden beyaz bebek Maria’yı 34.99 sterline satarken, Asyalı Yang ve siyahi Namia’yı 24.99 sterline satışa sunan Argos, The Sun, Independent gibi gazetelerde bile ırkçılığıyla gündemleşince, sosyal medyada da tepkiler yağdı. Boykot çağrıları ve binlerce yorum yapıldı. Çoğunluk “Çocuklara böyle bir travmayı nasıl yaşatırsınız? Düpedüz ırkçılık!” gibi yorumlarla durumdan rahatsızlığını dillendirirken, kimileri “Bu kadar tantana yapılacak bir mesele değil, ben o pis kokan zenci bebeğin canlısını alırım o fiyata Afrika’dan!” diyebildi. Siyahiler ve Asyalılar batılı değildi.
Geçmişten günümüze “batılılar ve diğerleri” denilince; ne sadece yönleri işaret eden birer kavram, ne de coğrafyaya ait terimler kastedilir. Kastedilen, bir algıdır. Günümüzde bu algı, oryantalizm tarafından da beslenir. Oryantalistlere göre diğerleri, batılılar için, korkulacak ya da efendisi olunacaklar anlamına gelir. Batılılar ve diğerleri denilince, aralarındaki mutlak ve sistematik farklar konuşulur; farklı dillerin, farklı kültürlerin, farklı yaşamların bir aradalığından, dayanışmasından ziyade. Batılı olmayanların kültürünü ve değerlerini de batılılar şekillendirir. Çünkü batılının, -oyuncak bebek örneğindeki gibi- kendisi kadar değerleri de, diğerlerinden ve diğerlerinin değerlerinden daha değerlidir. Gerçek özgürlük batılınındır mesela; eşitlik, adalet batının kavramlarıdır. Diğerlerine batılılar tarafından lütfedilir bu değerler. Batılı insan, diğerlerinden daha bir insandır; batının köpeği, daha soyludur. Bu batılılık ve diğerleri algısının ortaya çıkışıysa, bir kıtanın keşfiyle ve o kıtaya getirilip köleleştirilen diğerleriyle ilişkilendirilebilir.
Amerika’nın Keşfi ve Köleleştirilen Afrikalılar
Yüzyıllar önce, yeni bir kıta keşfedildi. Tüccarların ve kaşiflerin gözdesi olan bu yeni kıtanın, bir de zorunlu konukları vardı. John Hawkins adında bir İngilizin sahip olduğu ilk köle gemisi, 1562 yılında Amerika sularına girdi. Afrikalı siyahiler, çiftliklerde çalıştırılmak üzere Amerika’ya getiriliyordu bu köle gemileriyle. O zamanlarda kölelik, efendilere göre yasal ve çoğunluğun gözünde meşruydu. Siyahilerin insan olup olmadıkları bile ciddi bir tartışma konusuydu. Bu konuda, batılıların en ılımlı fikri, Afrikalı kölelerin eğitilmesi gereken barbar insanlar olduklarıydı.
Aradan yıllar geçti… Köle ticareti, büyük şeker kamışı çiftliklerinin arttığı 1630’larda yoğunlaştı, Amerika’daki kötü koku da yoğunlaştı. Hatta gemilerin yaklaştığı, karadakilerin burnuna gelen kötü kokudan anlaşılır hale geldi. Çünkü bu gemilerin sahipleri, gemiye daha fazla mal ve köle yükleyebilmek için siyahi köleleri ellerinden ve ayaklarından birbirlerine zincirleyip balık istifi gibi diziyordu. Bir aylık yolculuk boyunca köleler, boğazlarından akıtılan çorbalarla beslenip bunları oldukları yerde alttan ve üstten çıkardıkları için kötü kokuyorlardı. Büyük ihtimalle, siyahilerin kötü koktukları yalanı; geçmişin bu kirli gerçeğine dayanır. Ki zaten “iyi” olan herşey batılıya mahsus olduğundan, “kötü” kokmaları normaldir.
20. Yüzyıl Amerikası’nda Siyahiler
Asırlar geçti… Otobüslerde oturacakları yerler, su içecekleri çeşmeler bile beyazlardan ayrıydı hala. Bir siyahinin otobüste bir beyaza yer vermesi gerektiği, kanunlarda yazılıydı mesela. 1940 yılında Amerika’da kanunlarla yasaklandı ırkçılık adındaki bu ayrımcılık. Ancak diğer ayrımcılık biçimleri gibi, o günden bugüne, fırsatını bulunca günyüzüne çıkmayı sürdürdü -ki batı, fırsatlar diyarıydı.
1958’de Belçika’da, Afrikalı bir kız çocuğu hayvanat bahçesinde “evrimin kayıp halkası” olarak sergilenebiliyordu hala. Batılı olmadığı için, insan olup olmadığı bile muammaydı.
2014 yılının Kasım ayında, ABD Federal Araştırma Bürosu FBI, bir rapor açıkladı. Bu rapora göre, Amerika’da her hafta iki siyahi, beyaz polisler tarafından “haklı görülebilecek gerekçelerle” öldürülüyordu. “Haklı görülebilecek gerekçeler” kısmını, elbette katil polislerinin katliamlarını meşrulaştırmaya çalışan katil devlet dolduruyordu.
“Diğerleri” denilenler, siyahilerden ibaret de değildi; batılı olmayan ya da bir türlü olamayanlar da vardı.
Batıda Batılı Olamayan Göçmenler
Savaş, zulüm ve yoksulluktan kaçan göçmen ve mültecilerin, sınırlardan güvenli bir şekilde geçme ihtimali neredeyse yoktur. Batılıların AB’sinde, 2007 – 2013 arasında sınır tellerine, ileri düzeyde geliştirilmiş gözetleme sistemleri ve sınır devriye araçlarına harcanan para yaklaşık 2 milyar euro iken, aynı dönemde AB’deki sığınmacı ve mültecilerin durumunu iyileştirmek için harcanan para sadece 700 milyon eurodur.
Sınır telleri kadar değer verilmeyen ve batıya karadan ulaşmakta gittikçe daha büyük engellerle karşılaşan diğerleri, Yunanistan ve İtalya’ya denizden, genelde sağlam olmayan balıkçı tekneleri aracılığıyla geçmeye çalışır. Her yıl diğerlerinden yüzlercesi, batının kıyılarına ulaşmaya çalışırken ölür. 2014’ün sadece ilk altı ayında bu göçmenlerin 200’den fazlası, Akdeniz ve Ege Denizi’nde hayatını kaybetti; yüzlercesi de kayboldu ve muhtemelen öldü.
Hedefe varabilenlerin durumları pek parlak sayılmaz; batıda olsalar da, batılı olamazlar. Öncelikle yakalanır, derme çatma toplama kamplarına atılır çoğu; ait oldukları yerlere gönderilmek üzere. Batıda diğerlerinden biri olmak; siyahi olmak kadar tehlikelidir. Batılı ırkçılar, göçmenlerin yaşamları için tehdittir. Çünkü bu ucuz yaşamlar, batının iyi kültüründe kötü huylu parazitler olarak görülür. Yaşamları ucuz olduğundan, patronlar da neredeyse bedavaya çalıştırır göçmenleri, çok çalıştırır. Devletlerin yaptığı zulümlerse saymakla bitmez.
Batıda Olmayan “Diğerleri”
Batıdan uzakta yaşayan ve batılılıkla yakından uzaktan ilgisi olmayan bu “diğerleri”, medeniyetten en uzak olan “diğerleri” çeşididir. Batılının biraz ilgisini çeker; mistiktir, değişik alışkanlıkları, gelenekleri, baharatları, dansları vardır. Biraz da korkutur; dizginlenmesi gereklidir. Barış götürülmelidir Irak Savaşı’ndaki gibi medeni topraklardan bu çorak toprakların insanlarına, bedeli diğerlerinden binlercesinin katli anlamına gelse de… Ucuz görülürler ne de olsa batıdan bakınca, değersiz.
Yakın tarihte, bu tespiti kanıtlayan bir örnek daha yaşanmıştır. 7 Ocak 2015’te, Fransa’da IŞİD üyesi Cezayirli iki kardeş tarafından gerçekleştirilen ve 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan Charlie Hebdo katliamı, tüm dünya tarafından lanetlenir. Katledilen 12 batılı için, ana haber bültenleri dahil, saatlerce canlı yayınlar yapılır, ki böyle olmalıdır. Büyük eylemler, cenaze törenleri, anmalar gerçekleştirilir. Davutoğlu’ndan Merkel’e, Mısır’ın liderlerinden Rusya’nın liderlerine kadar devlet erkanları bile bu eylemlerde boy gösterir. Katillerin yakalandığı operasyonları, bütün dünya canlı yayında nefesini tutarak izler.
Aynı hafta içinde Boko Haram, Nijerya’da 2000 kişiyi katleder. Bu katliam, aynı ana haber bültenlerinde birer cümlelik altyazılardan ibaret kalır. Olması gereken olmaz.
Bu iki olayın art arda sıralanmasındaki amaç da, katliamlar arasında hiyerarşik bir sıralama yapmak ya da birini diğerinden önemli görmek değil; ikisi de benzer sebeplerle gerçekleştirilen katliamlarda bile, katledilenlerin batılılardan ya da diğerlerinden olmasının yarattığı etkilerin boyutları arasındaki uçuruma vurgu yapmaktır.
Batıda olmayan diğerlerinin ölümü normaldir; barbarlar birbirini yiyordur. Normal olmasa da normalleştirilir. O kadar ki; “Suriye’de bir günde hiç kimsenin ölmemesi”, değerli bir istatistiki veri olarak görülür, çokça haber yapılır buna dair.Batılı bir çocuk öldürülünce, tüm dünyada gündemleşir de; diğerlerinden binlerce çocuk öldürüldüğünde pek gündem olmaz. Devletlerin ve devletlerin kendi rantları uğruna yarattığı IŞİD gibi şiddet çetelerinin Şengal’de, Kobanê’de katlettiği çocuklar mesela; batılı oryantalistler için, sümükleri akan çıplak ayaklı sevimli birer çocukken haber değeri taşırlar, en fazla foto haber bölümlerinde.
Geçmişten günümüze “batılılar ve diğerleri” denilince; ne sadece yönleri işaret eden birer kavram, ne de coğrafyaya ait terimler kastedilir. Kastedilen, bir algıdır. Batılının üstün ve iyi sayıldığı bu algıda, diğerlerine haddini bilip susmak, sessizce ölmek düşer!
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.